Ana Sayfa 1998-2012 Türk milliyetçiliği tarihinde Nihâl Atsız’ın yeri ve önemi

Türk milliyetçiliği tarihinde Nihâl Atsız’ın yeri ve önemi

“TÜRK tarihi, iki yanı kahramanlık, şan ve ahlâk heykelleriyle süslü uzun ve ulu bir yoldur. Bu yolun her adımında Türkün göğsünü kabartacak, başını dikleştirecek ve üstünlüğünü belirtecek bir kahraman, Türklük için nöbet beklemektedir. Bu kahramanların çoğunu, biz tarihin yolunu aydınlatan ışıkları altında görebiliyor, onlardan kafalarımıza bilgi, gönüllerimize güç ve iman alıyoruz.”

İşte bu kutlu yolun üzerinde Türklük için nöbet beklemiş olan Uluğ Türkçülük yolunda başlı başına âbide şahsiyet, Hüseyin Nihâl Atsız Beğ.

Kahramanlar sadece et ve kemik fedaisinden çıkmaz, kafaların yücelerinden de çıkmaktadır. Bu kahraman Türk, sanki Oğan Tanrı tarafından hususî olarak granit bir bedenî yapı, uranyum gibi bir dehâ ve çelik gibi bir hür irade ile yaratılmıştır.

Kavgacı bir ruha sahip olan Atsız Beği, edebiyat tarihinde allâme olan hocası Fuat Köprülü, kendisine asistan olarak alır; yıl 25 Ocak 1931’dir. Köprülü “Dekan”lık vazifesinden ayrılınca, H. Nihâl Atsız Beğ akademik ve ilmî himayeden mahrum kalır. Prof. M. Fuat Köprülü’nün yerine, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na Ali Muzaffer isminde bir dekan vazifelendirilir. O sıralar, “ATSIZ MECMUA”nın 17.nci sayısında, “DARÜLFÜNUN’UN KARA, DAHA DOĞRU BİR TABİRLE, YÜZ KIZARTACAK LİSTESİ” namındaki makalesi, Maarif Vekili Dr. Reşid Galib’in ve dekanın hışmını Atsız Beğin üzerine çekmesine sebep olur. Dekan Ali Muzaffer Beğ, Maarif Vekilinin de desteğiyle Atsız Beğ’i üniversiteden uzaklaştırır. Atsız Hoca üniversiteden ayrılışından iki gün sonra, fakülte dekanı Ali Muzaffer’i Tokatlıyan’daki bir çayda yakalar. Yüzlerce kişinin gözleri önünde dekanı tokatlamış, hiç kimse de Atsız’ı suçlayamamıştır. Hâdiseyi mukayese açısından bir misâl vermek istiyorum:

27 Mayıs 1960 inkılâbı ile Demokrat Parti mebusları Yassıada’ya gönderilmişlerdi. Yassıada Komutanı Tarık Güryay’ı gören herkes örfünden dolayı -velev ki sabık Cumhurreisi olun- esas duruşa geçip Tarık Güryay’ı âdeta sancak selâmlar gibi selâmlamak mecburiyetinde idi. Bir gün. Selçuklular Tarihi üzerine en büyük “otorite” olan Prof. Osman Turan Beğefendi traş olurken, Yassıada Komutanı yanından geçiyormuş. Hoca istifini bozmaz. Komutan, Osman Turan Hoca’ya doğru dönüp:

“– Niçin ayağa kalkıp selâma durmuyorsun? Derhâl ayağa kalk!” diye bağırır. Bütün milletvekilleri vak’ayı seyrediyorlar. Bu vaka sadece Osman Turan’a değil, diğer mebuslara da bir disiplin cezasının gelmesine sebep olabilir. Tam bu esnada Prof. Dr. Osman Turan ayağa kalkar ve aniden Yassıada Komutanının suratına adı ve soyadına yakışır bir tokat aşkeder. Komutanının muhafızları Osman Hocaya süngü hücumuna geçerler. Komutan daha atik davranarak askerlerin hamlesini emirle durdurur; şayet durdurmasa idi, hoca süngülerle delik deşik edilecek ve böylece de Türklük öksüz kalacaktı. Hâdise karşısında “şok” geçiren tutuklular, bu andan sonra başlarına gelebileceklerin hesabını yapmaya başlarlar. Korktukları başlarına gelmez; tam aksine, baskılar azalmaya başlar.

Hüseyin Nihâl Atsız Beğ, tarihçi, romancı ve şair bir ülkü devi idi; daha doğrusu Türk milliyetçilerinin fikirde önderi idi. Hocamızdı, ağabeyimizdi. bu hususları ile Türk şiiri, romanı ve tarihçiliğiyle emsalsizdir. Edebiyat ve tarihçiliği yönünden tek benzediği zat, vatan şairi Namık Kemal Beğ’dir. Atsız’ın romancılığı, Türk edebiyatına Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi bir destan şairimizi kazandırmıştır.

Merhum şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, onun ”BOZKURTLARIN ÖLÜMÜ” isimli meşhur eserini 6176 mısradan meydana getirmiştir, ki; kelimenin tam mânâsıyla kendisinin, Atsız’ın hülâsa BOZKURTLAR’ın şanına lâyık olmuştur. Uçmağda buluşan bu iki devi rahmetle yad ederim; ruhları şâd olsun!..

Atsız Beğin romancılığı bizim ve bizden sonra gelen neslin Türk milliyetçisi, ÜLKÜCÜ, TURANCI yetişmesine vesile olmuş; sadece fikrî sahada kalmayıp yeni doğan Türk çocuklarının, Türk tarihinin derinliklerinden gelen 200’den fazla millî Türk ismini de almasını sağlamıştır.

Fikir ve ruhta 20. yüzyılın en büyük, en şuurlu Türkçüsü olan ATSIZ BEĞ, Türk ailesinin kendilerine mahsus birer “arma”sının olmasını arzu etmiştir. Bizce de bugün bu büyük eksikliğin giderilmesini arzu eder, her Türkçünün bir arma yapıp, evlâttan evlâda geçmesini temeni ederiz. Her Türk aliesi, milletimizin şan ve şerefine uygun düşecek bir armayı kabul etmelidir. Devletimiz de, teşvikçi ve destekçi olmalıdır.

Milletleri meydana getiren başlıca hususiyetlerden birisi de, “DİL”dir. Türk dili, zaman zaman medeniyet dölü alış-verişinde bulunduğumuz milletlerden gayet tabiî olarak yüzlerce kelime almış, onlara da kelime vermiştir. Alıp vermeliyiz de; lâkin bugünkü kadar Türkçemizin soysuzlaştığı tarihimizin hiçbir devrinde görülmemiştir. Türk düşmanlarının yaptığı bu ihanete, bilerek veya bilmeyerek -istisnalar dışında- millet olarak topyekûn yardımcı olmaktayız. “SAL”lara binip “SEL”lere kapılarak, bizce meçhul olmayan uçurumlara sürüklenip gitmekteyiz. İnsanımız konuşmayı unuttu. Çok acıdır ki, ilim âlemi dediğimiz üniversite camiası da bu işin, bu gidişin başını çekmekte idi. Dili bozulmuş bir milletin istikbalinden iyi niyetle bahsetmek mümkün değildir.

Büyük Türkçü Atsız Beğ bir tarih ve edebiyat bilginidir. Büyük insan İbnülemin Mahmut Kemal İnal Beğ merhumun: “Atlıyı atından indirir”! dediği üstadımız, roman ve şiirlerinde Türkçemizi çok güzel ve ustaca kullanmış, dolayısıyla tarih bilgisi vukufiyetini, edebiyatta da kabul ettirmiştir: BİLGE TONYUKUK’u “En eski Türk müverrihi”, YULUĞ TİĞİN’i de, “İkinci Türk müverrihi” diye tesbit etmesi, edebiyat tarihi üzerindeki dehasını ortaya koyar. Çok önemli bir tesbitini daha belirtmek istiyorum: TÜRK ORDUSU’nun kuruluş tarihini, Mete Han’ın zamanına kadar götürmesi önceleri yadırganmış, ancak çok haklı olduğu Türk Genelkurmay Başkanlığı tarafından kabul görüp, resmiyet kazanmıştır.

ATSIZ Beğ, Türklüğe derin bir sevgi ile bağlanmak ve ona karşılıksız olarak hizmet etmek fikrini yüceltmiştir. Bu ulvî gayesini “BOZKURTLARIN ÖLÜMÜ”, “BOZKURTLARIN DİRİLİŞİ”, “RUH ADAM” ve “DELİ KURT” namındaki eserlerinde fevkalâde tesirli bir şekilde işlemiştir.

Çok önemli bir meseleye daha parmak basmak istiyorum: Zamanımızda “Plajdaki Kadınlar”, “Susam Sokağı”, “Çitlenbik”, “İnce İnce Yasemince”, “İnek Şaban” gibi TV programları ve filmleri milletimizi sürü hâline dönüştürür. Onun içindir ki, “BOZKURTLAR” filme alınmalıdır. Türk milletinin ruhuna tarihî misyonu hatırlatılarak yüklenmelidir. Hattâ büyük Türkçü Atsız Beğ’in hayatı da film hâline getirilmeli, onun kutlu hayatı ülkücü Türk gençliğine TVlerimizden anlatılıp gösterilmelidir.

Hüseyin Nihâl Beğ’in şiirleri ise, romanlarındaki Türklük sevgisinin, cihan hâkimiyeti mefkûresinin mısralarda terennümüdür. Şiirleri, “YOLLARIN SONU” namındaki eserinde toplanmıştır. Romanlarında olduğu gibi şiirlerinde de daima Türkçülüğü ön plânda tutmuştur. Bunun içindir ki, şiirlerinde vatan (yani, toprak), tarih (mazi), kahramanlık, savaş ve Türk mitolojisini işlemiştir.

“Bir kemiğin ardından saatlerce yol alan,

İtler bile gülecek kimsesizliğimize!”

mısralarında, maddî gayeleri hiçe sayıp, ülkü erlerinin basit menfaatleri ellerinin tersiyle itmelerini; bu yolda da yalnız kalabileceklerini; hattâ buna mukabil, süflî gayelerin esiri ve zebunu olmuşların bu yalnızlığımıza da arsızca sırıtıp gülebileceklerini belirtmiştir. Bir başka şiirinde:

“Buyursunlar… Bizim için savaş düğündür,

Din Arabın, hukuk sizin, harp Türklüğündür”.

demektedir ki, millî hayatımızı tarih boyunca muharebelerin tayin ettiğini ifade ederek, askerlik mesleğinin ehemmiyetini, kutluluğunu dile getirmiştir.

Millî şuurumuzun 20. yüzyıldaki bu büyük dehası:

“İstikbali kucağında bu mazi taşır

Arkasında olmasaydı şanlı bir mazi

Bu milletden çıkar mıydı bir büyük Gazi?”

mısralarıyla da mazinin istikbali yarattığını ifade etmiştir.

“Bir mıh bir nalı, bir nal bir ayağı, bir ayak bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan bir memleketi mahveder!” diyen Cengiz (Temuçin) Han:

“Bizden sonra soyumuzdan gelenler yaldızlı elbiseler giyecekler, yağlı ve şekerli yemekler yiyecekler, en iyi atlara binecekler, kollarında en güzel kadınları sıkacaklar ve bütün bunları bize borçlu olduklarını unutacaklar”. demektedir.

Bizler Mete Hanı, Çici Yabguyu, Kürşad’ı, Bilge Kağanı, Alparslan’ı, Osman Gazi’yi, Yavuz Sultan Selim Han’ı, Çengiz Han’ı, Timur’u (Temürlenk), Enver Paşayı, Ziya Gökalp’ı, Atsız Beği hiç ama hiçbir zaman unutmadık; unutmayacağız da…

Bu büyük Türklerle uçmağda beraber olursak ne mutlu, olamaz isek baht utansın!..
 

Orkun'dan Seçmeler