Ana Sayfa 1998-2012 Yalancı Bahar

Yalancı Bahar

Ekonomi ile ilgili beyanlar ve yorumlar gönüllere ferahlık veriyor. İhracatın rekor seviyede artması, kalkınma hızının yüksekliği, Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında değer kazanması veya hiç değilse değerini koruması, enflâsyonun düşük seviyelerde kalması, dış kredi musluklarının alabildiğince açılması, yabancı sermâyenin akın-akın geliyor olması… Şüphesiz memnuniyet verici gelişmelerdir.

Ancak yorumlara bakıp, ekonominin baharı yaşadığını söylemek yanıltıcı olur.

Zâten Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE)’nin açıkladığı veriler, beyan ve yorumlar kadar iç açıcı değil.

• Mayıs ayında cârî işlemler 2 milyar 400 milyon dolar açık verdi. Geçen yıla göre artış % 32. İlk 5 aydaki artış, hükümetin 2005 yılının tamamı için tahmin ettiği 18 milyar 242 milyon dolarlık rakamın üzerinde. Yıl sonunda Cumhuriyet târihinin cârî işlemler açığı rekoru kırılacak.

• Hane halkı İşgücü Anketi sonuçlarına göre işsizlik oranının % 23 olduğu açıklandı. Bu açıklama, Türkiye’de 16.000.000 işsiz olduğunun itirafıdır.

Başarılı olduğu, belli çevreler tarafından her vesile ile söylenen ekonomi yönetiminin, ekonomideki olumlu ve olumsuz gelişmeleri yönlendirme gücünün çok sınırlı olduğu biliniyor. Ülkemizde, getirenin her an alıp götürebileceği sıcak paranın miktarı hiç söylenmiyor. Başarıya bu paranın kaçışını önlemekle ulaşılır.

Önlenebilir mi ? veya Böyle bir durumda ne yapılabilir ? şeklindeki sorular; bayanlara yaşının, erkeklere maaşının sorulması gibi ayıp sayılıyor. Bırakınız sıcak paranın kaçışını, yeni borçlanmalar yapılmazsa çarkın nasıl döneceğini düşünmek bile yöneticileri endişelendiriyor olmalı. Endişelendirmiyorsa, kurtuluş ümidimiz de sıfırlanmış demektir.

İnsan; düştüğünün farkında değilse, kalkmaya teşebbüs etmez.

CİLÂNIN ALTINDA

NELER VAR ?

• İhr acatımız rekor seviyeye ulaştı. Doğru. Fakat dış ticâret açığımız da son bir yıl içerisinde % 90 arttı. İhracatımızın ithalâtı karşılama oranı % 60’ın altına indi.

• Döviz kurları, ülkedeki sıcak para sebebiyle artmıyor.

• Enflasyon, talep yetersizliğinden düşüyor.

• İhracattaki artış, firmaların iç piyasadaki talep yetersizliği sebebiyle dışa yönelmelerinden kaynaklanıyor. İhracatta tek başarılı kesim, otomotiv sektörü. Orada da ithalât artışı ve döviz çıktısı gibi olumsuzluklar yaşanıyor.

Özetle, 2005 yılının ilk 5 ayına ait göstergeler, gelecekle ilgili ümitleri desteklemiyor.

Vâdeli ithalâta kısıtlama getirilmezse ithalât daha da artacak. Yatırıma yönlendirilmesi gereken kaynaklar, ödeme günü geldiğinde dışarıya akacak. Kaynak olmayınca yatırım, yatırım olmayınca üretim, üretim olmayınca istihdam olmaz. İşsizler ordusu hızla 25.000.000’a doğru gelişiyor. İşsizlik en büyük sosyal adâletsizliktir ve en büyük tehlikedir.

Cârî açık, fâiz ödemeleri sebebiyle büyüyor. Büyüyen açıklar, kısa vâdeli borçlanmalarla karşılanıyor. Bu, günü kurtarma politikasıdır.

Peki yarın ?

Ekonomide yaşanan ve gizlenemeyecek şekildeki olumsuzluklar yorumlanırken; dünya piyasalarındaki hareketlenmeler gerekçe olarak gösteriliyor: Petrol fiyatlarının artışı, milletlerarası finans çevrelerinin faiz oranlarını yükseltmesi, hammadde fiyatlarındaki beklenmedik genişlemeler… vs.

İşsizlik oranının artışı; emek yoğun sistemden sermâye ve teknoloji yoğun üretime geçilmiş olmasına bağlanıyor. İthalâttaki artış, teknoloji yoğun endüstrilere sâhip ülkelerin, yerli üretime göre daha düşük fiyatla hammadde sunmaları ile açıklanıyor.

Yıllardan beri başarısızlıklar, bu gerekçelerle örtülmeye çalışıldı. Açıklamaların hepsinde olumsuzlukların sorumlusu yurt dışında. Suçlular ise önceki yönetimler. Eski yönetimleri suçlayanlar, günün birinde kendilerinin de suçlanacaklarını nedense düşünmüyorlar.

BİZ VE DÜNYA

İki molekül hidrojenle bir molekül oksijen; dünyanın her yerinde, her şart altında bir araya getirildiğinde su oluşur. Bu sebeple kimya, ilimdir. Bu noktadan hareket edenler, çok fazla değişkenleri olan ekonomiyi, ilim olarak kabul etmiyorlar. Buna rağmen ekonominin olmazsa olmazları, değişmez şartları vardır: Bir ülkede cârî açık millî gelirin % 3’ünü geçiyorsa, kriz kapıdadır. 1994 ve 2001 krizi, (ilgisiz görünmekle birlikte) bu sebeple yaşandı.

Krize dâvetiye çıkarılıyor! suçlamasına mâruz kalınacağı bilinmekle berâber, denilebilir ki; 2005’te değilse bile, 2006’da yeni bir kriz dalgası ile karşılaşabiliriz. Bu krizi önleyecek gücümüz olmasa bile, akıllı tercihlerle zararlarını en aza indirebiliriz.

Eğri otursak bile doğru düşünüp doğru konuşmalıyız: Gürcistan’da, Ukrayna’da ve Kırgızistan’da aynı tornadan çıktığı kanaatini uyandıran metotlarla iktidar değişiklikleri oldu. Değişiklikleri yönlendirenler, şüphesiz o ülkelere ilgi duyuyorlardı. Türkiye’yi neden ilgi alanlarının dışında tutsunlar ? Ancak onlar biliyorlar ki, Türkiye için başka bir yöntem uygulamak gerekli. O yöntemi belirlemeye çalışıyorlar. (Belki belirlediler, uygulamak için fırsat kolluyorlar.) Böylece kazanılan zamanı, olumlu yorumlar için değil, yararlı önlemler için değerlendirmemiz daha uygun bir hareket olur.

Dünyamız globalleşme yolunda hızla ilerliyor. 11 Eylül terör vahşetinden, (haklı veya haksız gerekçelere dayansa bile) Afganistan ve Irak’ın işgalinden sonra, Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu bölge ülkeleri huzurlu ve güvenli değil. Tek kutuplu düzensizlik sisteminde milletlerarası politikalar, hukuk prensiplerine göre değil, kaba kuvvetle belirleniyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dünyayı yeniden yapılandıracağını söylüyor ve söylediklerini gecikmeli de olsa yapıyor. Büyük Orta Doğu Projesi ile iddialarını sürdürüyor. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, Avrupa Birliği (AB) ve NATO gibi milletlerarası kuruluşlara rağmen…

AB, milletlerarası Zürih ve Londra anlaşmalarına aykırı olarak Güney Kıbrıs Rum Kesimini, adanın bütününü temsil edecek şekilde üyeliğe kabul etti. Her türlü yollar denenerek Kıbrıs’ta iktidar değişikliği gerçekleştirildi. ABD, çevre ülkelerde yeni üsler kuruyor, eskilerini güçlendiriyor. Rusya, Gürcistan’daki üslerini Ermenistan’a yerleştiriyor. Kırgızistan ve Özbekistan’ı yanına çekmiş olan ABD, Ermenistan yönetimine, güvendiği birini getirmek istiyor. İlham Aliev’i kontrolü altına alamaz ise Azerbaycan’da da…

ABD ve NATO, Rusya’nın Ermenistan’a yerleşmesini endişe ile takip ediyor. “Bu adım, Güney Kafkasya’nın istikrarını (?!) bozmamalıdır. Konuyu Moskova ile görüşeceğiz.” diyerek tepkilerini ortaya koyuyorlar. Bu ifâde, diplomasi dilinde; “Engel oluruz !” anlamındadır. Türkiye, aynı gelişmeleri Rusya’nın tasarrufu olarak görüyor. Bu görüş de gelecek tehlikeleri görmemek demektir.

Dost bildiklerimiz, Türkiye’ye; yalancı bahar havasında Lâle Devri yaşatıyorlar. Rehâvetimizden yararlanıp bizi kuşatıyorlar. Kuşatmakla da kalmıyorlar; bir taraftan ülkedeki askerî üsleri takviye ederken, diğer taraftan millî hassasiyetten mahrum toplulukların çoğalması için zemin hazırlıyorlar.

Varlığımızı ve gelişmemizi; düşmanlarımızın ve hatta dost bildiklerimizin âtıfetine bağlayamayız. Onlar, aleyhimizdeki her türlü imkânları açık veya gizli olarak kullanmak, kullanagelmekte oldukları imkânları daha da etkinleştirmek isteyeceklerdir. Bizim görevimiz tehlikeli gelişmeleri görmek, göstermek ve tedbir almak olmalı.

 

Orkun'dan Seçmeler