“Geçmişi bilmeden, geleceğe iyi bakılmaz” deyimi herhalde doğru ki, birçok şeyleri araştırırken birtakım kopukluklarla karşılaşmak sürpriz olmuyor. Yakın tarihimiz (1900-2000 yılları arasında) bilinmeyen neler var, bunları doğru olarak bilmenin ne zararı var, resmî tarihle hakikî tarih aynı değil mi? Meselâ Lozan Antlaşması. Karşımıza bir kitap çıkıyor “Lozan zafer mi, hezimet mi?” Okuyunca şaşırıyorsunuz. Artık son bir asırlık tarihimizden hayatta kimse kalmadı. Zülfiyâre dokunur diye hakikati yazmamak, saklamak, neticesi millete tesir eden şeylerdir. Millet için, fertler nedir ki… Tarihten ders almayı yalnız yöneticiler mi bilmeli? Kaderi ile oynanan millet figüran rolünde mi olmalı, yoksa senaryoyu bilip rolünü daha başarılı mı yapmalı?
1950’den sonra, millet hayatımız çok fırtınalı geçmiştir. Bu ârızalı yıllar demokrasiye geçtiğimizden dolayı değil, aynı zaman bölümü içerisinde aynı hâdiseleri beraber yaşayan, fakat değişik fikir ve karakterdeki insanların birbirleri ile çatışması neticesi heba edilmiştir. Zararı zaman geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. 1940’lı yıllarda İspanya’da Cumhuriyetçiler ve Kralcılar arasında çıkan iç savaşta iki milyon ölü, dört milyon yaralı olmuş, fakat İspanya akabindeki yıllarda ağır sanayiini kurmuş, turizmde patlama yapmış, halk zengin olmuştur.
27 Mayıs 1960 hareketi niye yapıldı? İddia, anayasaya muhalefet, vatana ihanet. Kedi, köpek, maydanoz konuşuldu. İddianame okunduktan sonra yabancı basın hemen bütünüyle ülkelerine geri döndüler. Sonunda üç devlet adamı asıldı. O vakit Avrupa bunları asmayın diyordu, astık. Şimdi de Abdullah Öcalan’ı asmayın diyorlar. Bunlar kabili kıyas hâdiseler ve insanlar mı? Ne oldu da Avrupa’nın terazisi şaştı? Bunları hep beraber yaşadık.
Bugün ülkemizi ve devletimizi yönetenler ileri yaşlardadır. Ve bu hâdiselerin içindeydiler. Bunların hataları ne idiydi de arızalar vuku buldu? Bir müddet sonra ne ve nasıl oldu da yerlerine güçlü olarak geldiler? Ve gitmiyorlar. Davos’ta İngiltere Başbakanı Mr. Tomy Blaire, sayın Ecevit’e (isminizi duyarak büyüdüm) diyor. İltifat mı, istiskal mi? Sayın Demirel de hayatında hep yuvarlak konuşmuştur. Son elli sene içinde sadece asılan üç kişi mi suç işledi? Bu kadar ârızalı dönem içerisinde hangi melekler iş başındaydı? Atatürk’e gardrop milliyetçisi dediler ses yok, ben verdim dedim, dediler ses yok. Hukukun üstünlüğü sözünü ağzından düşürmeyenler kulaklarınız çınlasın. “Kuvvete dayanmayan adalet âciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir” (Pascal).
Memlekette kan gövdeyi götürürken, öbür tarafta millet, devlet düşmanları malı götürmüşler, haberimiz yok. Yani (cambaza bak) hikâyesi. PKK, Hizbullah, İbda-C ve diğer fraksiyonlar. Hayret, devletimizin gözü kör, kulağı sağır mıdır? Birçok takdire değer istihbarat teşkilâtımız var, nasıl oluyor da birimler çalışamıyor; patinajda kalıyor? Son yirmi senede millet, devlet soyuluyor, binlerce insan ölüyor, içeriye 45 milyar, dışarıya 100 milyar dolar borç, işte manzara bu. Yöneticilerimizin ehliyeti ortada. Holdinglerin ortaklaşa yürüttüğü bir devlet nasıl batmıyor? Herhalde Allah tutuyor, Türk milleti mazlumdur. Bakalım ahı nasıl çıkacak!
Millet devlet, devlet millet olma vasfımız çok yönlü tazyiklerle ve içerdeki mimarları vasıtasıyla sinsince yok ediliyor. Geçim derdine düşmüş halkımız, dinî ve millî hislerinden çok uzaklaştırıldıkları ve (bugünkü eğitim sistemimiz sayesinde) cahil kaldıkları için sesini duyuramıyor. Halkımız maalesef Emevî islamı tesirindedir. Bunda da Araplık vardır.
Üç dört parti başkanı, istediğini seçtirdiği için meclis maalesef pasif durumdadır. Haysiyet kırıcı bir durum. Yargı bağımsızlığı şüpheli. Millet ve devlet, kendiliğinden bu duruma gelmemiştir. SUÇLU KİM? Yöneticilerimiz maalesef müteselsilen suçludur. Meclisimizin birinci vazifesi murakabedir. Millet adına icrayı kontrol, harcamaları kontrol. Mecelle’de âmir hüküm (Murakabe edilmeyen, muhafaza edilemez) dir. Devletin temelinde adalet varsa o devlet ebedîdir. Adalet mülkün temelidir sözü boşuna söylenmemiştir.
Resmî dış temaslara dansöz ve türkücü götürme neyin nesidir? Devletlerin birbiri ile olan münasebetlerinde böyle bir usûl olduğunu sanmıyorum, zira umur-u devlet anlayışına ters düşer. Amerika reisicumhuru Clinton zinadan değil, yalan söylemekten hâkim karşısına çıkmıştır. Demokrasi varsa, işte budur. Geleceğimizin teminatı olan gençliğimiz maalesef ne olduğu belirsiz bir müziğin, uyuşturucunun ve fuhşun tesiri ve kültür erozyonunun ağırlığı altında bunalım yaşamaktadır. Üniversitelerimiz, sayın prof.larımız sizler de mi öldünüz? (Mevt-i âlim, mevt-i âlem) derler, doğruymuş.
Onun için diyorum ki yakın tarihimizi bilelim. Şeffaf olalım, şeffaf.
Tanrı Türk’ü Korusun.



