Ana Sayfa 1998-2012 Türkçülüğün Temel ilkeleri : Türk Demokrasisi (II)

Türkçülüğün Temel ilkeleri : Türk Demokrasisi (II)

Demokrasi, sadece siyasî bir rejim ve yönetim biçimi değildir. Aynı zamanda -belki daha öncelikli olarak- bir şuur, anlayış ve kavrayış tarzıdır. Bu bakımdan, milleti meydana getiren fertlerin vicdanlarında filizlenmiş ve kökleşmiş olması gerekir. Aksi takdirde yozlaşma ve/veya kendisine yönelen tehditleri önleyememe tehlikesiyle karşılaşır.

Demokrasinin tabiatı, narin ve kırılgan olmasıdır. Yaşatılması ihtimama muhtaçtır. Bu ihtimam, ortak bir şuur tarafından gösterilir. Böyle bir şuur gerçekleşmemişse, demokrasinin sürdürülmesinde büyük zorluklarla karşılaşılır.

Demokrasi tecrübesi fazla olmayan ülkelerde bazen hevesler ve heyecanlar, aklın ve gerçeğin önüne geçer. Bu durumda, demokrasinin, en büyük hedef olduğu zannedilir. Demokrasiyi sahiplenmek ve korumak için diğer bütün değerlerden veya kavramlardan fedakârlık yapılabileceği düşünülür. Böyle bir düşünce tarzı kökten yanlıştır. Demokrasi amaç değil, araçtır.

Millî hayatta en büyük amaç, milletin hür, bağımsız, huzurlu ve müreffeh olarak sonsuza kadar yaşamasıdır. Her millet, eğer kabiliyeti ve tarihî tecrübesi varsa, dünyanın en güçlü ve ileri milleti olmayı hayâl eder. Bu, tabiî bir eğilimdir ve insan yaradılışına uygundur. Tarih, bir bakıma milletlerin bu alandaki yarışının ve mücadelesinin uzun hikâyesidir. Günümüzde demokrasi, bu mücadelede geri kalmamak için kullanılan araçlardan biridir.

Bu tespit, demokrasinin önemini azaltmaz. Fakat, milletin yanlış yönlendirilmesini önlemek açısından zarurîdir.

DEMOKRASİYE YÖNELEN TEHDİTLER

Sağlam zemine oturmamış demokrasiler daimî ve ciddî tehditlere maruz kalırlar. Bu tehditler, demokrasiye hem içten hem dıştan yönelir.

Demokrasiye içerden yönelen tehdit: Demokrasinin insanlara tanıdığı imkânlar, hareket serbestîsi ve uygulamada karşılaşılan boşluklar, bütün bunların kötüye kullanılması sonucunu verebilir.

Demokrasiyle yönetilen ülkelerde iktidarı elde edenlerin, iktidarlarını daha uzun zaman sürdürmek, hattâ onu hiç bırakmamak için plânlar yaptıkları görülmüştür. Bu gayelerine ulaşmak için saptıkları en kolay -aynı zamanda en tehlikeli- yol “popülizm” denilen halk dalkavukluğudur. Popülist politikacı, halka ne kadar şirin görünürse ve ona ne kadar usulsüz imkânlar sağlarsa, o ölçüde oy potansiyeline sahip olacağına inanır. Bunun uygulaması, yönetimiyle görevli oldukları devletin imkânlarını belli kesimlere hovardaca dağıtmak şeklindedir. Önceleri verimli olacağı sanılan -bazen de olan- bu yöntem, zamanla ekonomik açmazlara kadar varır. Sonuçta, o “belli kesim”ler de dahil olmak üzere bütün toplum zarar görür.

Demokrasi böylece yozlaşmaya başlar.

Bir başka tehlikeli istismar vasıtası, halkın dinî inançlarının insafsızca sömürülmesidir. Hangisi olursa olsun, din o kadar güçlü bir duygudur ki, topluma bazen geriliğini, sefaletini, hürriyetsizliğini bile unutturup bunların önüne geçer. Maksatlı politikacı, iktidar amacına ulaşmak için bu duyguyu sömürü aracı yapmaktan kaçınmaz. Daha vahimi, başkalarına da örnek olur ve onların da aynı vâdiye sürüklenmelerini kolaylaştırır. Yozlaşmanın bir diğer cephesi de budur.

Demokrasinin yozlaşmasına sebep olan unsurlardan biri de, siyasî partilerin yönetimlerinde demokratik yöntemlerden uzaklaşılmasıdır. Parti yönetimine hâkim olan bir grup (ki, genellikle genel başkan çevresidir) sorumlu mevkilere- seçim görüntüsü içinde- uygun bulduklarını tayin eder. Sonra, onlarla birlikte, genel seçimlere katılacak milletvekili adaylarını belirler. Seç men, ancak parti seçebildiği için, bu adaylara da otomatik olarak oy vermek zorunda kalır. Yani, istediğini değil, parti oligarşisinin tayin ettiği kimseyi seçmiş olur. Bu yolla meclise gelen milletvekilleri, seçilmelerini millete değil, aslında genel başkana borçlu olduklarının farkındadır. Gelecek seçimlerde yeniden seçilmeleri de yine genel başkanın iradesine ve tercihine bağlıdır. Onun için, bir ucundan dahil oldukları sisteme itiraz etme gücünü kendilerinde bulamazlar. Parti yönetiminin işaret ettiği tarzda parmak kaldırmaktan başka çareleri kalmamıştır. Böylece mecliste millî irade değil, lider takımının iradesi “tecellî eder”. Meclis kürsüsünün arkasında yazılı olan “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ibaresi, artık sadece bir fantezidir. Demokrasi tıkanmıştır.

Demokrasiye dışardan yönelen tehdit: Demokrasinin sağladığı hürriyet ortamından yararlanarak demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyen terör merkezleri de vardır. Demokrasinin bizatihî kendisi bunların umurunda bile değildir; onu, amaçlarını gerçekleştirmek için vasıta olarak kullanmak isterler. Bu merkezler, günümüzde başlıca üç grup hâlinde ortaya çıkmışlardır: Marksist, bölücü ve dinî nitelikte gruplar.

Terör merkezlerinin ortak yönleri, küçük bir azınlık hâlinde olmaları, görüşlerini demokratik sistem içinde gerçekleştirme şansına sahip bulunmamaları, silâhlanmaları ve dehşet verici katliâmlardan, suikastlerden, sabotajlardan medet ummalarıdır.

Terör grupları, hedefledikleri rejimi kurma yolunda demokrasinin yozlaşmasını ve gücünü kaybetmesini kendileri için fırsat sayarlar. Çok kere demokrasinin nimetlerini istismar ederek, bazen de demokratik görünerek amaçlarına ulaşmak isterler.

Ülke içinde birtakım siyasî gruplar, ülke dışında da bazı güç odakları, zaman zaman terör gruplarına doğrudan veya dolaylı olarak destek verirler. Bunu da hemen daima “demokrasi uğruna” yaparlar.

Türkiye açısından durum: Türkiyemiz, uzunca bir süreden beri, içten ve dıştan yönelen tehditlere maruz bulunmaktadır. Bu tehditler, hem demokrasiyi hem ülke bütünlüğünü hedef almışlardır.

Demokrasinin – büyük ölçüde siyasetçiler eliyle- yozlaştırılmış olması ve yanlış yorumlara uğraması, tehditlerin ciddiyetini artırmaktadır. Ekonomik bunalımların, açmazların, fakirleşmenin, dıştan dayatmaların, haysiyetsizliğin ve sürekli kan kaybetmenin… demokrasideki yozlaşma ile yakın ilişkisi vardır.

Demokrasi, fazilet rejimi olmalıdır. Bir ülkede mânevî değerlere verilen önem azaldıkça; dürüstlük, şeref, haysiyet kavramları dumura uğradıkça demokrasinin gelişmesi ve yerleşmesi beklenemez. Banka sahiplerinin kendi bankalarını soymaları gibi akıl almaz facialar, mânevî değerleri göz ardı etmenin sonuçlarından biridir. Sözün namus sayıldığı dönem çok gerilerde kalmıştır. Borcunu ödememek, neredeyse ticarî bir kural hâline gelmiştir. Fedakârlık ve feragat ruhu kaybolmuştur. Yalan, dolan, hile günlük hayatın bir parçası durumunu almıştır.

Bu gidişat, demokrasinin yozlaşması için çok elverişli bir zemin hazırlamaktadır. Devlet adına konuşanların, doğruları ve gerçekleri söylememeleri, hattâ çok kere bunları ters yüz etmeleri, devlete olan güveni sarsmıştır. Siyasetin sürekli bir aldatmaca olduğunu sananlar yüzünden, siyasetçi büyük ölçüde itibar kaybına uğramıştır. Halbuki siyasî partiler gibi, siyasetçiler de demokratik sistemin vazgeçilmez birer parçasıdır. Onlara duyulan güvensizlik, sonuçta demokrasiye zarar vermektedir. İşlerin böyle yürümeyeceği kanaati gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır.

NE YAPMALI?

Demokrasi, kendini savunmak zorundadır. Bunun için etkili mekanizmalar geliştirmeli, gerekirse topyekûn bir yenilenmeye gitmelidir. Bugün artık o noktaya gelinmiştir. Sistem o kadar yıpranmış ve zedelenmiştir ki, orasına burasına vurulacak yamalarla, geçici tedbirlerle, küçük iyileştirmelerle ıslâh edilmesi kabil değildir.

Demokrasinin gereği gibi işlemesi için alınacak tedbirlerin çoğu orta ve uzun vâdelidir. Ancak, yozlaşmanın had safhaya varmış olması, hastaya âcil müdahaleyi gerektirmektedir. Ona nefes aldıracak ilk tedbirlerin süratle alınması, hiç olmazsa oksijen verilmesi icap etmektedir.

Demokrasinin temeli millî irade olduğuna göre, bu iradenin hür ve serbest şekilde tecellîsine imkân tanınmalıdır. Siyaset dünyasına yeni bir düzen verilmesi, bu bakımdan büyük önem taşımaktadır. Seviyeli bir parlâmentonun teşkili, siyasetçinin kaybolmuş itibarının yeniden kazanılmasını sağlayacaktır. Bütün bunlar, yeni kanunların yürürlüğe sokulmasıyla gerçekleşebilir. Ancak, burada karşımıza başka bir açmaz çıkmaktadır. Yeni ve reformcu kanunları çıkarması gereken, bugünkü sistemdir. Halbuki, demokrasinin bu ölçüde yozlaşmasına yol açan da aynı sistemdir. Ondan kendi birikmiş hatalarını düzeltecek, yani bir özeleştiri yapabilecek ahlâkî davranış beklenebilir mi?

Beklemek ihtiyacındayız. Aksi hâlde, sistem dışı güçlerin zorlaması söz konusu olabilecektir. Böyle bir zorlamaya mâruz kalmadan yapılacak köklü değişim, bizim ilk tercihimiz olmalıdır,

Demokrasiye dıştan yönelen tehditlerin önlenmesi, güçlü savunma refleksiyle mümkündür. Bu tehditler genellikle siyasî tuzaklı ve silâhlı olduğu için, bertaraf edilmesi de zor kullanılmasını gerektirmektedir. Bu noktada siyasetçinin, silâhlı kuvvetlerin ve kolluk kuvvetlerinin âhenkli bir iş birliğine ihtiyaç vardır. Adalet anlayışının ve işleyişinin yeni baştan inşa edilmesi de kaçınılmaz bir zarurettir.

Bütün bu tedbirler alınırken, asıl yapılması gereken, iyi ahlâk ve fazilet sahibi insan tipinin yetiştirilmesidir.

Açıkça meydana çıkmıştır ki, bugünkü eğitim sistemi bunu başaracak nitelikte ve kabiliyette değildir. O hâlde, en aşağıdan en üst kademeye kadar, eğitim hayatına çeki düzen verilmesi kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bu değişim yapılmadıkça, dikkate değer bir düzelmenin görülmesini bekleyemeyiz.

Eğitim, uzun vâdeli bir yatırımdır. Fakat bütün yatırımlar arasında en önde gelenidir. Siyasî alandaki yenileşmeyle eşzamanlı olarak başlamalıdır. Olumlu sonuçlarını verene kadar da, diğer savunma tedbirleriyle, demokrasinin daha çok yıpranıp yozlaşmasını engelleyerek zaman kazanılmalıdır.

Gerçekleri görmenin zamanı çoktan gelmiştir. Halkımızın çok büyük bir kısmı olup bitenin farkındadır. Duvara tosladığımızı hâlâ kabul etmeyenlerin de halkla aynı noktaya varmaları gereklidir. Türk milleti, pırıl pırıl bir Türkiye’nin; hileden, hurdadan, yalandan, dolandan, aldatmacadan, sahtekârlıktan arınmış bir Türkiye’nin hasretini çekmektedir. Ve, özlemlerini gerçekleştirecek yolları mutlaka bulacaktır.

TÜRK DEMOKRASİSİ

Her milletin, kendine has bir yaşama tarzı vardır. Âdetler, gelenekler, davranışlar, inançlar, alışkanlıklar milletler arasında farklılık gösterir. Bunun sebebi, binlerce (veya yüzlerce) yıldan beri süre gelen millî kültürdür. Millî kültür, coğrafya, inanç sistemi, milletlerin karakterini oluşturur. Guatemalalı melezle Çinlinin, Macarla Arabın, Kongolu zenci ile Hintlinin birbirlerine sadece dış görünüş açısından değil pek çok bakımdan yabancı olması bu sebeptendir.

Milletler sanata yatkınlıkları, mutfakları, savaşçılıkları veya barışçılıkları, giyim kuşamları… gibi birçok cihetten de birbirlerinden farklıdır. Bu kadar farklı toplulukların yönetim anlayışlarında da ayrılıklar olması tabiîdir. Çağımızda geçerli yönetim biçiminin demokrasi olması, demokrasi anlayışındaki farklılıkların göz ardı edilmesini gerektirmez. Filipin, Rus, Amerikan, İtalyan, Güney Afrika demokrasileri arasında nasıl farklılıklar varsa, Türk demokrasisi ile başka milletlerin demokrasi anlayışları arasında da ayrılıklar olacaktır, olmalıdır. Hazır elbisenin bütün bedenlere uyması nasıl beklenmezse, tek tip demokrasi kalıbının her milletin karakteriyle uyuşmasını beklemek de aynı şekilde yanlış olur.

Sınırlar, komşu devletler, tarihî ilişkiler veya düşmanlıklar da demokrasi anlayışını belirlemektedir. Kanada, Brezilya, İsrail: Bunların hepsi demokratik sisteme sahiptir. Buna kuşku yok. Ama sınırları güven içinde olan, çevresinde kendilerini tehdit edecek “kötü” komşuları bulunmayan Kanada ve Brezilya ile; hasım ülkelerle çevrilmiş. her gün savaşın içinde yaşayan İsrail’in demokrasi uygulamaları arasında elbet ayrılıklar olacaktır. Çünkü her millet, öncelikle kendi güvenliğini sağlamak ve korumak istemektedir. Siyasî rejim konusu bundan sonra gelmektedir.

Demokrasinin, eğitim seviyesi, ahlâk telâkkisi, değer yargılarının bütünüyle de yakın ilgisi var. Bu unsurlar arasındaki farklılıklar da, demokrasi anlayışlarının değişik olması sonucunu verir. Bunu tabiî karşılamak lâzımdır.

Sonuç olarak, demokrasi her toplum olayı gibi bir kültür meselesidir. Farklı kültürlerin farklı anlayışlara ve uygulamalara yol açtığını inkâr edemeyiz. Şu hâlde, bir Türk millî kültürü varsa, bu kültürün ürünü olacak bir Türk demokrasisi de olmalıdır. Bu siyasî sistemin temelini çok partili sistem, hür, serbest ve tek dereceli genel seçimler, basın hürriyeti, vatandaş haklarının güvence altında bulunması, hukukî eşitlik gibi vazgeçilmez ilkeler meydana getirecektir. Bunlar evrensel değerlerdir ve reddi mümkün değildir. Bu temel değerlerin dışında her şey, diğer demokrasilerden farklı olabilir. Bunda yadırganacak bir taraf yoktur. Bu açıdan bakılınca, özellikle Avrupa ülkeleri tarafından Türkiye’ye yapılan demokrasi dayatmalarına mesnet bulmak zorlaşmaktadır.

Ancak, partilerin kendi içlerinde demokrasi yoksa, ülke genelinde gerçek bir demokrasiden söz edilemez. Eğer seçimler, millî iradenin kâmil mânâda yansımasını sağlayamıyorsa, demokrasi tartışmalı demektir. Basın hürriyeti kötüye kullanılıyorsa demokrasinin bir ayağı aksıyor sayılmalıdır. Adaletin dağıtılmasında eşitlik ilkesine uyulmuyorsa, demokrasinin işleyişinden kuşku duyulmalıdır. Demek ki, temel değerlerin teorik olarak bulunması yetmez, aynı zamanda onların uygulamada da hayata geçirilmesi gerekir.

Türk milletinin refahını, mutluluğunu, bağımsızlığını, yükselmesini ve ilerlemesini ülkü edinmiş olan Türkçülük, -milletin çıkarlarıyla çatışmayan- her çağdaş uygulamanın taraftarı olacaktır. Türk milletinin monarşiyle, oligarşiyle, diktayla yönetilmesi elbette kabul edilemez. İdeal rejim, demokrasidir, Türk demokrasisidir.

Türk demokrasisinin kendine has özellikleri olacaktır. Bu konuda hiç kimseye, hele yabancılara hesap vermek zorunda değiliz.

Türk milleti kendi yönetim tarzını (demokratik sistem içinde) yine kendisi belirlemelidir. Telkinler ve tehditler, onun bu en tabiî hakkını kullanmasını engellememelidir.
 

Orkun'dan Seçmeler