Ana Sayfa 1998-2012 Olumsuzluklarla Övünebilir miyiz, Övünmeli miyiz?

Olumsuzluklarla Övünebilir miyiz, Övünmeli miyiz?

Bu soruyu son bir iftar toplantısında, konuşmam istenince dinleyicilerime sordum.

Garip karşılandı ki cevap veren olmadı.

Cevabı ben vereyim dedim ve hem “evet” hem de “hayır” diye karşıladım.

“Evet”i şunlar: A.B.’ye girişimizi atlatıp duran Avrupalılar, ne mazeret gösterirlerse göstersinler, esas sebep bizden korkularıdır (daha önce de Orkun’da yazdığım için kısa geçeceğim.) Bunu Cumhurbaşkanları da (Giscard d’Estaing v.s.) açıkça söylediler. Almanya’nın eski başbakanı Schmidt de, son yazdığı bir kitapta, Demirel’le bir konuşmasını naklediyor ve 20 milyon Türk işçisi gelir diye ödüm koptu diyor.

Korkuları, suçlar artar, Alman veya Fransız kimlikleri yozlaşır gibi sebeplerden olsa hak verip utanmak bize düşerdi. Ama böyle bir durum yok ve bunu ileri sürdükleri de yok.

Açık konuşanları, nüfusumuzun ve artış hızının büyüklüğünün yarın Avrupa’da bizi kontrolü ele geçirebilir hâle getirmesinin tehlikesine işaret ediyorlar. Daha ilginci, “Türkler çok atılgan ve çok girişimci oluyorlar” demeleridir. Gerçekten de öyle: Almanya’ya vasıfsız işçi olarak gidenlerimiz Almanlar için çalışırken, bugün birçoğu Almanları çalıştırıyor!

Demek ki “bizde iş var”.

Çevremizde Korkanlar Çok

Bir de etrafımıza bakın. Komşularımızın hemen hepsi bize karşı: Suriye’sinden tutun, İran’a, Ermenistan’a, Rusya’ya, Yunanistan’a kadar Avrupalılar da, AB işi dışında da her fırsatta bize düşmanlık gösteriyor, kaşınıp duruyor.
Keçecizade Fuat Paşaydı galiba, Paris Kongresi’nde o devrin süperleri (İngilizler, Fransızlar, Avusturyalılar), “en büyük devlet bizimki” tartışmasına girdikleri bir sırada, (Avrupa’nın “Hasta Adamı” dedikleri) Osmanlı Devleti’ni temsil eden Keçecizade, “hayır, en büyük biziz” demiş. Hayretten ağzı açık kalan Avrupalılara da hikmetini anlatmış: “200 yıldır siz dışardan, biz içerden Osmanlı’yı çökertmeye çalışıyoruz, ama hâlâ başaramadık. Demek çok güçlü”.

Bu olumsuz sebepten Keçecizade’nin o gün için övünmesi geçerliydi ama az sonra oyunun sonu gelmişti (tam da gelmedi, çünkü bizi sömürge yapamadılar ve yeni bir Türk devleti doğdu.)

Batı’nın bizden korkmasının içgüdüye dayanır tarihî sebepleri var şüphesiz. “Tanrı’nın Kırbacı” dedikleri Atila bir Türktü. Irkdaşımız Macarların başındaki Arpad sülâlesi Türktü; onları Karadeniz’in kuzeyinden alıp Avrupa’nın ortasına getirip yerleştirince Hristiyan Avrupa’yı korku sarmış, “Türkler, öcüler geldi” diye panik yapmışlar (Macarların “Oğur” boyunun adı Avrupa dillerine “Ogre”-yamyam- diye geçecek kadar dehşet vermişti. Hristiyanlığı kabul etmeleriyle bu korku kayboldu).

Tam o sırada “Oğur” değil bu sefer “Oğuz” Türkleri, Selçuklular Hristiyanlığın doğu kalesi Bizans’ı tehdit edince papa, yalan söyleyerek vaktiyle Kudüs’teki Arapların yaptığı katliamı Türklere yükledi ve Haçlı Seferlerini başlattı. Milyona yakın Haçlıyı, Anadolu’da doğrayanlar gene Türklerdi. O kadar korkmuşlardı ki Alman imparatoru Barbarossa, kaçmak için zırhıyla nehire atlamış, boğulmuştu.

Ardından Osmanlılar belirdi. Gene Türkler!

Fatih Otranto’yu aldığında, Kanunî de, Merzifonlu Karamustafa Paşa da Viyana’yı kuşatınca, Avrupa olduğu gibi Türklerin eline geçecek gibi oldu(*).

Bu gerçekleşmedi ama, Batılının yüreğinde o korkular silinmedi. Onun için Müslüman ülkelerden daha çok Türk’e karşı olumsuz hisler beslerler.

OLUMLU ÖVÜNME SEBEBİ

Demek ki “biz neymişiz herkesi o kadar korkutmuşuz” diyerek övünme sebebi bulabiliriz. Ama o kadar da acele etmeyelim. Kılıç gücümüz kadar bilim ve kültür gücümüzü takdir etseler, hattâ bunu kendi kültürlerini etkileyeceği için korksalardı daha iyi bir övünme sebebimiz olurdu. Ne var ki insanlık uygarlığına ilk adım attıranların (“Toplama-avlama yaşayışından gıda üretmeyi icad eden soydaşlarımız “Alpin”lerin, tekerlekten yazıya kadar 260 icadın yaratıcıları Sümerlerin) Roma medeniyetini başlatan Etrüsk’lerin, en demokratik devlet yönetiminin temellerini taşlara kazıyan Gök-Türklerin, İslâm medeniyetinin parlak çağında İbni Sinayla, Farabîyle, El-Birunîyle ve daha niceleriyle yeni çığırlar açan, Orta Çağ Avrupasının üniversitelerinde ders kitapları hâline girenlerin Türklüğü Batılılarca inkâr ediliyor, örtbas ediliyor ve biz bunları yeterince duyuramıyoruz. Osmanlı medeniyetini bile!

İşte asıl bu olumlu tarafımızla iftihar etmeliyiz, onlara da kabul ettirmeliyiz.

HER ŞEYE RA/MEN!

Olumsuzluklarımız gerçekten var:

Üç defa alfabe değiştirişimiz, dilimizi yabancı kelimelerle doldurup yozlaştırmaya çalışmamız, başka kültürleri kolayca taklit etmemiz, kendi aramızda uzlaşmaz, hizipleşir ve bölünür bir huya sahip oluşumuz gibi. Ahlâk “erozyonu”nun her tarafa bulaşması gibi.

Ama buna rağmen bir övgü noktası bulabiliriz: Hangi millet, hangi kültür bu kadar hatalara dayanabilirdi? Nerdeyse yan yana yaşayan ve hep birbirleriyle temas hâlinde olan İngilizler, Almanlar, İsveçliler birbirinin dilini anlayamamışken, biz, bin yıldır ayrı kaldığımız kardeşlerimizi bile az bir zahmetle anlayabiliyoruz. Kültürümüz hâlâ dipdiri! Ve, Türkiye’den ayrıca, öteki Türk kardeşlerimizin çoğu gene kurtulup ayağa kalktı. Yoksulluklara rağmen Türkiyemizin ekonomisi hâlâ çökmedi!

Bu kadar müthiş bir dinamizme ve yaşama, hattâ dirilme gücüne sahip olan milletimizin olumlu ve olumsuz yanlarıyla iftihar edelim ama, ne olur şu olumsuzlukları biraz olsun törpüleyelim. Bakın o zaman ne oluruz!

(*) Yeni çıkan “Eğer Öyle Olsaydı” isimli 2 ciltlik eser (Aykırı Yayıncılık), ilginç tarih spekülâsyonları yapıyor: Fatih İtalya’yı alsaydı, Kanunî Viyana’yı zapt etseydi ne olurdu?..

Geçen sayıda Ermenilerin Türkleri katliamı ve çıkan iskelet fotoğrafları konusunda kaynak vermiştim. Şimdi en son çıkan kitabı da tavsiye edeyim. “Ermeni Mezalimi ve Gerçekler” (Ali Baltan Metel, Yeni Batı Trakya Dergisi Yayınları).
 

Orkun'dan Seçmeler