Ana Sayfa 1998-2012 Yerli yersiz ırkçı münakaşalar

Yerli yersiz ırkçı münakaşalar

Şu son günlerde, “Irkçı” etiketimi burnumdan getiren olaylar oldu. Bir kısmını Hürriyet gazetesinden okumuş, diğerlerini de televizyon haberlerinden seyretmişinizdir.

Rahmetli Atsız’ın oğlu Yağmur bir hatırat kitabı yayınlamış, babasının şaka tarzında kafatasları ölçtüğünü yazmış. Basın ve TV’ler, başka kimse bulamamışlar mı nedir, telefonlarla, evime kadar gelip kamera çekimleriyle bir sürü sual sordular.

Basınımızın ve medyamızın çok kere ne kadar gerçek dışı paparazzilikten hoşlandığını bilirdim ama, bu seferki beni isyan ettirdi. Yazılı verdiğim röportajı alıyorlar, benim söylemediğim bir cümle uydurup başlık yapıyorlar! Ya da televizyonda montaj yaparken bir sözümü olmadık yerde kesip, haberin tanıtıcısının söylediği sözlerle birlikte tam ters bir anlama gelmesini sağlıyorlar.

Nasıl mı?

Ben 1939 veya 1940’larda İstanbul’da Atsız’ın katıldığı bir ev toplantısını anlatmıştım. Fransa’da Sorbone’da antropoloji tahsilimi savaş dolayısıyla yarım kesip yurda yeni dönmüştüm. Arkadaşlara kafatası ölçmelerinin manasını anlatıyordum (elimde de Antropometri pergeli vardı). Toplantımızda (şimdi de, röportaj sırasında) altını çize çize şunu belirtiyordum:

Bir kişinin Türklüğü veya Türklük derecesi kafatası ölçüsüyle anlaşılmaz ve ölçümler bunun için yapılmaz. Peki, niçin dünyada her üniversitede – ve bizde de bu ders verilir? Ve neden Atatürk, İsviçre’de doktora yapan mânevî kızı Âfet Hanım için Sıhhiye Vekâleti’ne (Sağlık Bakanlığı’na) Anadolu’da 64.000 kişinin kafasını (ve diğer vücut özelliklerini) ölçtürmüştü?

Çünkü, demiştim, bir toplumun özelliklerini istatistikî olarak tesbit için yaparlar: Yüzde ne kadarı brakisefal, ne kadarı dolikosefaldır anlamak için. Bunun gibi, A, AB, B ve 0 kan gruplarının, göz renginin ve göz kapağı çekikliğinin, boy-bos’un, mezhep mensuplarının, lehçe dağılımının.. v.s.. v.s. toplumdaki yaygınlık nisbetini anlamak için. Tek tek fertlerin, ölçülerek, Türklüğünü veya yokluğunu keşfetmek için değil.

* * *

O toplantımızda meraklılar “beni de ölç” diye tutturdular, ben de, Atsız dahil, herkesi ölçtüm. Atsız’ın ölçüsü 81.4 çıktı (brakisefalliğin sınırı 84’le başlıyor). Rahmetli buna sinirlendi, farkettim ve hâlâ bunu Türklük ölçüsü olarak karşıladığını anl ayınca bu sefer ben üzüldüm. Tekrar tekrar kişi bazında bir işaret olamayacağını, dolikosefal kafalı birçok Türk bildiğimi, buna karşılık İsviçrelilerin %22’sinin, Fransızların %30’dan fazlasının brakisefal olduğunu belirttim. Şimdi onlara Türk mü diyecektik? Tam Türk Atsız’a “az türk” diyebilir miydik?

Ama kasıtlı eller bu “81.4” rakkamını, açıklayan izahatımı keserek (Hürriyet Allah’tan koymuş!), ya da TV’de sade “81.4” sözümü koyup ötesini olduğu gibi yok ederek verdiler! Hani Bektaşi, namaz kılmıyormuş, Kuran’da namaz kılma diye sûre var demiş de, meğer sûrenin başında abdest almadan namaz kılma ibaresi varmış, onun gibi olmuş (bir tekzibim de bu satırları yazdığımın ertesi günü “okur sahifesinde” çıkacakmış.)

İşte “Irkçı” olarak tanınmanın belâsı!

Irkçılık birkaç çeşit

olabilir mi?

Her inancın, aynı isim altında, nasıl çok farklı çeşitleri varsa, ırkçılık ve ırk konusun da çok değişik bakış açıları vardır: Müslümanlığın sünnî-şiî, ya da nakşî-Nurcu-Süleymancı görüşleri; Hıristiyanların Katolik – Protestan – Ortodoks; Marksizmin Komünist – Sosyalist farklılıkları gibi.

Irkçılığın da bazısı birbirinden taban tabana zıt müritleri vardır.

Birini yukarda gördük: toplumların ırkî özelliklerini tesbit için ölçümler yapmak. niçin? Kâh istatistik bilgileri toplamak için, kâh kazılardan çıkan iskelet-fosillerin hangi topluma ait olabileceğini daha iyi anlayabilmek için. Yani tarihçileri (Arkeologları) ve istatistikçileri ilgilendiriyor ırkbilim, yani Antropoloji.

İkinci tür ırkçılık, bir milleti tarif ederken sade dil, din aidiyet ve kültür birliğiyle yetinmeyip, Irk/kan/gen unsurunu (faktörünü) de hesaba katmayı şart bilir. Bunu tarihten, vücut yapısından ve psikolojik eğilimlerden çıkaran, “ırkçı milliyetçiler” dir.

Buradan, “Sosyo-politik ırkçılık” diyeceğim çeşide geliriz ki, ikinci bakışın tabiî bir devamı, veya ayrı bir ırkçı görüş de olabilir. O da şu:

Bir milletin yönetiminde, veya kültüründe, veya ekonomisinde, “milleti-hâkime” denilen çoğunluk ve aslî-kurucu ırkın daha çok hâkim olmasını arzu eder, farklı kökenlilerin bu durumda olmasını istemezler. Osmanlı Devleti’nin hayatında bir süre (kalkınma, büyüme ağında), Türkmen unsuru egemenken, giderek iktidarın, hatta kültür hayatının hemen hemen tümüyle devşirmelere geçmesi, “sosyopolitik” açıdan ırkçıların tepkisini doğurmuştur. (Amerika’da da “WASP” (Beyaz-Anglo-Sakson-Protestan) unsur hâlâ egemen unsur durumunu büsbütün kaybetmemek için gizli gizli uğraşır.

WASP’lar Cumhurbaşkanlığını (Kennedy hariç), otomotiv dahil, büyük endüstrileri ve devâsâ avukatlık firmalarını hâlâ kaptırmamışlardır.

Üçüncü olarak akla gelen, Hitler’in lânetleştirdiği, milyonlarca Yahudiyi öldürttüğü, fakat sade onun tekelinde olmayan zalim ırkçılıktır. Bu ırkçılar kendi ırkını yegâne değerli insan saydığından, başka ırklara soykırım uygulamayı ve sömürmeyi hak bilirler. İbranîler, tanrıları Yahovah Arzı Mev’ut’u vadetti diye, eski Filistinlileri katletmeleriyle; Haçlılar din ve ırk şovenizmiyle ve vahşetleriyle tarihe geçtiler; Amerikalılar, zencilere ve Kızılderililere yaptıklarıyla; Ruslar, Yahudi “pogrom”larıyla (hem de üç defa!); gene Ruslar, Türk kardeşlerimize ve kendilerine ters düşenlere karşı katliamlarıyla (yalnız Stalin çağında 27 milyon insan!); İngilizler, Tasmanya ırkını son ferdine kadar yeryüzünden kaldırmalarıyla; Fransızlar’ın Cezayir’de, Sırpların Bosna-Hersek’te yaptıkları soy kırımla.. v.b. (Ermeniler ise, Doğu’da Türk köylerinde vahşete kalkışıp Türklerden “mukabele-i bilmisil” görünce mazlum barbarlar rolüne soyunmaktalar).

Bu insanlık- dışı ırkçı görüşe en küçük yaşımdan beri karşı çıktığım hâlde, kimi bile bile, kasden, kimi de bunlara kanarak beni de bu “Hitlerci” (yoksa “Batıcı” mı desem?) ırkçılardan göstermeye çalışmışlardır. 1939’da (19 yaşındayken) Paris’te “Le Racisme est-il Justifié?” (Irkçılık Haklı mı?) yazım Sorbonne Üniversitesinin “Cosmos” (sonra da 1943’de La Republique’de) yayınlandı; 1940’ta da “Irka Dair Münakaşalar” broşürümde yazdım. 1980’lerde Milliyet’te “İnsanın İnsana zulmü” dizi yazımda bu vahşî ırkçılığı en korkunç örnekleriyle yerdim.

Beni en üzen bir olay da, her ırktan bebekleri ve çocukları çok sevdiğim hâlde, vaktiyle birinin de benim, 3 yaşına kadar melez çocukları katletme yasası hazırladığımı söylediğimi iddiaya kalkışması oldu! Yıllar yılı bu iftira, Rıdvan Akar’ın bir romanında (hem de ismimle!) söz konusu oldu ve daha birçok solcu veya Türkçülük düşmanları bunu kitaplarında silâh olarak kullandılar (şu Prof. Baskın Oran bile 1960’larda çıkardığı bir ansiklopedide yazmış!)

İşte “genel ırkçı” damgası yiyince bunlardan kurtulamıyor insan.

Sevgi Bakışlı Irkçılık

Hitlerci ırkçılığa, yani düşmanca ırkçılığa karşı bir görüştür.

Bu görüşün sahipleri ırkçı olduklarını saklamazlar. Irklar vardır, farklı farklıdırlar ve herbirinin kendine has (özgü) yetenekleri, meziyetleri, eksikleri vardır. Bu gerçek hem vücut yapılarında, hem “millî karakterlerinde” görülür.

Yüzde yüz saf ırk yoktur (olsa olsa Eskimolar, Pigmelerde olabilir). Kız alıp vermeler her toplumda ırk karışıklığı başlatabilir. Normal karşılamalı. Altın yüzükteki bakır. yemeklere katılan tuz, tatlılara, çaya konan şeker gibi. İşin biraz tadı tuzu. Ama aşırılığa kaçılırsa, tabağa bardağa boca edilmiş tuz, şeker gibi yenir yutulur olmaz. Yüzük altın olmaz artık. Irk özelliklerimiz de darmadağan olur. Biz, Türkler de, Irkî özelliklerimizin yok olmasından herhalde hoşlanmayız. İnsanlar, her yerde, bunlara değer verilmesini, saygı gösterilmesini isterler. Bunun iki güzel örneğini hep hatırlarım: Japonya’da bir ara moda olmuş, ameliyatla göz çekikliği gideriliyor ve beyaz ırktan olanlar gibi bir surat sahibi oluyorlarmış. Buna birden bir tepki uyandı ve modaya rağbet sıfır oldu. Japonlar Japon tipini kaybetmediler.

Diğer örnek artist Barbara Streisand Büyük ve keskin Yahudi burnunu yönetmeni, estetik ameliyatla küçültmesini istemiş, Streisand red etmiş. “Bu benim ırkımın özelliği, size çirkin gözükse de bu biziz, ben de ‘biz’ kalacağım” demiş.

Ben de bu görüşten olduğum için 1999’da ırkların güzelliklerini belirten “Garip ve Güzel” adlı bir albüm yayınlamıştım. Irk özellikleri şüphesiz burun ve gözkapağından ibaret değildir. Saç ve göz rengi de değil sadece. Bazı karakter, yetenek, eğilim gibi özellikler, yetiştirilişinde bir dereceye kadar tesiriyle ırkların kimliklerini oluşturur. İşte bu, kültür yozlaşmasını istemeyenler gibi, aşırı karışmalarla ırk hususiyetlerinin yozlaşmasını da istemezler. Yani, diğerinin aksine, her ırkın kendi özelliğini koruması taraftarıdırlar.

Benim bu 4 çeşit ırkçılıktan hangisini savunduğumu, hangisini reddettiğimi herhalde anlamışınızdır.

Ya siz?

 

Orkun'dan Seçmeler