(Bu yazının 1. bölümü Orkun’un 84. sayısında yayınlanmıştır.)
ALTINCI BÖLÜM
Helenistik Çağ ve
Makedonya Egemenliği
Makedonya; II. Philippos; Kutsal Savaş; Khaironeia Savaşı; Korinthos Birliği; Büyük İskender ve Doğu Seferi; Büyük İskender İmparatorluğu’nun Yapısı ve Niteliği; Diadokhlar ya da İskender’in Ardılları; triparadeisos’taki Devlet Konseyi; Gaza Savaşı; Diadokhların Egemenlik Mücadelesi; İpsos Savaşı; Kurupedion Savaşı; Sona Doğru. Prof. Salih efendi, sıkıldıysanız, şimdi sizlere aynı kitapta geçen yabancı yer, şahıs, unvan vb. isimlerden kısa bir demet sunmak istiyorum:
“Abderalı, Actium Savaşı, AGememnon, Agasikles, Agesilaos, Abbiyava, Aias, Aigai, Aiginalılar, Aigiroessa, Aigis, Aigospotamoi, Aiol Kyme, Aiol ve lon lebçeleri, Aiskbylos, Aisopos, Aitolia, Akarnania, Akba (Myken), Akba göçü, Akbaia, Akbilleus, Almina, Aleksandros, Aleksandru anabasis, Alkaios, Alkestis, Alkibiades, Alkinoos, Alyattes, Ampbiktionu, Ampbilokbia, Ampbipolis, Anabasis, Anaksagoras, Anaksimandros, Anaksimenes, Andromakbe, Andromeda, Antialkidas, Antigone, Antigonos, Antigonos gonatas, Antigonos, monopbtkalmos, Antiokbeia, Antipatros, Antipbellos, Antipbon, Antistbenes, Apodyterion Apollan, Apologia, Apologia sokratus, Apomnemoneumata sokratus, Appianos, Arbela, Ardıllar, Ardys, Areopagos, Argissa, Argo, Arglis, Argonautlar, Argos, Argos’lu Pbeidon, Arion, Aristagoras, Arkadia, Arkbidamos, Arkbon, Arraianos, Arrbidaios, Arrianos, Artakserkses, Artapbernes, Artemis Tapınağı, Artemision, Artimu, Asklepios, Aspendos, Asty, Atbena, Atbenaion, Atina, Attalos, Attika, Atyad, Autarkeia, Autonomia, Babylon, Babylonia, Baki, Bakkbylides, Baradız, Basileus, Batrakboi, Belleropbontes, Bessos, Bioi paralleloi, Bitbynia, Bodrum, Müskebi’yi, Boiotia, Bosboros, Brasidas, Bule, Byzantion, Cassius dio, Çandragupta, Çarkini, Dareios, Datis, Dekeleia, Delion, Delos, Delpboi, Demeter, Demetrios, Demodike, Demokritos, Demos, Demostrbene, Depas ampbikypellon, Diadaklar, Diadokblar, Dimini, Diogenes, Dionvsios. Dionvsos. Dioodoros, Dorylaion, Drako….”
İsterseniz Türk çocuklarına Eskiçağ Tarihine Giriş dersinin vize veya final imtihanlarında sorulan sorulardan birkaç misâl verelim:
– Girit’teki sarayın ismi nedir?
Lavegetos ve Vanaks nedir?
– Minos kimdir? Megaron nedir?
– Timokrasi nedir? Yunanistan’ın en eski halklarını yazınız?
Nasıl, hoşunuza gitti mi? Prof. Salih efendi! Devam edelim:
– İskender’in ilk 3 savaşını sırayla yazınız?
İskender de Türk büyüğü (!) herhalde. Prof. Salih efendi karar verirse seviniriz. Devam edelim. Doğrusu bu sorular benim de hoşuma gitmeye başladı.
– Kleisthenei kenti kaç bölgeye ayırmıştır, isimleriyle yazınız? Çanak-çömlek mahkemesi kimin dönemindedir?
Acaba Prof. Salih efendi bu mahkemenin adını hiç duydu mu dersiniz! Devam edelim:
– Hitit hanedan isimlerini belirtiniz? Peloponnes Savaşını kimden öğreniyoruz? İyonia ayaklanması hakkında bilgi veriniz. Diadoklar dönemi hakkında bilgi veriniz? İpsos Savaşı hakkında bilgi veriniz? İoas Savaşı hakkında bilgi veriniz?
Eminim İpsos Savaşını Prof. Salih de yeni duymuştur.
Hâlâ, evet bütün bunları Türk çocukları öğrenmelidir, okumalıdır diyor musunuz, Prof. Salih efendi? Tekrar tekrar soralım:
Yunan tarihinin bütün detaylarını Türk çocuklarına ezberletmek günah değil mi? ilemedi diye sınıfta bırakmak vicdansızlık değil mi?
Prof. Oğuz Tekin’in mecburî ders olarak okuttuğu kitaptan Prof. Salih efendiye bir iki soru soralım, bakalım bilebilecek mi?
– “Eşek kulak”larıyla ünlü kralın adı nedir?
– Pers kralı II. Darius’un hanımının ve iki oğlunun adları ne idi?
– Anadolu’nun kapısını İskender’e açan savaşın adı nedir?
Bilemedin değil mi? Cevabını merak ediyorsan kitabın 68, 90, 104. sahifelerine bakabilirsin. İşte bunları Türk çocukları ezberliyorlar.
Yine tekrar tekrar soralım:
Bugünkü Yunanlılar kendi çocuklarına Türk tarihini öğretiyorlar mı? Öğretiyorlarsa ne kadarını öğretiyorlar. Herhalde bunu uzun yıllar Avrupa’da bulunan Prof. Salih efendi bilir. Yunan tarih kitaplarındaki Türklerle ilgili bilgileri bizler biliyoruz, ancak Prof. Salih efendiden duyarsak daha inandırıcı olabilir.
Yeri gelmiş iken hemen ifade edelim ki, Avrupa toplulukları içinde en medenî ve en demokrat geçineni İngilizlerdir. İngiliz tarih kitaplarında Osmanlı İmparatorluğu ile alâkalı verilen bilgi bir sahifedir. Sahifenin yarısını da iki resim ile süslemeye çalışmışlardır. Resmin bir tanesinde kazığın üzerine oturtulmuş, diğerinde ise bir çengele asılmış insan görüntüsü. Yani Türkler böyle yapıyorlardı demek istiyorlar.
Yine aynı İngiliz tarih kitabı Atatürk’ten de kısaca bahseder ve yine yanına bir resim koyar. Başı Mussolini olan bir Roman kurdu. Dişi kurdun bir memesinden Atatürk, birinden Hitler, birinden Metaxas, birinden de Franco süt emmektedir. Atatürk’ü faşist Mussolini’den beslenen kişi olarak göstermişlerdir8.
İşte medenî Avrupa’nın (!) Türk’e bakış açısı. Söz buradan açılmış iken, devam edelim. Bakınız, Prof. Dr. Bozkurt Güvenç Türk Kimliği9 adlı kitabında İtalyanların Türkler için ne dediklerini şöyle tespit etmiştir:
“Sultan’ın kölesi, güdülmeye muhtaç, yağmacı, küfürbaz, tembel, saldırgan, başbaş üreticisi, kadındüşkünü, bıyıklı, suçları kazığa oturtan, kibirli, anlaşılmaz ve gülünç bir dil konuşan, zevksiz, güzel sanatlardan anlamaz, cabil, budala, despot, korkunç, kadın satan, acımasız, okumaz-yazmaz, ezberci, müzikten hoşlanmaz, yalnız kaba güçten anlar, koca gövdeli ama küçük beyinli, kızılderili vb.” (s.296)
Almanlar Türkler için nediyorlar:
“Dinsiz, hoşgörüsüz, kaba, hoyrat, vicdansız, acımasız, ahlâk kurallarına saygısız, lânetlenmiş, kuduz barbarlar, günahkâr, güvenilmez, zalim, Tanrı tanımaz, iğrenç kokulu, soyu sopu belirsiz bir halk, kiliseleri ahıra dönüştürürler, kutsal yerleri yakıp yıkarlar, Hıristiyanları vaftiz taşlrı üzerinde sünnet ederler, bu taşlar üzerine işemeye zorlarlar, kadınların ırzına geçerler, karşı koyanları öldürürler” (s.297 vd.).
İngilizler ayrıca bakınız Türkler için ne demişler:
“The little Turk = ufaklık; The Turk of kenpence = on paralık Türk; Hıristiyanlığın büyük rakibi veya düşmanı, Avrupa’nın korkulu rüyası, işkenceci, günahkâr, münkir, vahşi, kaba-saba, medenî olmayan” (s. 304-306)
Fransızlar ne demişler:
“Zalim ve acımasız ırk, insanlar arasında Türkler anlayış bakımından sonuncudur, inançtan ötesini kavrayamazlar; anlamaya da çalışmazlar, Batının şamar oğlanı” (s.38-310).
Avusturyalılar ne diyor:
“Türkler zulmün, putperestliğin, inançsızlığın simgesidir. Türk’ten daha kötü, Türkler bile yapamaz daha kötüsünü. Bunlar Meryem Ana ikonalarına ok atarlar, kutsal tasvirleri kirletirler, acımasızdırlar, onların eline düşmek büyük talihsizliktir, esirleri köle pazarlarında satarlar. Türk, kaba bir sansar, vicdansız bir hırsızlar kralıdır. Kimse Türk despotluğuna gücenmemeli; Türk, ne yemin, ne belge, ne mühür ne de anlaşmatanır. Milletlerarası hukuku çiğner. Osmanlı Devleti yasal bir imparatorluk değildir. Çünkü Türk yönetimi Tanrı tarafından kabul görmemiş, kutsanmamıştır. O, mutlak anlamda bir despotluktur” (s. 302 vd.).
Yine Prof. Salih efendiye “Türklere Karşı Savaş (1528)” ve “Türklere Karşı Davaya Çağrı 1541)” adlı kitapların yazarı ve Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther’in şu sözlerini de hatırlatalım:
“Türk ordusu şeytanın ordusudur. Allah’ın cezası Türkler, Bugün (yani XVI. asır) Türklerin ayakları altında ezilip inleyen Hıristiyanlar vakti gelince, onları yargılayıp cezalandıracaklar.
Hz. İsa’yı Hz. Muhammed’e karşı savunmak amacıyla Türklerle savaşıyoruz. İşte bu savaşı kazanmak için, Hıristiyanları duaya davet ediyorum” (s. 299-301).
Ya, Salih efendi, işte Batı menşeli kavimlerin Türk’e bakış açısı böyle. Bugünkü Batılıların soyu ister eski Yunan, ister Grek, ister Bizans, ister Roma deyin, bunlara dayanmıyor mu?
Neden “Eskiçağ”a taktığımı anlayabildin mi? Türk’ü karalayan, yerden yere vur ran malûm “Geceyarısı Ekspresi” filmini değerlendiren film eleştirmeninin Le Monde gazetesindeki şu değerlendirmesinden haberin oldumu? Ne diyor Türkler için:
“Böyle bir milletin var olmaya hakkı yoktur” (s. 317).
İşte bunlar böyle düşünüyorlar, içimizdeki “Bizans’ın torunları”da belirli noktalarda birleşerek, Bizans’ın hâmiliğine soyunuyorlar. Türk’ün hakkını savunanları da “aktör”lükle suçluyorlar.
Daha bitmedi Prof. Salih efendi. Biraz da ülkemizde Türk çocuklarına mecburî olarak okutulan “Roma Tarihi”nden ve bu Roma Tarihi işlenirken Türk çocuklarına ezberlettirilen şehir, nehir, göl, bölge, unvan, isim vb.lerden yine kısa bir demet daha sunmak istiyorum:
“Abellius, Abgarus, Ablatius, Abrittus, Achea, Achaemenidler, Achilleus, Achilles, Adiebeni, Adige, Adraa, Aegae, Aelianus, Aemilianus, Aeneas, Aetbiopia, afinia, agon Capitolinus, Alae, Alba, Albanum, Alba Pompea, Albingaunum, Alexander, Alexandria, Alexianus, Alfenius, allectus, Alpiguano, amandus, amdrose, amida, Ammianus Marcellinus, Ammianus Sakkas, ampbitheatrum Flavium, Anastasia, Ancbialus, Ancyra, Ancyrona, Annianus Aedinius, Annona, Antiocheia, Anticbius, antoniniados, Antoniniani, Antoninianus, Antoninler, Antoninus, Anullius, Apamea, Apeninler, Aper, Aphaca, Apollo, Apollon, Apollonius, Apollon Pityas, Apostasia, Appbarban, Appia, Apsaios, Apulum, Aguincum, Araric, Arbela, Arbogast, arca Caesarea, Arcadius, Ardasbir, Aretbusa, Argaitbus, Argaragantlar, Argenteus, Aristobulus, Arius, Arles, Arsakidler, Arsanene, Arsinoe, Artabanus, Arterxerxer, Artemis, Asclepiodotus, Asclepios, Asdingia Vandalları, Asellius, aemilianus, Asprudas, Assurios, Atbenaenum, Atbeneanus, Athos, Atticus, Augusta, Augustinus, Augustodunum, Augustus, Aurelianus, Aurelius Claudius, Airelius Marius, Aurelius Victor, Aureolus, Aureus, auri lustratis colatio. Aurum coronoraium, Ausonius, Auxilia, Avitus, Azov, Aguilea, Aguitania, Axomitae, Babylon, Babylonia, Bacchanalania, Bacchus, bagaudalar, Balbinus, Barbatio, Basel, Basilica Alexandrina, Basilica Julia, Bassiana, Bassianus, Bastarnalılar, Beroea, Billon, Bithinya, Blemmyes, Bnonia, Bononus, Boranlar, Bosphorus, Bostra, Boulogne, Brener Geçidi, Brevarium, Bratinnicus, Britannia Prima, Britannia Secunda, Britonlar, Brixia, Brucbium, Brumath, Budalia, Bulla, Burgundialılar, Busiris, Byzas, Betilianus, Bracaraugusta, Brundisium Bucoli, Burrus, Britannicus, Bilbilis, Brixia….”
İşte, bir kısmını sıraladığımız bu isimleri öğrenerek, ezberleyerek bu günlere eldik ve böyle de devam ediyoruz. Bizler bunun doğru olmadığını söylemeye kalktığımızda “aktör”lük yapmakla suçlanıyoruz. Roma tarihi hayranı Prof. Salih efendiye, Roma tarihi ders kitabından iki soru sormak istiyorum, bakalım bilebilecek mi?
1- “Thurinus” lâkabı hangi Roma imparatoru için kullanılmıştır?
2- Meşhur Julius Caesar’ın kız kardeşinin adı ne idi?
Hadi bir tane daha soralım, belki zekân gelişir!
3- Meşhur Kleopatra’nın hizmetkârlarının adları ne idi?
Hatırlayamadın mı, yoksa bilemedin mi? Çok yazık! Hani Roma tarihi hayranı idin? Ne oldu? Fazla merakta bırakmayayım. Cevabını Prof. Dr. Oktay Akşit hoca’nın Roma İmparatorluk Tarihi10 adlı kitabında bulabilirsin.
Daha bitmedi, Prof. Salih efendi. Şimdi fakültelerde Türk çocuklarına Yunan-Roma-Bizans tarihi dersleri verildiği yetmiyormuş gibi, Antik Nümismatik adı altında Lydia krallığı, İonia, Aiolia, Mysia, Pontos, Paphlogonia, Bithynia, Thrakia adlı eski Anadolu bölgelerinde basılan paralar anlatılmaktadır. Kendi çocuklarımıza Osmanlı ve Selçuklu devirlerinden kalma kendi paralarımızı öğretemiyoruz ama Anadolu’da milâttan binlerce yıl önce yaşamış yabancı kavimlerin paralarını hem de mecburî dersler arasında öğretiyoruz. Allah’tan korkun be! Bu rezalete kimse dur demeyecek mi? Merak edilmesin Helenistik ve Roma çağına ait paralar da Türk gençlerine verilmeye başlanacaktır.
Prof. Salih efendi buna ne buyuracak acaba? Şüphesiz bu da hoşuna gitmiştir. “Bizans’ın torunu” olmak kolay mı?
Antik çağdan kalma şu kelimeler sizce neyi ifade etmektedir, Prof. Salih efendi, söyler misiniz?
“Aigina, Akha, Attika, Euboia, Khios veya Rhodos, Korinthos, Lykia, Miletos, Pers, Phokaia, Samos”.
Yine bilemedin değil mi? Bunlar o devirlerde kullanılan ağırlık ölçüleri imiş11.
Peki, Prof. Salih efendi, bu ağırlık ölçülerinin her birineye tekabül etmektedir? Yani 1 Aigia’nın bugünkü karşılığı nedir? Kaç kilo veya kaç gram? Amma da ahretlik sorular soruyorum değil mi? Sakın kızma, bunu sen istedin.
Devam edelim, neşeli oluyor!
Prof. Salih efendiye bir soru daha soralım:
Attika ağırlık sisteminde basılan birimler nelerdir?
Bakınız, Türk çocuklarının öğrenmek mecburiyetinde kaldığı bu birimleri kitaptan bakarak sıralıyorum. Zaten Pof. Salih efendinin bunu da bizler gibi bilmesine imkân yoktur:
Dekadrahmi =10 drahmi =43 gr
Tetradrahmi = 4 drahmi = 17.2 gr
Didrahmi = 2 drahmi = 8.6 gr
Drahmi = 6 obol = 4.3 gr
Tetrobol = 4 obol = 2.85 gr
Triobol (hemidrahmi)=3 obol =2.15 gr
Diobol = 2 obol = 1.43 gr
Trihemiobol = 1 1/2 = 1.07 gr
Obol = 0.72 gr
Tritartemorion = 3/4 obol = 0.54 gr
Hemiobol = 1/2 obol = 0.36 gr
Trihemitartemorion = 3/8 obol = 0.27 gr
Tetartemorion = 1/4 obol = 0.18 gr
Hemitartemorion =1/8 obol = 0.09 gr (s.29-30)
Aynı kitabın “Sözlük” kısmından bir misâl vermek istiyorum. Prof. Salih efendi bakalım bu üç veya daha fazla bilinmeyenli denklemi çözebilecek mi?
Prof. O. Tekin, “Şekel” kelimesini açıklarken şunları söylemektedir:
“60 şekel, 1 mina’ya eşittir” (s. 139).
Acaba diyorsunuz, 1 mina ne kadardır? Bu defa “mina” kelimesine bakıyorsunuz:
“100 drahmilik değer ölçüsüdür” (s.136).
Konunun uzmanı olmadığımız için şaşırıyoruz. Acaba “100 drahmi”nin karşılığı ne kadardır? Bu defe “drahmi” kelimesine bakıyorsunuz. Kafaları karıştıran şöyle bir cevap karşılaşıyorsunuz:
“1 drahmi 6 obol eder” (s.133).
Hayda, bu defa “obol”a bakıyorsunuz:
“1 drahminin altıda biri” (s.137).
Şimdi Fakültede gençler “1 şekel” ne eder diye, ellerinde hesap makinesi tartışıp duruyorlar. Hesap makinesinin de kafası karışmıştır. Prof. salih efendi çözmeye muvaffak oldu mu dersiniz?
İşte, Türk çocuklarına bunlar Fakültede mecburî ders olarak okutulmaktadır. Bunları mecburî olarak anlatamazsınız demek suçmu? Bu komediye karşı çıktığımız için bir de utanmadan “aktör”lük yapmakla itham ediliyoruz.
İsterseniz “Antik Nümismatik” dersinden imtihanlarda çıkan soruları da hatırlatalım:
– Aspendos sikkesini yazınız? Bodrum’un Antik Çağ’daki adı nedir?
– Antik Çağ’a ait ilk sikkeler ve üzerindeki ibareler nedir?
Daha bitmedi: 1940 yılından itibaren yukarıda kısaca temas etmeye çalıştığımız “Hümanizm” görüşü doğrultusunda bütün Türkiye’de Ortaokul ve Lise öğrencilerine aşağıda zikredeceğim şu konular okutulmamış mı idi? Ülkemizde okuyan herkes bu konuları ezberleyerek büyümedi mi? Herhalde Prof. Salih efendi bunları unuttu! Meselâ şimdi sizlere Niyazı Akşit ve Emin Oktay tarafından hazırlanmış ve devrin Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun kararıyla liselerin I. sınıflarında ders kitabı olarak okutulması kabul edilen TARİH I adlı kitabın “İçindekiler” kısmını aynen sunuyorum:
I. Ünite: Tarihin konusu, tarihin bölümlere ayrılması, takvime başlangıç; Tarih Öncesi Devirleri: Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Maden Devri.
II. Ünite: Türklerin Anayurdu ve Göçleri (s. 22-30). Çin ve Hint Uygarlığı
III. Ünite: Mezopotamya: Sümerler ve Akadlar; Elam; Babil krallıkları; Asur krallığı; Mezopotamya uygarlığı; Anadolu’nun coğrafi durumu ve tarih öncesi uygarlıkları; Hititler, Frigya, Lidya, İoan’lar, Mısır, İran: Medler ve Persler; Fenikeliler ve İbraniler.
IV. Ünite: Girit ve Miken uygarlıkları; XII ve VI. yy. arasında Yunan tarihi: Dor’ların istilası ve Aka’ların Anadolu’ya gelişleri; Isparta, Atina. V. yy. Yunan tarihi: Pers savaşları, Atina’nın üstünlüğü, Makedonyalıların hegomanyası. İskender ve Helenizm devri: Büyük İskender ve Asya Seferi, İskender İmparatorluğu, Helenizm devri uygarlığı.
V. Ünite: Eski İtalya, Etrüskler ve Roma’nın kuruluşu. Roma’da krallık devri, krallık devrinde sosyal durum. Roma Cumhuriyeti ve savaşları. Cumhuriyet yönetimi, Partici-Pleb mücadelesi, Cumhuriyet devrinde Roma ordusu, Roma devletinin kurulması, İtalya’nın fethi, Batı Akdeniz’de Roma egemenliği, Pön savaşları, Doğu Akdeniz’de Roma egemenliği, fetihlerin sonuçları. İç savaşlar ve Cumhuriyetin yıkılışı, reform hareketleri, Yulius Çesar ve Cumhuriyetin sonu. İmparatorluk devri ve imparatorluğun yıkılması: Cumhuriyetten imparatorluğa geçiş, Augustus devri ve sülalesi, başlıca imparatorluk sülaleleri, roma’nın yıkılışını hazırlayan sebepler, kavimler göçü, Hıristiyanlık ve esasları, imparatorluğun ikiye bölünmesi ve yıkılması. Roma uygarlığı: Toplam, Dil ve Edebiyat, Hukuk, Ekonomi, Güzel Sanatlar, Din ve inanışlar, Yunan ve Roma Tanrılarının adları. Kronoloji, Terimler ve deyimler.
Kitabın tamamı 254 sahife. Bunun 8 sahifesi (s.22-30) Türklere ait. 246 sahife Türk olmayan unsurlara ayrılmış. Yunan ve Romalılara ayrılan sahifenin tutarı ise 125’dir. Yani Türklere ayrılan bahis % 3’tür.
Böyle garabet, böyle saçmalık dünyanın hangi milletinde vardır? Tarih kitabının %97’sini yabancılara ayıran dünyada başka ülke var mıdır?
Bugün ülkemizde yaşı 25’in üzerinde okuma-yazma bilenlerin hepsi bu konuları ezberleyrek büyümedi mi? Prof. Salih efendiye bunları da hatırlatalım istedik. Acaba Yunanlılar ders kitaplarında kendi çocuklarına Türk tarihi hakkında ne bilgi veriyorlar? Kaç sahife? Ve ne diyorlar? Cevabını Prof. Salih efendi verirse seviniriz. Bu cevap üzerine karşılıklı mukayese yapmak imkânına kavuşuruz. Aramızdaki tartışmanın en önemli noktası burada yatmaktadır. Esasında bu sorunun cevabını cümle âlem bilmektedir. Yunan ders kitaplarında Türklerle ilgili verilen bilginin sadece ve sadece bir paragraf oldğunu ve bununla Türk milletine olan nefretin dile getirildiğini hepimiz bilmekteyiz. Yine de merak ediyoruz, bakalım, Prof. Salih Efendi Yunanlıları nasıl savunacak!
Yine hatırlanacağı üzere, N. Akşit ve E. Oktay’ın kitabının her bölümünde “Hazırlık Soruları” ve ayrıca “Sorular” kısmı bulunmaktadır. Bu sorular sözlü ve yazılı imtihanlarda bizlere sorulurdu.
Hâfızalarınızda canlandırmak için kitaptaki sorulardan bir kısmını sıralamak istiyorum:
– Attik, Arkadya, İonya, Ailoia, Beoitya nerededir?
– Pisistratos kimdir? Zamanında neler yapılmıştır?
– Klistenes’in reformlarının esası ve önemi nedir?
– Yunan destanları nasıl meydana gelmiştir? Yunan dininin özelliği nedir?
– Yunan tanrılarının en önemlileri hangileridir? (s.145)
– Maraton muharebesinin sonucu ne olmuştur?
– Kserkes’in Yunan seferinde hangi muharebeler olmuştur?
– Mittiades, Temistokles, Leonidas, mardonius, Kimon kimdir? Neler yapmışlardır? (s 155 vd.)
– Antialkidas barışının sebepleri nelerdir? (s.168) Helen birliği nedir? (s.169)
– Hellenizm devri sanatının özellikleri nelerdir? (s.177)
– İtalikler kimlerdir? Romanın ilk kralları kimlerdir? Latium ne demektir?
– Roma’nın kuruluşu hakkında ne gibi efsaneler vardır? (s.189 vd.)
– 12 Levha Kanunu nasıl hazırlanmıştır?
– Kensörler ve Ediller hakkında bilgi veriniz?
– Samnit savaşlarını anlatınız? (s. 191-206)
– Grakhus kardeşlerin reformlarını anlatınız?
–Marius, Sula ve Pompeyus kimdir? I. Triumvir’lik nasıl bozulmuştur? (s. 214)
– Helenizm krallıkları hangileridir? Bunlar ne zaman ve nerede kurulmuşlardır?
– II. Triumvir’lik nasıl kurulmuştur?
– Aktium muharebesinin sebebi nedir? Sonucu ne olmuştur?
– Augustus’tan sonra kendi soyundan gelen imparatorlar kimlerdir?
– Flaviyenler sülâlesi nasıl kurulmuştur? Bu sülaleden gelen imparatorlar kimlerdir? Antonin’ler sülalesinden gelen imparatorlar kimlerdir?
– Hıristiyanlık nasıl resmi bir din olmuştur? (s. 228 vd.)
– Ünlü Roma şair ve yazarları kimdir? Başlıca Roma tanrılarının adları nelerdir? Yunan tanrıları Roma’da ne gibi adlar almıştır? (s.245)
Bunları hatırladın değil mi, Prof. Salih Efendi. Daha ezberlediğimiz Drakon ve Solon kanunlarından söz etmedim. İllius ve Odisse destanlarından okuduğumuz okuma parçalarını unuttuğumu sanma. Herodotes, Aristoteles, Tukidides, Demostenes, Sokrates vb. gibi adları zihinlerimize nasıl soktuklarını da unutmadık. Homeros atamızı, Kibele anamızı nasıl unutabiliriz! Diyojen’i, Hippokrates’i bilmeyen Türk çocuğu kaldı mı?
Bir defa daha tekrar edelim. İşte biz hâlâ da fakültelerde mecburî ders olarak okutulan Yunan ve Roma tarihlerine bunun için karşıyız. Neden Türk çocuklarına hâlâ Yunan ve Roma tarihi öğretilmeye devam ediliyor? Neden kısa ve öz olarak vede münasebet ölçüsünde anlatmıyoruz? Yukarıdaki bilgilerin bizim için anlamı nedir?
Kendi çocuklarımıza önce kendi tarih ve kültürümüzü anlatalım. Meselâ meslek hayatımda öğrenciler arasında Türk milletinin en büyük iftiharı olan Orhun Kitabelerini okuyan hiçbir gence rastlayamadım. Genç harita üzerinde ecdadının at koşturduğu Isık, Balkaş ve Baykal göllerinin nerede olduğunu, Aral gölüne akan nehirlerin neler olduğunu, Sayan dağlarının nerede bulunduğunu bilmiyor. Meselâ Türklerce kutsal kabul edilen Ötüken bölgesinin tam yerini Prof. Salih efendi dahî bilmez.
İstenen bu mudur? Neden “Eskiçağ”a taktığımı bir defa daha anladınız mı? Öyle tahmin ediyorum. hümanizm görüşünün rağbet gördüğü yıllarda Millî Eğitim Bakanlığı (1948-1950 yılları arasında) yapmış olan Prof. dr. Tahsin Banguoğlu’nun o devri anlatan yazıları, kendilerini “Bizans’ın torunları” kabul edenler tarafından okunmuş olsaydı, ülkemizde oynanan oyunları daha iyi anlarlardı.
Atatürk zamanında yazılan 4 ciltlik “Tarih” kitabı ile Atatürk’ün ölümünden sonra yazılan tarih kitapları mukayese edilirse ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkacaktır. Millî çizgiden nasıl uzaklaşıldığı anlaşılacaktır. Atatürk’ün Orta Asya Türk tezinden ve direktiflerinden nasıl sapılarak eski Yunan ve Roma’ya nasıl gönül verdiğimiz, birdenbire Yunan ve Roma hayranı olmamızın sırları dikkatlerden kaçmayacaktır.
Meselâ bu konuda kafa yoranlardan ve araştıranlardan bir tanesi de bir Fransız Ermeni olduğu ileri sürülen Etienne Copeaux’dur. Kitabının adı: Tarih Ders Kitaplarında (1931-1993) Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine12. Bu kişi 1931-1993 yılları arasında ülkemizde araştırılmış ve yayınlanmış ders kitaplarının değerlendirmelerini yapmıştır. Bakınız Fransız Ermenisi Etienne Copeaux, alatmaya çalıştığımız “Hümanizm” konusunda neler söylemektedir.
“Milliyetçi çevrelerin bümanizme öfkesi, yarım yüzyıl sonra hâlâ dinmiş değildir. Kafesoğlu’nun öğrencisi, Aydınlar Ocağı yürütme kurulu üyesi (1990) ve İstanbullu üniversite adamı, tarihçi Abdülkadir Donuk’un bu sözleri bu öfkeyi kanıtlamaktadır.”
Bendeniz bu konuda ne söylemişim. Kısa bir görüşümü şöyle aktarmış:
“Hümanizm, Batının Türkiye üzerinde oynadığı bir oyundur. Hümanistler kültürümüzü yıkmak isteyenlerdir. Komünizm Türklüğü yok edemedi, korkarım bümanizm Türk insanına daha fazla zarar verecektir….. Hümanistler ecdadımızı ve kültürümüzü eski Roma ve Yunanlılara bağlamaya çalışanlardır…. Bize kendi tarihimizi okutmuyorlar. Batılıların tarihini okutturuyorlar. Türk genci Roma ve Yunan medeniyeti öğrenerek yetişiyor.” (s. 58 vd not 14).
Aynı yazar, eserinin bir başka yerinde, Turgut Özal’ın Fransızca yazdığı esere şiddetle karşı çıkanlar arasında şahsımı göstermiştir. (s. 62 n. 30)
Görüldüğü gibi, hümanizm yâni eski Yunan ve Roma tarihinin ön plâna çıkarılması konusunu işlemem ve bu yanlışlığın kaldırılması için yaptığım mücadeleye bir Fransız Ermenisi kızıyor ve tepkisini dile getiriyor. İçimizdeki Prof. Salih efendi de, aynı görüş doğrultusunda fikir beyan ediyor ve hızını alamayarak “aktör”lük yapmakla itham ediyor.
Şimdi, söyleyin bakalım, bir Fransız ermenisiyle, Türk (!) profesörü Salih Özbaran arasında ne fark var? Herhalde “solculuk” damarı mı kabardı dersiniz? Unutulmasın damarı kabartan içindeki “kan”dır. İnsanların duygularını harekete geçiren esas unsur “kan”dır. Yerine göre, insanları üzüntüye veya sevince boğan “kan”dır. Kanın bu hareketlerine kalp veya beyin karşı koyamaz ve neticede muhakkak rengini belli eder. Buna mani olamazsınız. Meselâ bendenizin damarlarında dolaşan “asil kan” kalbim vasıtasıyla beynime devamlı olarak pompalanmakta, ağzımdan ve kalemimden TÜRK, TÜRK, TÜRK diye haykırmama ve yazmama vesile olmaktadır. Ecdadımın bizlere emanet ettiği ve adını Türkiye diye koyduğu bir ülkede alnım açık şerefle yaşıyorum. Vazifem Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet korumaktır. Ben neden koridorlardaki “Türk büyüklerinin resimlerinden” rahatsızlık duymuyorum? Aksine iftihar ediyorum. Peki Prof. Salih Özbaran efendi, neden “Türk büyüklerinin resimlerinden” rahatsız oldu ve Dekan olur olmaz depolara attırdı?. Neden? Neden? Neden? Alnındaki bu “leke” ölse dâhi silinmeyecek ve “Özbaran” soyadını taşıyan aile fertlerinde dünya durdukça devam edecektir.
Tebliğimi şu cümlelerle bitirmiş idim:
“Türklükten nefret eden Türk tarihçileri (!) ile nereye kadar gidilebilir? Yeri gelmiş iken hemen ifade edelim ki, Türk milletine, devletine ve tarihine ihanet eden hain diyebileceğimiz tarihçilerin varlığı da unutulmamalıdır. Maalesef bunların sayısı önemsenmeyecek kadar az değildir. Bunları temizlemek devletin vazifesi değil mi?” (s.225)
Cevabî yazısında Prof. Salih efendi’nin bu görüşümden “rahatsızlık” duyduğu anlaşılmaktadır. Neden acaba? Neden bu sözler kendisini rahatsız etti? Kendisine böyle bir şey demedik ki!. Doğrusu “gocunmasındaki” sırrı anlayamadım. Bir “yarası” mı var acaba?
Bizler bu toplantıyı tertip etmeden bir ay önce diğer bir toplantıda -ki o zaman dekan idi Prof. Salih Özbaran’ın kadîm dostum dediği Prof. Dr. Taner Tarhan hoca herkesin içinde bağıra bağıra “tarihçilerin içinde de hainler var” diye konuşmuş idi. Bugün bölüm içinde en büyüklerimizden biri olarak kabul ettiğimiz, Taner Tarhan hoca’nın boşa konuşmadığını herkes bilir.
Prof. Salih efendinin kendisine cevabı şimdilik “kısa” tutmaya çalıştık. Gelecek yazılarımızda konuyu biraz daha açabiliriz. Şöyle ki;
a- 1940’lı yıllardan sonra “Batı Klasikleri” adı altında yayınlanan eserlerin listesini ve muhteviyatını tek tek sıralayarak, akla hayale gelmeyen 759 eseri sizlere tanıtmak istiyorum.
b- Türk üniversitelerinde hâlâ mecburî dersler arasında okutulan “Bizans tarihi” üzerinde hiç durmadık. Ne Bizans oyunlarına şahit olacaksınız.
c- Yine Fakültemizde mecburî dersler arasında yer alan “Mezopotamya Tarihi” içerisinde yer alan Akad, Elam, Babil, Asur krallıklarını, meşhur hammurabi kanunlarını, Babillilerin en büyük tanrısı Marduk’u, Gılgamış destanını hatırlatacağız.
d- Hititler hakkında ayrı bir bahsimiz olacak. Emin Oktay’ın kitabında yer alan kralları Labarnuş’u, I. Hattuşil’i, I. Murşil’i, çocukluğumuzda adını bir türlü telaffuz edemediğimiz meşhur Şuppiluliuma’yı, Muvattaliş’i, Kadeş Andlaşmasını, Hitit kanun ve tanrılarını ele alacağız.
e- Yine N. Akşit ve E. Oktay’ın kitaplarında yer alan Frigyalıları, Lidyalıları, İonları unuttuğumuz zannedilmesin.
f- Fakültemizde “Eski Mısır Tarihi” de mecburî dersler arasında okutulmaktadır. Eski krallık, Orta krallık ve Hiksoslar, Yeni krallık, Gerileme devri ve Sais krallığı süllelerini, kralları Tutmosis’i, Amonofis’i, Ramses’i Psammetik’i, Fİravun’u; tanrıları Amon-Ra’yı değerlendireceğiz.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, Bizans İmparatoriçesi Theodora’nın “fahişe”liğine inanmamış görünen Prof. Salih efendi, güyâ Thedoro’yı temize çıkarmak için bakınız ne diyor:
“Aklıma hemen Osmanlı İmparatorluğu geliveriyor: Ülkesine “Memâlik-i Rûm”, şairlerine “Şuarâ-yı Rûm” diyen Osmanlı. Kimin, hangi sultânın, hangi anadan doğduğunu sağır sultânın da duyduğu bir gerçek! Irk saflığı peşinde koşan bir tarihçinin feryâdı akıllara durgunluk veriyor…”13
Bu ifadenin tercümesi şu; Osmanlı sultanları yabancı kadınlarla evlenmiştir. Dolayısıyla soyumuzda ırk saflığı aranamaz.
Hemen cevap verelim. Doğrudur, tâ Hun’lardan beri siyasî sebeplerle Çin’den, Bizans’tan, Ukrayna’dan, Sırp’tan vb. kız almışız ve kız vermişiz. Prof. Salih efendi’nin aklına getiremediği veya unuttuğu önemli bir nokta var. Dinen ve ırken, anne kim olursa olsun, doğan çocuğun “babanın sulbünden” hayat bulmasıdır. Yâni baba hangi ırka mensup ise çocuk da o ırka âittir. Burada mühim olan “tohum”dur. Yâni “ne ekersen onu biçersin”. Prof. Salih efendi Bizans ve Roma saraylarında imparatoriçlerin yaptıkarı fahişeliğin, Türk saraylarında olduğunu söyleyebilir mi? Harem’e ancak “hadım”laştırılan erkeğin girebildiğini prof. unvanlı birine hatırlatmak ne kadar acı, Bunun yanında “Memâlik-i Rûm” sözü “Rûm memleketi”; “Şuarâ-yı Rûm” lafzı “Rûm şâiri”; “Sultân-ı Rûm” unvanı “Rûm sultânı” mânasında değil, aksine coğrafi anlam içerisinde mânâlandırılabilecek tâbirlerdir. Yani, Kur’ân’dan beri bütün İslâm kaynakları dâhil, Bizans’ın/Doğu Roma’nın idâresindeki topraklar için kullanılan “Rûm” tâbiri, bu kaynakların tesiriyle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de özellikle dar mânada “Anadolu” için benimsenmiş ve kullanılmıştır.
Fransızların Le Monde gazetesi muhabiri Türkiye’yi Yunanistan’da temsil eden Büyükelçimize soruyor: “Meşhur Yunan destan şairi Homeros Türklerin atasımıydı? diye. Büyükelçimizin cevabı EVET oluyor. Bu büyükelçi hâlâ yaşıyor. Adını biz biliyoruz. Prof. Salih efendi, duyurursa daha çok seviniriz14.
Bunlara göre atamız Homeros, babamız Noel, peki anamız kim? Anamızın adı da Kibele (Kübala, Artemis) imiş. Rivayete göre M.Ö. 7 bin yıllarında yaşadığı söylenen Kibele, Anadolu’dan kim gelip geçmiş ise o doğurmuş. Biz de Anadolu’ya geldiğimiz için otomatikman bizim anamız olmuş. Anası belli olmayanlara duyurulur. Bu Kibele anamızı en iyi bilen, devlet sanatçısı unvanlı Yıldız Kenter’dir. Kalabalık bir oyuncu grubu ile sergilediği “Ben Anadolu Oyunu” adlı tiyatro gösterisi ile bütün Avrupa’ya Kibele anamızı tanıtmış idi.
İşte hümanizmin tesirleri. İşte soyunu sopunu Yunan’da ve Roma’da arayan insanların dramı.
Anadolu’yu 1071’i takiben adım adım fethettik. Aradan 933 yıl geçti, hâlâ, Anadolu’daki bölge, şehir, kasaba vb. isimlerini Türkçeleştirebildik mi? Neden hâlâ Kapadokya, Kilikya, Agamemnon, Efes demeye devam ediyoruz. Bu ve buna benzer isimlerin listesini gelecek yazılarımıza ilâve edebiliriz. Yukarıda birkaç defa belirttiğim gibi, Prof. Salih efendi tarafından “aktör”lük mertebesine yükseltilmiş idim. Acaba kendisi 65 yaşlarına yaklaşmış birisi olarak, bugüne kadar yazdıklarıyla Osmanlı tarihçiliği alanında, diğer meslektaşlarının yazdıkları ile mukayese ederek, “figüran” bile olabilmiş midir? Önümüzdeki yazımızda Bölümümüzde yeni Yrd. Doç. Dr. veya Doç. Dr. unvanı almış genç Osmanlı tarihçilerinin yazdıkları ile Beyefendinin yazdıklarının karşılaştırmasını yaparak, farkı gözlerinizin önüne sermek istiyoruz.
Prof. Salih efendi, yazısının sonunda ismimi vermemekle beraber, şahsımı kastederek “ya kebikeç demek geliyor içinden” demektedir. Kebikeç’in bugünkü karşılığı “haşere” demektir. Yâni “hakaret” edici bir söz kullanma yoluna gitmiştir. Biz mahkemeye verme hakkımızı mahfuz tutarak, eğer bu sözü ile bize hakaret ediyor ise, bilsin ki, hakaret muhayyerdir, red olunur, hattâ sahibine iâde olunur. Her ikimizi yakından tanıyanlar, bizim ikimizin şeklimizi gözlerinin önüne getirerek, kimin “kebikeç’e benzediğini tahmin edebilirler. Doğrusu benim de içimden “haydi ordan kebikeç” demek geçiyor.
DİPNOTLARI
8- Bkz. Nuri Köstüklü, Sosyal Bilimler ve Tarih Öğretimi, Konya, 2001-, s. 137-138.
9- Ankara, 1993, 438 s.
10- İstanbul, 1985, s. 29-32.
11- Bkz. O. tekin, Antik Nümismatik ve Anadolu, İstanbul, 1992, s. 27 vd.
12- Türk. Ter. Ali Berktay, İstanbul 1998, 341 s.
13- Özbaran, aynı makale, s. 107 vd.
14- Tafsilat için bkz. A. Deliorman, “Homeros Kimin Atası?”, Yeni Orkun, Sayı 11, Ocak 1987, s. 6-9.



