Türkistan coğrafyasını ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin kültürel hareketlerini ve kültürel yapısını incelerken, millî hareket niteliği kazanmış Ceditçilik ve Türkçülük gibi fikir hareketlerinin tarihsel gelişimini incelemeden Türk Dünyası’nın kültürel yapısını anlamak ve değerlendirmek zordur.
Müslüman şehri olan Kazan’ın 1552’de Ruslar tarafından işgal edilmesi ile,16.yüzyılın ortalarından itibaren Türkistan coğrafyasında Ruslaştırma politikaları uygulamaya başlanıyor. Böylece geçmişteki Rus ‘Emperyal’ siyasetinin amacı, Müslüman nüfusun dini yönden Hıristiyanlaştırılması ve kültürel yönden de Ruslaştırılarak asimilasyonu idi.
Özellikle 1800’lerin ortalarında başlatılan Pan-Slavizm uygulamaları, Ruslaştırma ve Ortodokslaştırmaya yönelik zorlamalar Çarlık Rusyası içinde kalan Türklerde, varlığını koruyabilmenin tek yolunun ‘millî değerlere’ dönmek olduğu düşüncesini ortaya çıkarmıştır.1 Ruslar bu politikalarını uygulamaya Tatarlar üzerinden başlıyorlar.
Tatar aristokrasisinin bu asimilasyon politikasına karşı tepkisi iki yönlü olmuştur. Bir yandan Hıristiyanlığı görünüşte benimseyip sessiz bir şekilde direnmeyi sürdürüyor, diğer yandan da çocuklarını İslâm’ın geleneksel eğitim merkezi olan Buhara’da okumaya göndermeye çalışıyorlardı.Özellikle Çariçe 2. Katerina yönetimi altında, İslâmî eğitim almak için diğer bir seçenek yeni kurulan Orenburg medreseleriydi.2
Türkistan’da 19.asır sonunda başlayan ceditçilik hareketi (muasırlaşma) yenileşme olarak uzun zamandan beri devam ettirilen kültür meselelerindeki münakaşaların yeni şekilde görünüşü idi. Ceditçilik, yeni usûlde talim ve terbiye etrafında bulunan Avrupa medeniyetinden öğrenmek faaliyeti değil, belki Avrupa medeniyetini öğrenerek onu millî kültüre hizmet ettirmenin bir ifadesidir. 20. asır başında Türkistan’daki bu kültür mücadelesi aslında 16.asır sonunda başlayan talim-terbiyedeki tartışmaların çağın fikirleri ile devrin şartları şeklinde görünmesi idi.3
Bu şartlar altında Türkistan’da yenileşmeye ve eğitim öğretime ilişkin tartışmalar devam ederken 19.asırda yavaş yavaş Ruslaştırma politikaları artmaya başlıyor. Türkistan’da, Osmanlı İmparatorlığu’nda, Kırım’da, Azerbaycan’da, Hicaz’ da, Kazan’da ve Hindistan’da bu yenilikçi fikirler aydınlar aracılığı ile bu geniş coğrafyada yayılmaya ve toplumu etkilemeye başlıyordu. Başlangıçta İslâmî reform şeklinde olan bu hareket zamanla kültür ve eğitimle ilgili bir harekete de dönüşüyor. Zamanla da 20. yüzyılın başında siyasî bir nitelik kazanıyor.
Ceditçilik bu şekilde Pan-Türkizm ve Pan-İslâmizm gibi bir karakter de taşımaktaydı.Özellikle Ruslar’ın Pan-Slavizm politikalarına maruz kalan Türkistan Türkleri kendi bağımsızlıklarını koruyabilmek ve varlıklarını devam ettirebilmek için ‘Türk Milliyetçiliği’ fikrine sarılmışlardır. Bu, Türk-İslâm davasını yeniden ihya etmek ve bunun millete çağın gereklerine göre uygun bir şekilde öğretilmesini de amaçlıyordu. Ama “İslâmiyetin ikinci merkezi” konumunda olan Fergana, Semerkant, Buhara, Kazan, Kırım gibi Türkistan topraklarında yetişmiş birçok Türk ve İslâm aydının ölümünden sonra bu coğrafyadaki maddî ve manevî ışık zamanla sönmeye başlar.
Bu âlimlerin ölümünden sonra ilmî zihniyet terkedilmiş, mekteplerde hemen hemen sadece dinî öğretim yapılmaya başlanmıştır. Bu öğretim de dar kalıplar içinde ve köhne bir medresede yapılıyordu.4 Türkistan’daki, bilhassa Buhara şehrindeki medreselerde öğretme prensipleri hususunda iki yüz yıldan fazla bir devir içinde âlimler arasında münakaşalar devam etmişti. Bilindiği gibi Buhara medreseleri 16. asır sonuna kadar bugünkü anlayıştaki üniversite tabiatını taşımıştı. Medre elerde bütün bilimler öğretilmişti. 16. asır sonunda facia başladı. 19. asırda tüm medreselerde taassup hâkim olmuştu.Böyle bir fikir cereyanı Türkistan’ı kültür bakımından “Ruh düşkünlüğüne” sürüklemiş ama 20. asra kadar bir grup müderris mektep ve medreselerde tüm ilimlerin öğretilmesini istemişti.5
Böyle bir ortamda Türk dünyasının diğer bir köşesinde yeni bir ışık, yeni bir aydınlanma belirtileri görülür. Kırım’ın Bahçesaray kasabasında bir Türk aydını olarak Gaspıralı İsmail Bey tüm Türk dünyası için çalışmaya başlar. Gaspıralı’nın izinden giden aydınlar adına ilk cedit okulunu M.Korabay 1900’de açar. Buhara’da, 1900-1915 yılları arasında Türkistan Genel Valiliğinde seksene yakın ve Buhara Emirliği’nde elli yedi yeni Usûl-i Cedit okulları açılmıştır. Yine 1918 sonunda Türkistan’da üç yüz yirmi sekiz Usul-i Cedit okulunun açıldığı görülmektedir. Usul-i Cedit hareketinin yayın organı olan Tercüman’ın Türkiye’deki normal tirajının 5-6 bin olduğu, bazen de 15-20 bine ulaştığı görülmüştür. Böylece Gaspıralı çıkarmayı düşündüğü Tercüman’ın dilinin hem Rusya’da hem de Osmanlı imparatorluğunda yaşan Türklerin anlayabileceği Türkçe olması gerektiği fikriydi.
Hatta bir Sovyet tarihçi bu küçük gazetenin etkisinin ünlü İngiliz Times gazetesinden binlerce kat daha fazla olduğunu iddia etmiştir.6
Kırım’da İsmail Gaspıralı’yla başlayan ‘Dilde,Fikirde, İşte Birlik’ hareketi sadece Çarlık Rusya’sında yaşayan Müslüman Türklerin değil, dünyanın diğer yerlerinde yaşayan Türklerin de kurtuluşunu amaçlıyordu
Bu ortamda şekillenen ‘Ceditçilik Hareketleri’ Avrupa’daki değişmelerin millî bir anlayışla yoğrularak topluma maledilmesini amaçlamaktaydı. Böylece Türk millî kimliğinin ön plâna çıkarıldığı modern toplumlar yaratılacaktı.7
Tercüman gazetesinin ve Gaspıralı İsmail Bey’in Türkiye’deki fikir hayatına da etkisi olmuş ve Türkçülüğe ivme kazandırmıştır. Çalışmalarında Türk dünyası ile ilgili ilmî, fikrî ve edebî alanlara önem verdiği görülmektedir.
Ancak Türkistan’daki kültür mücadelesinde Türkistanlılar arasında 1917’ye kadar iki akım vardı. Rusya’da gelişen ve laikleşmeyi savunan Müslüman/ Türk hareketi kısa zamanda yenilik taraftarı “Ceditçi”lerle,kültürel kimlikleri savunmakla birlikte eski usûl ve geleneklerin terk edilmesini istemeyen muhafazakârlar “Kadimî”lerin çekişmesi de baş göstermiştir.8 Türkler arasındaki diğer fikir hareketi olan mahallî İslâmcılık, kısmen bu fikirde olan Musa Carullah tarafından ulusçulukla bir arada yürütülmüştür.9
Şair Sadrettin Aynî’nin 20. asrın başında yazılan:
“Mektepsizlik bizni kıldıyap yalangaç
Mektepsizlik bizni etti talan taraç
Mektepsizlik Turan elin öldürdüğü aç
Gözünü aç,bu horluktan mektebe kaç”
Görüldüğü gibi bu şiirde Ceditçiliğin misyonu ifade edilmektedir ve okul önemli bir yer tutmaktadır. Bu Ceditçiler ile Kadimciler arasındaki çekişmeyi büyük ölçüde Ceditçiler kazanmıştır. Ceditçiliğin ve Gaspıralı İsmail Beyin tüm arzusu ve çalışmaları 16.asır Buhara medreselerinin yozlaşmasının sebeplerini ortadan kaldırmak, böylece gerilikten ve gafletten kurtularak, çok acele okuma yazma öğrenmek ve öğretmekti. Bunun için okullar İslâmî ilimlerin yanında sosyal ilimleri ve hesap ilimlerini de öğretmeliydi. Üstelik dersleri de Türkçe yapılıyordu. Gaspıralı’nın savunduğu fikir içinde Arapça ve Farsça’dan arınmış İstanbul’da konuşulan Türkçe gibi bir dilin olmasıydı.
Bunun sonucunda Kırım’da 350’den fazla Cedit okulu kurmayı başardılar. Bu okullarda eğitim dili Tercüman gazetesinde kullanılan şekliyle Türkçe ve Rusça’ydı. Bu okullarda eğitimden geçenler Pan-Türkist ve Pan-İslâmist siyasal hareketlere duyarlı olacaklardı.10
Ceditçiler Arap harflerini kolay öğretmek ve Türkçe’yi doğru telâffuz etmek için Arap harflerindeki fanta, kasra ve damma işaretleri yerine ayrıca a,u,i harflerini, ilâve etmişler ve Türkler’in en eski “ng” si de bu alfabeye dahil ederek Türkistan’da alfabe böylece meydana getirilmiştir.11 Ceditçiler 1915’lere kadar kendi gazetelerini neşretmeye imkân bulamamışlardı. 1915 yılında Rus Çarlığı’nın Japonya önündeki yenilgisi her yerde olduğu gibi Rus mahkûmu Türkler arasında da ümit ışığı olur.12 1906’dan itibaren “Terakkî”, “Hurşid”, “Şöhret”, “Asya”, “Buharay-ı Şerif”, “Turan”, “Semerkant”, “Sada-yı Fergana”, “Sedâ-yı Türkistan”, “Kazak”, “Balaban” gazeteleri, “Ayna”, “Istılah” ve “Yurt” dergilerini yayınlarlar. 13
Bu şekilde Cedit hareketi kendi içinde kendi edebiyatını da oluşturmakta, kültürel ve edebi yapının şekillenmesine ve günümüze ulaşmasına da önemli katkılarda bulunmuş oluyor. Ceditçilik hareketinden Çarlık Rusya’sı az da olsa çekinmektedir. Çünkü onun yeni nesil üzerindeki “millî terbiye” ve “millî bilinç” etrafında Rus emperyalizmine karşı bir “potansiyel güç” noktasına getirmişti.Aynı zamanda Buhara’da ve Türkistan’daki mutaassıp din adamları da Ceditçiliği İslâma düşman gibi görüyor ve Buhara Emirliği de bu konuda Ruslardan geri kalmıyordu.
Ceditçilik Rusların kültür teşkilâtı kurmalarına izin vermedikleri için 1917’ye kadar teşkilât şeklini alamamıştır. Bu zamana kadar “Marifat ve Berakat” cemiyetini kurarak maarif ve kültür işlerini devam ettiriyorlar.Sovyet Rusya’sı 1917’den itibaren Ceditçilerle işbirliği yapmak istemiş ama Ceditçiler “millî kültür politikalarının” devamı için çalışmışlardır. 1918’ den sonra çeşitli adlarla 10 gazete neşr ederler, fakat bunların kapatılması sonucunda Sovyet gazeteleri yolu ile kendi fikirlerini bildirmeye başlarlar. 1937-1939 yıllarında devam eden “Devlet ve Komünist Partisi idarelerini halk düşmanlarından ve milliyetçilerden temizleme” siyaseti neticesinde Cedidizmin Sovyet idarelerinde bulunan tüm vekilleri hapsedilir. 1939 yılında Ceditçilik faaliyetlerine son verilmesine rağmen millî kültürün tekâmülü ve millî devlet yolundaki faaliyetler sadece fikir tarihinin bir parçası olarak devam etti. Sovyetler Ceditçilik hareketinin bazı açık faaliyetlerine son verebildilerse de, onu ruhlardan silemediler.14
Böylece Kırım, Kazan ve Azerbaycan’da “Kültürel Türk Birliği” olarak 1880’lerde başlayan hareket, önce kısa süreli olsa da 1905 liberalleşme döneminin15 sağladığı imkânlar içinde, sonra da Osmanlı Türkçüleri’nin katkısı, özellikle de İttihat ve Terakkî Partisi’nin Türkçü açılımıyla siyasî bir platforma dönüştü.16
Ceditçilik konusunda Gaspıralı İsmail Bey gibi Kazanlı bir Türk olan Yusuf Açura da bu harekette önem kazanır. Pan-Türkizm’in fikir babası olan ve âdeta Türkçülüğün manifestosu niteliğinde olan “Üç Tarz-ı Siyaset”17 adlı makalesi ile 1904 yılında Pan-Türkzmi siyasî bir strateji olarak 20.asrın başında günün koşullarını göz önüne alarak ileri sürmüştür.
Ceditçiler, İslâmcı olan İslâm ve Türk dünyasının kurtuluşunu şeriatta gören, milliyetçiliğe karşı olan Kadimciler, aynı zamanda Ruslar ile işbirliği de yaparak bağımsızlık fikirlerine karşı çıkıyorlardı. Ancak Rus Çarlığı’nın yıkılması sonucunda, Bolşeviklerin iktidara gelmesi ve Buhara Emirliği ile Kadimcilerin işbirliği içinde olması Ceditçileri bu süreçte sağ ve sol olarak iki gruba ayırıyor. Sol Ceditçiler Buhara komünist Partisi’nden Özbekistan Komünist Partisi’ne giden bir süreçte parti üyesi olacaklar, ancak hemen hepsi önde gelen harekette liderlik, rehberlik edenler 1937 kanlı tasfiyesinde “Pan-Türkist” ve “Türkçü” suçlaması ile toplu olarak kurşuna dizileceklerdir. Sağ Ceditçilerse Afganistan,Türkiye ve Pakistan’a kaçmak zorunda kalacaklar, Enver Paşanın başına geçtiği Türkistan istiklâl mücadelesini destekleyecek, Basmacılarla aynı safta vuruşacaklardı.18
Çarlık Rusyası’nın ‘Pan-Slavizm’ politikalarına bir tepki olarak ortaya çıkan,Türkçülüğün Orta Asya’da ve Osmanlı’da doğmasına ve kurumsallaşmasına da yol açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan modernleşme eğilimlerinden de büyük ölçüde etkilenmiştir.19
Bu şekilde Cedidizm ‘Yenilikçi’ ya da ‘Modernist’ bir yapı sergilemiştir. Geçmişte bir nevi ‘Türk Rönensansı’ olarak ta nitelendirilebilecek kültürel hareket olarak zamanımıza da ışık tutmaktadır.
Günümüzde Orta Asya Cumhuriyetleri ile Türkiye arasında kültürel, sosyal ve eğitim alanlarında arzulanan düzeyde karşılıklı ilişkilerin yeniden kurulmasında ve Türk dünyasındaki topyekûn bir “Kültür Hareketi” için yeni bir “Cedit Ruhuna” ihtiyaç duyulmaktadır. İsmail Gaspıralı âdeta günümüz Türkiyesi’nin ve Türk dünyasının içinde bulunduğu durumu görürcesine ‘Dile-İşte-Fikirde Birlik’ şiarı ile bir çözüm reçetesi sunmuştur. Yine günümüzde bir tepki olarak oluşan ve gittikçe artan ‘Ulusalcılık’ hareketi için de güzel bir örnek oluşturmaktadır. Çünkü; Cedidizm geçmişte Türk tarihinde kültürel ve sosyal dönüşüme öncülük etmiş, kültürel asimilasyonu önlemiş bir millî harekettir. Tarihsel referansı güçlü ve hâlâ geçerliliğini koruyan, ulusal ya da millî nitelikli bir harekettir.
Sonuç olarak Ceditçilik Orta Asya’daki Rus işgaline, Rusların Hristiyanlaştırma ve kültürel asimilasyon çabalarına karşı bir “Entelektüel Hareket” olarak ortaya çıkıyor. Daha sonra Bu hareket Türk dünyasındaki millî uyanışın bir nevi “Türk Rönesansı” nın edebiyata, dile, politikaya, dine yansıması şeklinde günümüze kadar etkisini sürdürmüştür.
DİPNOTLARI
1- Ahad Andican,Değişim Sürecinde Türk Dünyası,(İstanbul: Emre Yayınları, 1996), s.111.
2- Cengiz Çağla,Azerbaycanda Milliyetçilik ve Politika, (İstanbul:Bağlam Yayınları, 2002), s.30.
3- Baymirza Hayıt, SSCB’deki Türklüğün ve İslâmın Bazı Meseleleri, (İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1987), s.80.
4- Mehmet Eröz,Marksizm Leninizm ve Tenkidi, (İstanbul:İrfan Yayınları, 1978), s.324.
5- Baymirza Hayıt, a.g.e.,s. 81.
6- Bennigsen ve Quelquejay’den aktaran Cengiz Çağla, a.g.e. , s.41.
7- Ahad Andican, a.g.e.,s. 126.
8- Baymirza Hayıt, a.g.e., s.83.
9- G.Göksu Özdoğan.“Sovyetlerden Bağımsız Cumhuriyetlere:Uluslaşmanın Dinamikleri”, Bağımsızlığın İlk Yılları, (Yay. Haz.: Büşra Ersanlı Behar, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994), s.29.
10- Cengiz Çağla,a.g.e. ,s.42.
11- Baymirza Hayıt,a.g.e.,s.84.
12- Mehmet Eröz,a.g.e.,s.326.
13- BaymirzaHayıt,a.g.e.,s.85.
14- Baymirza Hayıt,a.g.e.,s.80. ve Mehmet Eröz,a.g.e.,s.324.
15- G.Göksu Özdoğan, a.g.e.,s. 30.
16- 1905 İhtilâli ve Rus-Japon Savaşı’nın sonuçları ile Ceditçilik arasındaki ilişki için bakınız.İklil Kurban, “Türkistan’da Ceditçilikten Türkçülüğe” Türk Yurdu, 37 (Eylül 1990), s.41.
17- Daha geniş bilgi için bakınız.Fuat Uçar, “Sosyal-Kültürel-İdeolojik ve Siyasî Tarih Yönleri İle ‘Üç Tarz-ı Siyaset’” Trabzon Türk Ocağı Bülteni, Sayı:2-3,(Şubat-Mart 1996), s.4-6.ayrıca; Fuat Uçar, “Gündemdeki ‘Alt-Üst Kimlik’ Tartışmalarına Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset Adlı Makalesi Işığında Bir Bakış”, İleri,Sayı: 28, (Ocak-Şubat-Mart 2006), s.213-228.
18- İrfan Ülkü, Moskova‘yla İslâm Arasında Orta Asya (İstanbul: Kum Saati yayıncılık, 2002), s.27.
19- Ahad Andican, a.g.e., s.370.