Ana Sayfa 1998-2012 Türklük ve Misyoner Etkinlikleri

Türklük ve Misyoner Etkinlikleri

Ben hemen hemen Cumhuriyet ile yaşıtım. Hem ailemde hem de okullarda seküler (dünyevî) eğitim gördüm. Düşünce sistemim, değerlendirmelerim ve davranışlarım genel çizgileri itibarıyla pozitif-bilimsel-çağcıl niteliklidir. Diğer bir ifade ile dünyayı ve dünya olaylarını dinsel bir gözle görmem ve değerlendirmem. Her fizik olayın gerisinde sadece yine bir fizik neden vardır; böylece her toplumsal olayın gerisinde de yine sadece bir toplumsal neden…

Yukarki satırları neden yazdım? Şunun için: Türklük ve Türkçülük de benim için tamamen dünyevî kavramlardır. Öbür dünya Türkçü’nün konusu değildir ve olmamalıdır da… Bu bakımdan bir Türkçü dergi olan Orkun’da da dinsel konuların yeri olmamalıdır. Madem böyle düşünüyorum, neden daha çok dinsel taraftar kazanma etkinliği ve din yayma çabası olarak anlaşılan1 misyoner etkinliklerini Orkun’da ele aldım? Bu bir çelişki değil mi? Şundan ele aldım, çünkü, Türklük ve Türkçülük için ufukta bir tehlike daha seziyorum da ondan.

“Daha” dedim, çünkü 1970’ten bu yana Türklük ve Türkçülük, “Türk-İslâm-Sentezi” nedeniyle ve dıştan Suudîler ve İran tarafından desteklenen iç misyonerler aracılığıyla, zamanla Türklük’e yabancılaşan ama ümmetleşen bir görünüm kazanmış bulunmaktadır. Bugün siyasî sahnede Türkçülük aktörü ve figüranı olarak görülenlerin, kullandığı sözcükler, argümanlar ve attığı sloganlar ortadadır.

Ben Türkçülük alt yapımı Pertevniyal Lisesi talebesi olduğum yıllarda (1941/1942-1944/1945) kazandım, yani Nihâl Atsız ve Reha Oğuz Türkkan’ı okuyarak. Sınıf arkadaşım Mehmet Dinler, Atsız ve Türkkan ile beraber yargılanan Dr. Hasan Ferit Cansever’in yeğeniydi2. Türklük ve Türkçülük3 o zamanki yorumu ile tartışmasız bir “Türk Üst Kimliklilik” idi ve bu Üst Kimlik başka hiçbir desteğe ihtiyaç duymaksızın Türk’ün sağlam ayaklarla dünya üzerinde durmasına yetiyor ve ta Ön Türkler’den Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar olan tarihi, öncesini, Gök: Tanrı’ya tapar Türk’ü, istilâcı Müslüman Araplara karşı cansiparane savaşan şamanist Türk’ü ve Hristiyan Haçlı’ya karşı ve sonra fetih için savaşan Müslüman Türk’ü bir bütün olarak kavrıyordu. İşte, o zamanın Türklük anlayışının bir ürünü olarak lâik Cumhuriyet çocuğu ben, bu dünyada başkaca hiçbir metafizik destek olmaksızın Türklük Şuuru ile ayakta durabiliyorum4.

Türkiye’de Devlet ve Din Çatışması var. Neden? Çünkü bir Siyaset Ringi var. Devlet bu ringin doğal bir aktörü. Ama bu ringe aslında doğal olmayan bir aktör daha çıkıyor: Din, yani Orta Doğu’da İslâm! Bütün iş ve bozukluk, hattâ felâket İslâm’ın yanlış ringe çıkarılmasından5 kaynaklanıyor. Oysaki İslâm’ın dünyevî olarak çıkacağı ring lâik ahlâkın şu veya bu sebepten ulaşamadığı noktalardaki gedikleri kapatmak olmalıdır. Meselâ bizde de olduğu gibi tüm Müslüman ülkelerde bol bulunan hırsızlık, yolsuzluk, adam kayırma, yalan, dolan, hile, kurnazlık(!?), rüşvet gibi ahlâksızlıklara karşı “Kul Hakkı Yememe Kuralı”nı işletmek gibi… Bilinen odur ki, dinler, bu meyanda İslâm, Siyasî Arena’da kirlenmektedir. Dünyadaki durum meyanında bunun canlı ve acı örneklerini AKP iktidarı bol bol vermektedir.

Türkiye’de Türkçülük kavramını İslâm kavramı içinde ele alan bir kesim var. Ama bu konuyu bu yazıda ele almayacağım.

Bazılarının (meselâ Mustafa Erkal, Yeniçağ 05.03.2005) iddiasına göre “… Misyonerlik zannedildiğinden farklı olarak siyasî hedefler gütmektedir… Türk kimliğini ve millî devleti hedef almıştır… Yeni bir haçlı saldırısı olarak ele alınabilir…” Prof. Erkal burada çıkış noktası olarak tüm misyonerlerin Türk kökenli olmayan Hristiyanlardan oluştuğunu ve oluşacağını varsayıyor. Bugün için bunu böyle kabul etmek durumundayız. Ama yarın Türk kökenli misyonerler olmayacak mıdır ve de sayıları artmayacak mıdır? Bir Türk, Hristiyan olunca ülkesinin bölünmesini neden istesin ki? Hristiyan Türk olan Gagavuz kardeşlerimiz Türkiye bölünsün, güçsüzleşsin isterler mi? Hiçbir Türk sırf Hristiyan diye Gagavuz kardeşlerimizin elde etmiş oldukları otonomiyi kaybetsinler ister mi? Türklük ve Türkçülük bakımından benim aynım olan kardeşim Hristiyan, Musevî, Budist veya ateist olursa onu dışlayacak mıyım? Veya inanç farkımız oluştuğu için o beni dışlamalı mıdır? Gaddarlığı belgelenmiş olan Müslüman Arap kumandan Kuteybe6 ile vatanı ve budunu için cansiparane savaşmış olan şamanist Türkler benim özbeöz atalarım değil mi?

Şunu demek istiyorum: Yarın bir Hristiyan (misyoner) Türk ile karşılaşacağız. Yadırgamayalım ve farklı klüpleri tuttuğumuzu varsayalım. Türk’ü Türk’e düşman eden zihniyetlere kesinlikle karşı çıkmalıyız. Bu ister dinî olsun isterse lâdinî! Bu hususta hiçbir Türkçü ile ters düştüğümü sanmıyorum!

Sırası gelmişken şunu da özellikle vurgulamak isterim: Özbeöz Türk-Alevî kardeşlerimizi dışlayan Sünnî-Hanefî Türkler (!?) misyonerlerden katbekat t zararlı, tehlikeli ve bölücü değiller midir? Bu durumda Alevî’yi dışlayan mı suçlu yoksa dışlanmışa yakınlaşan misyoner mi? Sapsağlam Türk’e vebalı muamelesi yapan mı yoksa ona kucak açan mı? Önce kapımızın önünü temiz tutalım ve içimizdeki, aramızdaki sünnî-hanefî saldırıları durduralım. Orta Asya’dan getirdiğimiz gelenek ve göreneklerimizi en iyi koruyan ve uygulayan özbeöz Türk’ü Alevî diye dışla sonra da onun peşine takılan misyoneri lânetle! Önce kardeşimizi dışlayan zihniyetimizi lânetliyelim! Kafamızı karıştıran rüzgar ne Gün Doğumu’ndan ne Gün Batımı’ndan ne de Poyraz’dan geliyor, Lodos’tan…

Hristiyan Türklerin sayısı artacak mıdır? Benim tahminime göre zamanla artacak, milyonlara ulaşacaktır, hem de ortalama toplumun üst kesiminden taraftar bularak. Bugün dahi fanatik Müslümanlardan çekinilmese, meselâ Türk toplumu Batı Toplumları gibi toleranslı olsa, bazı Türkler – bir ölçüde dışlanmayı da göze alarak – açıkça Hristiyan olduklarını söyleyeceklerdir. Bu hoşgörüyü İslâm’dan şimdilik beklemek mümkün değildir. Hristiyan Türklerin sayısı neden artacaktır? Başlıca birkaç neden hemen sayabilirirm: a) Budizm’i ve millî bir din olan Yahudilik’i bir kenara korsak nitelik itibarıyla Hristiyanlık ile İslâm arasında fark yoktur, yani müspet düşünen insanlar için ikisi de eleştiriye gelmez, ikisinin de mantığı aynıdır, tek Tanrı ve öbür dünya gibi… Aşkın’a inanmak ihtiyacını duyan bir kişi için akla ve bilime ters düşen hususlar önemsiz olduğundan ikisinin de şansı eşit sayılabilir, b) Hristiyanlık uzun zamandan beri cennet ve özellikle cehennem temasını işlemeyip “sevgi” temasını işlemektedir ve aynı tema Türkiye’de de işlenmektedir. Nisan 2005’te ölen Papa II. Jean Paul’ün son sözleri “…Sevgi yürekleri dönüştürür ve huzur verir…” olmuş7. Eğitim ve kültür düzeyi yükselen Türkiye’de değer yargılarında büyük yer değiştirmeler olmakta, humanist ve humaniter lâik değerler yücelmektedir. Bu meyanda da cehennemsiz lâik “iyilik, dostluk, barış, sevgi” kavramları yücelmektedir, c) İslâm kadına yönelik – dayanaksız da olsa – türban, el sıkmama, kadınları ikinci sınıf sayma, dövme, izole etme gibi kaba erkek davranışları ile nüfusun yarısını ezmekte, buna karşılık ortaçağ zihniyetinden arınan modern Hristiyanlık kadına saygı duymakta ve bunu büyük ölçüde uygulamaktadır, d) teoride haiz olduğu söylenen niteliği bir tarafa pratikte İslâm zamanımızda hoşgörülü değildir, e) Ritüeller bakımından Hristiyanlık daha estetik, kolay ve çağdaştır, f) Kur’an anlaşılması ve sistematiği zor bir kitap olduğu hâlde özellikle İncil hikâye şeklinde ve kolay anlaşılır niteliktedir, g) İslâm’ın Hristiyanlık inancına hakarete varan yaklaşımları; hem Hristiyanlık Hak dinidir ve İsa peygamberdir deyip hem de Hristiyanları öldürülmesi gereken kişiler görmesi tarafsız kafalarda tepki ve Hristiyanlık lehine sempati yaratmaktadır, h) Müslüman ülkelerin ve halklarının maddî ve manevî geri olmaları, demokrasiyi gerçekleştirememeleri, insan hakları ihlâlleri ve son zamanlardaki teröristlerin Müslüman olmaları, i) niteliği gereği kirli alan olan politikaya giren İslâm, yani Siyasî İslâm zorunlu olarak kirlenmektedir ve İslâm birçok kirlilikle birlikte anılmaktadır. Buna karşılık elini eteğini siyasetten çekmiş veya çektirilmiş olan Hristiyanlık eski sabıkasına rağmen ak gözükmektedir j) İslâm entelekyasının, bu meyanda buna alt yapı olarak en uygun durumda olan Türk-İslâm Entelekyası’nın bir türlü beklenen ve gerekli “İslâmî Reform”u gerçekleştirememesi, İslâm’ın bin beş yüz önceki faizle hiç ilgisi olmayan modern faize, hattâ satranç oyununa bile karşı çıkması8 Müslümanlarda sıkıntı yaratmaktadır, k) İslâm’ı öğretmek, yaymak, yaygınlaştırmak misyonu olanlar İslâm’ın zor tarafından girmekte, işi zorlaştırmakta, güler yüz ve tatlı dil bilmemektedirler, l) okumuş bilgili insanlara bazı fiziksel ve toplumsal olayları izah ederken ilkel yorumlar getirmektedirler: deprem-türban yasağı ilişkisi, Çanakkale savaşında evliyanın yardımı veya kuraklık çaresi olarak yağmur duası, m) İslâm’ın ayağa düşürülmesi: sık aralıklarla, zevksiz camiler yapılması, hoparlör terörü, çağdışı giysiler, bayrağa-istiklâl marşına saygısızlık, n) İslâmî entelekyanın Atatürk’ün adını bir asker olarak bile anmamak vefasızlığı, kadirşinassızlığı…

Zamanla Hristiyan Türk Uyruklular içinde Türk kökenlilerin artması, misyonerliğin Türkiye’nin bölünmesini hedeflediği söyleyen kesimin de tahminini çürütecektir, yeter ki Türk Üst Kimliği dinsel kimliği bastırsın. Tehlike, Hristiyan Ümmeti havasına giren kesim için söz konusudur, yani önce Hristiyanlık diyenler için. Ama aynı tehlike aynı derecede Müslüman Ümmeti tezi için de söz konusudur… Vatanı satan ister Hristiyan olsun, ister Müslüman; Türk bayrağına saygı duymayan İHL’li kız veya erkek ister Türk9, ister Kürt, ister Arap kökenli olsun ne fark eder, vatan elden gittikten sonra…

Biz Batı Türklerinin unutmaması gereken önemli bir husus da artık Türk Dünyası’nın tek bağımsızı olmadığımız ve Turan’ı kontrol edecek ve yönlendirecek maddî-ekonomik ve manevî-kültürel birikimimizin de yetersiz10 olduğudur. Mademki “misyonerlik”ten söz ediyorum, bu meyanda siyasî islâmın bir misyonunun da Türk’ü Türklük’e yabancılaştırmak olduğunu (“Türk” değil “Türkiyeli” başbakan var!?) ve bu tür misyonun, Türk’ü Hristiyanlaştırmak misyonundan katbekat tehlikeli olduğunu ekleyeyim. Turan11, okuma-yazma ve Batı’ya açılabilme uyumu bakımlarından biz Anadolu Türklerinden daha avantajlıdır. AKP iktidarı (ve onu iktidar yapan zihniyet) ve İslâm-Ümmeti-Kimliği ile Türk Üst Kimliği arasında bocalayan siyasal Türkçülük doktrini (MHP ve onun NGO’su ülkü Ocakları12) günün birinde Türkçülük ve Turancılık merkezini Türkiye’den başka bir Türk ülkesine kaydırabilir. Aslolan Türklük ve Türkçülük ideoloji veya doktrininin ona en iyi sahip çıkan ve ona lâyık Türklerin elinde olmasıdır. Bu, gelecekte bağımsız Kırım da, Kazan da, Kombat da olabilir, bugünkü Bakü, Almatı, Aşkabat, Bişkek, Taşkent, Kaşgar vs. de…

Yarın bir Müslüman Turan ülkesi Hristiyan olursa ne yapacağız? Benim gibi düşünenler için değişen bir şey olmaz yeter ki o Turan ülkesinde Üst Kimlik “Türklük” olsun ve Öbür Dünya yorumu toplumsal alana karışmasın, yani lâisizm (sekülerizm) uygulansın13, yani Türklük İslâm içinde değil, İslâm Türklük içinde ele alınsın. Gökalp’ı da etkilemiş olan Azerbaycanlı Türk Hüseyinzade Ali Bey (1864-1941) ne diyor:

Sizlersiniz, ey kavmi Macar bizlere ihvan

Ecdadımızın müştereken menşei Turan

Bir dindeyiz hepimiz hakperestan

Mümkün mü ayırsın bizi İncil ile Kur’an

Ben burada “Macar” ile “Müslüman olmayan Türk kökenliliği”, “İncil ile Kur’an” ile de “hangi din olursa olsun”u anlıyorum14.

Yukarki paragrafı neden yazdım? 18.03.2005 tarihli Halk’a ve Olaylara Tercüman gazetesinde Namık Kemal Zeybek’in “Allah Bir’dir” adlı bir yazı çıktı. O yazıyı okuyunca bende sanki bu yazı, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla, mantığı ile Hristiyanlık öğretisini seçmiş Türklere gözdağı ve Müslüman Türklere de hedef göstermek gibi geldi15. En azından Hristiyan öğretiyi tercih eden Türk kardeşlerimizin incinmiş olacağını düşündüm. Umarım çarpık yorumladım. Ama doğrusu Hristiyanlık dinini seçmiş Türk insanının ister – Papa Eftim’in torunu, Selçuk Erenerol’un kızı Sevgi Erenerol veya Gagauz Sesi gazetesi baş redaktörü Petri Yalıncı16 gibi – Hristiyan ana-baba’dan doğmuş olsun isterse de – Tevfik Fikret’in oğlu Halûk gibi – Müslüman ana-baba’dan doğsun, dışlanmasını kabul edemedim. Bir kişi Türk budunundan gelsin veya gelmesin, “…Ben Türk’üm…” diyorsa ve bundan mutluluk (onur ve kıvanç dahil) duyuyor ve bunun gereğini de yerine getiriyorsa o benim Türk kardeşimdir.

Hristiyanlık ve Müslümanlık dahil tüm dinler, hiçbir inanç, öğreti, tez, idoloji, doktrin vs. Türk’ü Türklük’ten dışlamamalıdır. Bunun için de gerekli ve yeterli olan dünyanın neresinde olursa olsun her Türk’te “Türklük Üst Kimliği”nin oluşmasıdır. Bu da ancak lâik (seküler) bir ortamda gerçekleşir. Türk Entelekyası’nın birinci görevi de bu ortamın ve kimliğin tesisi, korunması ve yeni kuşaklara devredilmesi olmalıdır17. Bu görev zaten bize Atatürk tarafından verildi…

Bu konuyu şöyle noktalamak istiyorum. Üç yıl kadar önce Almanca (İsviçre versiyonu olabilir) Das Beste dergisinde okudum. Dalai Lama’ya, Budizm’i seçen Almanlar hatırlatılarak fikri soruluyor. Himalayalı’nın cevabı ilginç, mealen diyor ki: “… Tavsiye etmem. Din değiştirmek kişinin iç dünyasında ikilik ve ara sıra da olsa daima pişmanlık oluşturur ki, bu da dinlerin başlıca hedefi olması gereken iç huzurunun kaybolması demektir; kişi en iyisi içine doğduğu inançta kalmalı, onun gereklerini, ritüellerini yerine getirmese de…” Ben, metafizik ihtiyacı olanların Dalai Lama’nın sözlerini hatırlamalarını, iyi düşünmelerini, din ve uyrukluk değiştirmenin huzursuzluk yaratabileceğini akıldan çıkarmamalarını tavsiye ediyor ve de – yararı olmayacağını bile bile – hem Müslüman18 hem de Hristiyan misyonerlere, “… insanların huzurunu bozmayın, lutfen…” diyorum. Tarihi şahit gösterek diyorum ki, hangisi olursa olsun dinler dünyasal alana girdiklerinde (şeriat!) mutsuzluk oluşturmaktadırlar.

Ve ummak isterim ki, seküler düşünceli insanlar – Fransa’da Papa’nın ölümü nedeniyle yas ilânı ve bayrakların yarıya indirilmesine karşı çıkanlar gibi19 – artar ve tüm dünyada mutluluk yerine huzursuzluk doğuran misyoner etkinlikleri önlenir. İnsanların ne bedenlerine (özellikle töre-namus maskesi altında kadınların) ne de ruhlarına karışılmalıdır, yeter ki bunlar çağcıl toplumsal düzene ters düşmesinler…

DİPNOTLARI

1- Tüm dünyada misyonerlik genelde ve öncelikle böyle anlaşılır. Ancak misyon kabaca “bir görev” dir, kişinin bir hususu yapmak-yaymak işini çok zaman tam veya yarı gönüllü üslenmesidir. Ben şahsen Türk’ün “Üst Kimliği” Türklük olsun diye gönüllü uğraşan bir bireyim, bu benim bir misyonumdur ve bu bakımdan ben de bir mini misyoner’im!

2- Bana Türkçülük fikrini aşılayan sınıf arkadaşım müteveffa Ayhan Açıkalın, Mehmet ve Dr. Cansever aracılığı ile Reha Oğuz Türkkan ile konuşmuştu. Biz “vurun-kırın” gibilerden bir fikir beklerken, Türkkan’ın “derslerinize çalışın” tavsiyesi bizi düş kırıklığına uğratmıştı. Türklük ve Türkçülük kavramı hâlâ maalesef böyle vur-kır anlaşılıyor. Ancak “Eskiler” tekbir getirip mitingleri arabeskleştirmezlerdi, saf Türkçü idiler…

3- Bunun birincisine “ideoloji” dersek ikincisine “doktrin” diyebilirız sanıyorum. Ben, “ideoloji” ile soyut ilkeleri ve “doktrin” ile ideolojinin somut ilkeler hâline getirilmiş ve uygulamasına geçirilmiş şeklini ima ediyorum. Benim anlayışıma göre “Altı Ok” bir doktrindir.

4- Bu, benim, çağcıl uygarlık düzeyini gözardı ederek de ayakta durabileceğim anlamına değildir, tabiî.

5- Çünkü siyasî ring menejerlere, sağcı olsun solcu olsun, maddî ve manevî büyük rant da sağlıyor. Bu sürecin içinde yaşıyoruz zaten.

6- Taberî’den aktaran Prof. Zekeriya Kitapçı. Fuat Bozkurt, Türklerin Dini, sayfa 172, Cem Yayınevi 1995, ISBN 975-406-539-X. Wellhausen’a göre Kuteybe başarısının çoğunu vicdansızlığına borçludur! “Kültigin 707’de Merv’de ve 711’de Semerkant’ta olmak üzere iki kez Arap emiri Kuteybe’ye karşı savaştığı sanılır…” y.a.g.e. sayfa 174

7- Cumhuriyet gazetesi, 4 nisan 2005, sayfa 10

8- Mehmet Talü, Millî Gazete, 22 mart 2005: “… satranç gibi oyunlar da tahrimen mekruhtur…”

9- Mersin’de patlak veren bayrak olayı üzerine tüm yurdu saran bayrak tutkusu “Türkiyeli” geçinen siyasîleri de düşündürmeli. Çünkü o bayrak “Türkiye Bayrağı” değil “TÜRK BAYRAĞI” idi ve de öyledir!

10- Bugünlerde iç huzursuzluk içinde olan Kırgız kardeşlerimiz, SSCB’nin eğitim sistemi sayesinde, yüzde yüz okuryazarlık düzeyindedir.

11- Turan ile bu yazıya mahsus olmak üzere şunu kastediyorum: Batı Trakya Türkleri, Balkan Türkleri, Gagavuzeli Türkleri, Kırım Türkleri, Kazan Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Kazakistan Türkleri, Özbekistan Türkleri, Türkmenistan Türkleri, Kırgızistan Türkleri ve Doğu Türkistan Türkleri ve ABD-Melucanlar (!?). Yakutlar, Sahalar vs. hakkında bilgim az.

12- Dünyasal bir husus için gösteri yürüyüşü yapan Ülkücü kalabalığın tekbir getirmesinin mantığını anlamak mümkün değil!

13- Konuyu mikro düzeyde değerlendirirsem şöyle ifade edeyim: Benim eşim, kardeşim, çocuğum, arkadaşım din değiştirse veya ateist olsa ama Türk Üst Kimlikli kalsa benim için özbeöz Türktür.

14- Bu konu ile ilgili olarak Peyami Safa’nın Türk İnkılâbına Bakışlar adlı eserindeki Süleyman Nazif-Ahmet Ağaoğlu tartışması okunabilir.

15- Zeybek, çesitli ayetler zikrediyor. İşte bazı örnekler: Maide 17: “Meryem oğlu Mesih Allah’tır diyenler and olsun, kesinlikle kâfir oldular”; Maide 72: “And olsun. Meryem oğlu Mesih Allah’tır diyenler kesinlikle kâfir oldular.” ; Nisa 171:”… Allah üçtür demeyin! Bu sözden ayrılırsanız sizin için hayırlı olur…”

16- 1998’de Erdoğan Aslıyüce’nin tavassutu ile tanışmıştım.

17- Türk İnsanı’nı Türkiye’de ve Turan’da, Dil’de-Fikir’de-İş’te, çağcıl İyi-Doğru-Güzel parametrelere göre yeniden forme edecek bir İsmail Gaspıralı ardılı’na veya yeni bir çağcıl Türkçülük yorumuna kesinlikle gereksinimiz var! Yoksa Türkçülük de içtihada kapalı İslâm’ın durumuna düşer…

18- Kendi gözümüzdeki çöpü görmemek alışkanlığı ve kötü huyu sürüp gidiyor. Dün de vardı bugün de. Müslüman misyonerler ve misyonerliği vardır, her ne kadar ilkel örgütlenme ve ilkel kişisel donanım nedeniyle İslâm dünyasının ilkelliği ile orantılı ise de. Prof. Süleyman Ateş’in DİB döneminde Alevî köylere cami yaptırıldığını ve sünnîliğe yönlendirilmeğe çalışıldığını okumuştum. Oldukça yaygın olan Fethullah Okulları neden var, işlevleri ne? Türkiye’deki lâik düzenin karşıtı birçok dernek ve vakıf, kardeş Türk Cumhuriyetleri’nde de aynı etkinlik içinde değil mi? Özbekistan boşuna mı reaksiyon gösterdi? Bir de Osmanlı tarihinde bir “Kolonizatör Türk Dervişleri” diye bir bahis olduğunu ve Ord. Prof. Ömer Lütfü Barkan (ki hocamdı) tarafından incelendiğini hatırlatmak isterim.

19- Seküler düşünceli biri olarak Mehmet Ali Ağca’nın elini sıkacak kadar uygar olan Papa II. Juan Poul’a sempati duyduğumu söyleyebilirim. Ama Lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin matem olarak bayraklarını yarıya indirmesini kabul etmiyorum. Vatikan’ı devlet diye sayıyorsak o zaman dünyada 200 kadar devlet başkanının ölümünde de bayrakları yarıya indirmeliyiz…

 

Orkun'dan Seçmeler