Ana Sayfa 1998-2012 Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi ile ilgili politikası

Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi ile ilgili politikası

Devletlerin dış politikalarının belirli kuralları vardır. Bu kuralların önde gelenlerinden birisi de üretilecek politikalarda tarihî temellerin göz önüne alınmasıdır. Her ne kadar zaman ve yeni şartlara göre bazı değişimler veya yeni oluşumlar ortaya çıksa da temelde tarihî sebepler ya da tarihî gerçekler devletlerin dış politikalarında önemli yer tutar. Hele bu devlet Orta Doğu ile Batı, Rusya ile Afrika arsındaki geçiş noktalarının üzerinde yer alan jeopolitik ve joestratejik açıdan önemli bir coğrafyada bulunuyorsa, buna ilâve olarak bir imparatorluğun emperyalist devletlerce parçalanmasından sonra çevresini kendinden kopan devletlerin sardığı bir ülkeyse izlenecek dış politikalarda tarihî gerçeklerin önemi kat be kat artar. Türkiye’nin üreteceği bölgesel ve uluslararası politikalarda bütün bu gerçekler göz ardı edilmemelidir.

Bu noktadan hareketle Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi ile ilgili üreteceği politikalarda da tarihî gerçeklik her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Bununla ilgili olarak Orkun dergisinin 95. sayısında yayınlanan makalede Batılıların -özellikle İngilizler- bölge üzerindeki oyunları ve uygulanan politikalar ele alınmıştı.1 Ancak burada bu konunun dış politika ile ilgilisi üzerine bazı yeni değerlendirmelerin yapılması ve hatta Türkiye’nin bölge ile ilgili politikalarının yeniden ele alınmasının gereği üzerinde durulacaktır.

On dördüncü yüzyılın hemen başında Kuzey Batı Anadolu’da konuşlanmış Oğuzların Kayı aşiretine mensup bir gurubun, Gayrimüslim Bizans ve Rumeli üzerinde başlattıkları genişleme hareketi, aslında Türklerin daha Hunlardan itibaren başlayan batıya dönük ilerleyişlerinin bir parçasıydı. Bu ilerleyiş II. Mehmet (Fatih) ile birlikte yepyeni bir politika olarak benimsendi ve Osmanlı sınırları Fırat’ın batısı ile Tuna’nın doğusu arasında kalan kesintisiz bir arazi bloğuna dönüştü.2 II. Mehmet’in belirginleştirdiği bu politika ile imparatorluğun sınırları halefleri olan sonraki Osmanlı hükümdarları tarafından -özellikle I. Selim (Yavuz) ve I. Süleyman (Kanunî)- doğuda İran ve Azerbaycan ile Kafkaslar’a, batıda ise Macar ovalarından Avusturya kapılarına kadar dayandırıldı. Ancak imparatorluğun on altıncı yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan çöküş serüveni on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren batılı devletlerin imparatorluğu parçalama gayretleri hâline dönüştü. Bu paylaşım sürecinin sonunda imzalanan Sevr Antlaşması ile imparatorluk dahilinde kurulması planlanan Kürt devleti ve Büyük Ermenistan hayali gerçekleşemeden Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, bu hedeflerin ileri bir tarihe bırakılmasına sebep oldu. İşte bugün gelinen noktada, ileri bir tarihe bırakılan hedeflerin gerçekleştirilmesine başlandığı olaylar zinciri karşımıza çıktı. Bugün Irak’ın kuzeyinde yaşananların temelinde Tuna’nın doğusundan Anadolu sınırına kadar geriletilen Türklerin şimdi de Fırat’ın doğusu ile bağlarını kopararak iç Anadolu coğrafyasına hapsedilme çabasının bir sonucu olduğu anlaşılmaktadır.

On dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında imparatorluğun parçalanma sürec inde kullanılan en önemli argümanlar Doğu Sorunu ve Oryantalizm idi. Bu konu ile ilgili olarak daha önce başka bir yerde belirtilen şu noktayı tekrarlamakta fayda var: “Avrupalı sömürgeci devletlerin sömürge mücadelesinden en fazla etkilenen devlet Osmanlı İmparatorluğu oldu. İmparatorluğun yönetimi altında bulunan bölgelerin sahip oldukları yeraltı zenginlikleri sömürgeci devletlerin ilgisini çekti. Napolyon’un 1789 Fransız devrimi sonrasında değiştirdiği Avrupa haritasını düzenlemek için 1815 yılında Viyana Kongresi’nde bir araya gelen Rusya, Avusturya, İngiltere, Fransa ve Prusya ilk defa Şark Meselesi ya da bugünkü deyim ile Doğu Sorunu adlı yeni bir terim ortaya attılar. Şark Meselesi Osmanlı’nın yönetimi altında bulunan milletleri idare etmekten âciz olduğu savından hareketle ortaya konulan diplomasiye verilen isim olarak kabul edildi. Böylece imparatorluk dahilindeki milletlerin bağımsızlıklarını elde etmeleri amaçlanarak kendi sömürgeci zihniyetleri çerçevesinde kendilerine bağlı devletler ortaya çıkararak bu bölgeleri sömürme yoluna gittiler. Avrupalı Sömürgeci devletler bu amaç uğruna ilk defa on dördüncü yüzyılın başlarında Viyana Kilisesi Konseyi tarafından Oryantal dillerin ve kültürlerin öğrenilmesi ve anlatılması için üniversitede bir bilim dalı olarak kurulan ve on sekiz inci yüzyıl ile on dokuzuncu yüzyılda özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya’daki çalışmalar ve kurumlarla kurumsallaşarak yoğunluk kazanan Orientalism / Oryantalizm (Doğu Bilimi) adlı disiplinden amaçlarına göre faydalanmaya kalkıştılar. Edward Said tarafından “Batı tarafından zayıf olduğu için Doğu’ya empoze edilen, Doğu’yu kendi içlerinde eritmek ya da aradaki farkları kaldırmak için geliştirilen bir doktrin” olarak tanımlanan Oryantalizm, on dokuzuncu yüzyıldaki Şark Meselesi’nin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde uygulanış biçimidir. Batılı Oryantalistler Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili çalışmalarda o kadar ileri gittiler ki, Osmanlının kuruluş dönemi ve etnik yapısı hakkında gerçek dışı fikirler kaleme aldılar. Buraya kadar verilen bilgilerin ışığı altında sömürgeci devletlerin Osmanlı İmparatorluğu ve özellikle Musul bölgesi üzerindeki ilgilerine ve sömürgeci politikalarının doğurduğu paylaşım sorunları açısından birbirleri ile olan mücadelelerine kısaca göz atmak gerekir.”3 Buradan hareketle batılı enperyalist devletlerin bu politikalarının hâlen devam ettiği ve bunun üzerine Irak’ın kuzeyindeki gelişmelerin baş gösterdiği sonucuna rahatlıkla varılabilir.

Bu konuda ortaya çıkan yeni bilgiler ve haberler oldukça dikkat çekicidir. Türk basınında da yer alan bir haberde şunlar yer almaktaydı. ”Birinci Dünya Savaşı’nda 1916-1918 yılları arasında Arapları Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklandıran ve Arabistanlı Lawrence adıyla bilinen İngiliz casusu T. E. Lawrence’ın, savaşın bitiminde Orta Doğu’nun siyasî şekillenmesi için bir harita önerdiği ve bu haritada Kürtler ve Ermenilerin ayrı bir devlet olarak örgütlenmesini istediği ortaya çıktı. Savaşın galibi İngiltere ve Fransa tarafından dikkate alınmayan Lawrence’ın çizdiği bu haritanın yakında Londra’daki Emperyal Savaş Müzesi’nde sergileneceği açıklandı. BBC’nin haberine göre, Lawrence’ın haritası kısa bir süre önce keşfedildi. 1916’da dönemin İngiliz yetkilisi Sir Mark Sykes ile Fransız yetkili François Georges-Picot’un üzerinde anlaşmaya vardığı Irak ve Orta Doğu haritasına karşı çıkan Lawrence, bunun yerine Ceyhan ve çevresinde bir Ermeni devleti kurulmasını istedi. BBC, Lawrence’ın bugünkü Irak’taki, Kürt ve Arap bölgelerinde iki ayrı devlet kurulmasını istediğini belirtti. Ancak, BBC’nin in internet sitesindeki harita incelendiğinde bugünkü fiilî Kürt devletinin bulunduğu Kuzey Irak üzerine Lawrence’ın iki soru işareti koyduğu görülüyor.Lawrence, bu önerilerini ve haritasını 1918’de İngiliz Savaş Kabinesi’nin Doğu Komitesi’ne götürdü. Ancak Mezopotamya Araplarının da başka bir devlete sahip olmasını öneren Lawrence’ın haritası Sykes ve Picot tarafından kabul edilmedi. Lawrence’ın haritası Mezopotamya İngiliz Askerî Yönetimi’nce de benimsenmedi4 Bugün bölgede yaşananların neler olduğuna bakıldığında İngiliz Lawrence’in bahsedilen planından ve haritasından daha farklı bir durum gözükmemektedir. Sykes ve Picot tarafından o gün kabul edilmeyen harita bugün ne yazık ki neredeyse resmiyet kazanacak noktaya gelmiş bulunuyor.

On dokuzuncu yüzyılın sonunda başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama politikalarının önemli bir ayağını -yukarıda değinildiği gibi- eski Osmanlı toprakları içerisinde yer alan ve Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Misak-ı Millî sınırlarından bazı bölgeleri kapsayacak şekilde biçimlendirilen bir Kürt devleti kurulması oluşturmaktadır. İşte bütün bu tarihî gerçekler Türkiye’nin genelde Ortadoğu, özelde ise Irak’ın kuzeyi ile ilgili dış siyasetini belirlemede önemli bir rol oynamalıdır. Ancak bugüne kadar takip edilen politikaların ya da dış siyasetin, her şeyden önce tarihe ve gerçeklere pek yakın olmadığı görülmektedir. Yıllardır Kürt devletini kurmak için mücadele ettiklerini her defasında dillendiren Iraklı Kürt liderler, Türkiye Cumhuriyeti’nin pasaportunu bile taşıyabilmişler ve dünyayı gezmişler daha sonra Türkiye’yi tehdit etme cüretini kendilerinde bulabilmişlerdi. Bu bakımdan Türkiye, Irak ve kuzeyi ile ilgili bu zamana kadar uyguladığı politikalar yerine daha doğru ve tarihî gerçeklere uygun dış politikalar üretmek zorundadır. Nitekim son zamanlarda yine basına yansıyan emekli bir generalin sözleri bu gerçekliği pekiştirmektedir. Bu habere göre “Foreign Affairs dergisinde çıkan “Türk Ordusunun Avrupa Yürüyüşü” başlıklı makaleyle ilgili tartışmaları değerlendiren eski Jandarma Genel Komutanı, emekli Orgeneral Şener Eruygur, Türkiye için “hedefte değil, süreçte” sorun bulunduğunu söyledi. Eruygur, kendi dönemlerinde de Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini paylaştığını, ancak sürecin önemli sorunlar yarattığını kaydetti. Problemin hedefte değil, süreçte olduğunu vurguladı. Eruygur, Türkiye’nin Kuzey Irak politikasının hatalı olduğunu, Ankara’nın ileriyi göremediğini belirtti. Kuzey Irak’ta bir “Kürt devleti nüvesi”nin kurulmasına Türkiye’nin de katkıda bulunduğunu, bu anlamda 1991’den sonra izlenen politikanın hatalı olduğunun şimdi anlaşıldığını kaydetti. Eruygur, “Bugün Kuzey Irak’ta bir devlet kurulmasına Türkiye de katkıda bulunmuş oldu. Keşke öyle olmasaydı. Barzanî-Talabanî, PKK-Öcalan arasındaki çatışmalar, çekişmelerle sorunun kontrol edilebileceği düşünüldü. Klasik, birbirine kırdırma politikasıyla sonuç alınacağı zannedildi. Halbuki sonuçta bunların hepsinin amacının aynı olduğunu göremedik. Ortak amaçları bir Kürt devleti kurmaktı. Aralarında çekişme, çatışma, yarışma olsa da ortak hedeflerinin bu olduğu unutulmamalıydı. ‘Eruygur, bundan sonraki süreçte, Türkiye için önemli olanın Kuzey Irak’taki mevcut durumun bir adım daha ileri gitmesinin önlenmesi olduğuna işaret ederek kaygısını şöyle dile getirdi.: “Şimdi İran’a dönük, Suriye’ye dönük bazı girişimlerden söz ediliyor. ABD’nin taleplerine ilişkin haberler yansıyor. Türkiye açısından önemli olan, Kuzey Irak’taki oluşumun lokalize edilmesi, bu düzeyde kalmasıdır. Bu nedenle Irak’ın toprak bütünlüğü çok önemlidir. Bazı gelişmeler olur, İran’dan Suriye’den bir parça koparırlarsa o zaman Türkiye de riske girer. Bu nedenle mevcut durumun bir adım öteye gitmesinin önü alınmalıdır. 1991’den beri yapılan hatalar tekrar edilmemelidir. Bu hatalar biraz da yakın tarihin bilinmemesinden kaynaklanıyor.”5 Emekli generalin da belirttiği gibi bundan sonraki gelişmelerin neler olabileceği bu zamana kadar neler olduğu veya nasıl olduğu ile yakından ilgilidir Eğer Irak’ın kuzeyinde yaşananların neleri getireceği görülmek isteniyorsa kesinlikle ve kesinlikle geçmişe bakmak gerektiğinin farkına varılmalıdır. Her ne kadar zamanın, şartların, rol alan ülkelerin ve rollerin değiştiği bilinse de hedefin hep aynı olduğu göz ardı edilemeyecek kadar açıktır. Geçmişte olası zorluklardan çekinilerek gerçekleştirilemeyen harekâtların yapılmamasının ileride telâfisi zor sıkıntılara sebep olacağını görmemek ve yine “hata yaptık” dememek için doğru, tutarlı, tarihî gerçeklerle örtüşen ileriye dönük politikalar üretilmelidir. Yıllar yılı kurulması imkânsız denilen Kürt devletinin fiilî olarak Irak’ın kuzeyinde kurulduğu ve geriye işin resmîleşmesinin kaldığını görmemenin ve bazı büyük devletler ile Kürt liderlerin “Irak’ın bütünlüğünün korunması” kılıfının altına sığınarak olanları görmezden gelmenin izahı mümkün değildir. Resmîleşecek Kürt devletinin sınırlarının Irak’ın kuzeyi ile sınırlı kalmayacağının kanıtı tarihî belgelerle sabittir. Tarih bütün olanları kaydetmektedir..

DİPNOTLARI

1- Ayrıntılı bilgi için bkz. Haldun Eroğlu, “Irak’ın Kuzeyi’nde Oynanan Oyunlar”, Orkun Dergisi, Sayı 95, (Ocak 2006), s. 4-6

2- Halil İnalcık Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, (1300-1600), c. I, İstanbul 2000, s. 53vd.

3- Ayrıntılı bilgi için bkz. Haldun Eroğlu, “Tarihten Günümüze Irak ve Türkiye” Dokuzuncu Askerî Tarih Semineri Bildirileri I, Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı yay., Ankara 2005, s. 88vd.

4- Milliyet Gazetesi, 13 Ekim 2005

5- Milliyet Gazetesi 4 Ocak 2006

 

Orkun'dan Seçmeler