Başarısız 1848 Polonya ve Macaristan devriminden kaçarak Türkiye’ye gelen ve yerleşen Macar ve Polonyalılardan ikisi, Galatasaray okulunun kuruluşunda rol oynayan Polonyalı Hayrettin ile Fransızca Eski ve Çağdaş Türkler kitabının yazarı Mustafa Celâlettin Paşadır. Mustafa Celâlettin Paşa’nın, Nâzım Hikmet’in annesi tarafından dedesi olduğu, asıl adının Kostanty Borzecki olduğu çeşitli kaynaklar tarafından doğrulanmaktadır.
Sovyet vatandaşlığından her zaman gurur duyan Nâzım Hikmet, Polonyalı soyundan olarak 1902 yılında Selânik’te doğmuştur. Gerek yakın dostu Sertel, gerekse kendisi bunu kabul etmektedir. 1919 yılında Askerî Deniz Lisesi öğrencisi iken okuldan atılmıştır. 1921 yılında Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde okumuştur.
Kendilerini aydın olarak tanımlayan bir kısım hayranlarının, büyük şair diye yücelttikleri Nâzım’ın edebî değer taşıyan, aslında kendisine ait olduğu da şüpheli olan şiirleri mevcuttur. (Kuvay-i Milliye Destanı gibi) 1921 yılından sonra yazdığı utanç verici, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni, ulu önder Atatürk’ü hedef alan şiirlerine daha sonra değinilecektir.
Nâzım komünist üniversitesindeki eğitiminden sonra 1924 yılında Türkiye’ye gizli yollarla dönmüş, Türkiye Komünist Partisi’nin kurucuları arasına girmiş, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak, yerine komünist bir rejim kurmak için gizli olarak çalışmaya başlamıştır. Bu dönemde Orak Çekiç ve Aydınlık gazetelerinde makaleleri yayınlanmaya başlamıştır.
Yine Nâzım’ın yakın dostu Vâ-Nû (Vâlâ Nurettin) “Bu dünyadan Nâzım Geçti” adlı eserinde Nâzım’ın büyükbabasının Alman dönmesi olduğunu yazmaktadır. Vâ-Nû Mehmet Ali Paşa’nın Protestan dinini kabul ettiği için Almanya’ya göç etmek zorunda kalan Fransızların soyundan geldiği belirtiliyor. Bu Mehmet Ali Paşa’nın Rumeli’de isyan bastırmak üzere görevlendirildiği, ancak beklenenin aksini yaptığı tarihen sabittir.
Berlin Antlaşması’nda heyet üyesi olan paşa Hristiyan halka büyük haklar tanıdığı, Türk kökenli ve Müslüman halkın haklarını kasdî olarak korumadığı için 44 yaşında Arnavut halkı tarafından linç edilmiştir. Mehmet Ali Paşa’nın dört kızından birisi Nâzım Hikmet’in, diğer bir kızı da, Mehmet Ali Aybar’ın annesidir.
Nâzım öyle bir kimlik bunalımı içindedir ki, 1921 yılından sonra Türk kimliğinden başka her kalıba, her milliyete girmiştir. Türkiye’de “RAN” soyadını kullanırken Rusya’ya kaçtıktan sonra ana tarafından soyunu hatırlamış olmalı ki, “Verzansky” veya “Borzecki” gibi Polonya kökenli soyadları kullanmaya başlamıştır. Zira kendisi Rusya’ya kaçtıktan sonra daha önce evlendiği Piraye Altınoğlu’nu terk etmiş, nikâhsız yaşadığı, dayısının kızı aynı zamanda oğlu Memet’in annesi olan Münevver Hanımı oğlu ile Polonya’ya göndererek Varşova’ya yerleştirmiş, “akrabalarım” dediği Polonyalılara emanet etmiştir. Üçüncü eşi tiyatro oyuncusu Vera’nın baskıları nedeniyle oğlunu ve ikinci eşi Münevver’i ancak iki kere görmüştür. Yakın dostu Sertel yazdığı kitapta “Zaten Nâzım Hikmet’in ana tarafından ecdadı Polonyalı idi, Varşova’ya gittikçe bu uzak akrabaları onu ziyarete gelirlerdi, işte bu akrabalarının yardımıyla Polonyalılar Nâzım Hikmet’e bir Polonya pasaportu verdiler” demektedir. Soyunun Polonyalı olduğunu söyleyen Nâzım, Polonya pasaportu taşımış olsa da yine de Sovyet uyruğuna geçmiştir.
1921 yılına kadar yazdığı birkaç şiir edebî yönden fazla bir değer taşımamakla birlikte Kurtuluş Savaşı dönemi için bir mânâ ifade edebilir. Zaten entel aydın geçinen bir kısım basınkolikler de yalnızca bu şiirlerden söz ederler. Ondan sonra yazdığı ihanet dolu şiirlerinden nedense hiç söz etmezler. Bu sükutta gizli bir ortaklık mı vardır diye düşünmekten insan kendisini alamıyor. Yine bu entel takımı Batum-1922 tarihli “On beşler için” başlıklı yazıda,
“Alnı kızıl yıldızlı
Başı secdeye varmaz”
ibareli şiirinden hiç söz etmezler.
Büyük şair diye yutturma çabasında olan ve kendilerine aydın di yen kişilerin, Nâzım Türkiye’den kaçtıktan sonra Varna ve Bakü radyolarında Türkiye’de genç cumhuriyeti yıkarak Bolşevik devlet kurmak için bizzat yaptığı yayınlardan ve propagandalardan hiç mi haberleri yok?
Nâzım Kuvay-ı Milliye Destanı’nı yazdı diye savunmasını yapanlar mavi gözlü Mustafa Kemal yerine bu kez,
Yirminci kongreye geldi Lenin
Gülüyordu mavi badem gözleri
diye Lenin’i öven şiirini hatırlamıyorlar mı? Ulu önder Atatürk’ün cumhuriyetine nazire gönderir gibi yazdığı,
Bu akşam Moskova’da bayram eyledik
Kutladık devrimimizin yıldönümünü
Dolaştı türkü söyleyerek alanları
Marks, Engels, Lenin
dizelerindeki açık ihanetten haberleri yok mu?
Kişilik bunalımı içinde olan, bir zaman Fransız kökenli olduğunu söyleyen, ancak Türklüğünden söz etmeyen (ki ederse TÜRK’ÜM diyenler çok üzülürdü) Nâzım’ın başka bir zaman Polonya kökenine sarılması, Polonya pasaportu taşıması, ruhsal depresyonda olduğu, psikolojik sıkıntılarının bulunduğu şüphesini uyandırmaz mı?
Nâzım’ın heykelini dikmek isteyenler, onu millî şair diye empoze etmeye çalışanlar, sizlere soruyorum: Nâzım 1951 yılında Rusya’ya son kaçısında Moskova havaalanında Tass ajansına “O kadar bahtiyarım ki ben bütün hayatımı, idealimi, aşkımı bu muazzam şehre borçluyum. Ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum. 24 yıl sonra bu büyük şehre gelirken tekrar asil ve büyük vatanıma dönmüş oluyorum. Stalin benim için çok mühimdir. Gözümün ışığıdır, fikirlerimin kaynağıdır. Beni o yarattı” şeklinde verdiği demeçten haberiniz yok mu?
Fakat aynı Nâzım Hikmet, Stalin ölünce ola ki yerine gelecek kişi Stalin’den çok Stalinci olur düşüncesiyle durumunu bir müddet devam ettirmiş, daha sonra Stalin’e sövenlerin başına geçmiştir. Siz Nâzım’ı ululaştıranlar, durmadan methiyeler yazanlar, neden Nâzım’ın Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) üyesi olduğundan, Türkiye Komünist Partisi üyesi ve kurucularından olduğundan söz etmiyorsunuz? Nâzım Hikmet’i mazlum, suçsuz yere eziyet çekmiş, çektirilmiş bir zavallı gibi göstermek çok mu işinize geliyor? Nâzım Hikmet için, bazı yayınlarıda güverte subayı çıktıktan sonra rahatsızlığı nedeniyle ordudan ayrıldığı yazılırsa da bu doğru değildir. Deniz Askerî Lisesi’nden 1919 yılında atılmıştır. Bu olaya hiçbir Nâzım hayranı değinmediği gibi, tard ediliş nedeni ise bir sır gibi saklanır. Bu tard olayından sonra Rusya’da Doğu Emekçiler Komünist Üniversitesi’nde okumuştur. Böylece Nâzım, Sovyet yöneticilerinin mazlum milletlere karşı işledikleri insanlık suçuyla, 43 milyon insanın ölümüne yol açan sistemin içinde bir ajan, bir militan olmuştur. Sizlere soruyorum; heykelini, Atatürk heykelinin yanına mı dikelim?
Yetkililer, ne düşünüyorsunuz? Nâzım Hikmet özel eğitimle hafıza silinmesine, boş beynin programlanmasına, ajan hâline getirilmeye tipik bir örnek değil mi? “Nâzım yılı” gibi safsatalar icat ederek, heykeli dikilerek vatana ihanet etmiş birisini Türk gençliğine örnek göstermek hangi akla hizmettir?
Nâzım Hikmet’e büyük şair diyenler; sizler yazdığı
28 Kânunusani
Arpaçayının iki yanı
Mektup
Seni düşünüyorum
Komsomol
Diyet
Asker Kaçağı
Adlı şiirlerini okudunuz mu?
Bakın 28 Kânunu Sani şiirinde ne diyor.
28 KÂNUNUSANİ
Ta ata aa ta ta Ha ta tta tla la
Tarih
Sınıf-ların
Mücadelesidir
1921
Kânunusani 28
Karadeniz
Burjuvazi
Biz
On beş kasap çengelinde sallanan
On beş kesik baş
Yoldaş
Bunların sen
İsimlerini aklımda tutma
Fakat
28 Kânunusaniyi unutma!
“Siyah gece
“Beyaz kar
“Rüzgâr
“Rüzgâr”
Trabzon’dan bir motor açılıyor
Son perdeye başlıyorlar!
Burjuva, Kemal’in omuzuna binmiş
Kumandan, kahyanın cebine inmiş
Uluyorlar
Hav… hav… hak… tü
Yoldaş unutma bunu
Burjuvazi
Ne zaman aldatsa bizi
Böyle haykırır:
Hav… hav… hak… tü
Gördün mü ikinci motörü
İçinde kim var?
Arkalarından gidiyorlar
İkinci motör birinciye yetişti
Bordoları bitişti
Motörler sarsılıyor
Dalgalar sallıyor
Sallıyor dalgalar
Hayır
İki motörde iki sınıf çarpışıyor
Biz
Onlar!
Biz silâhsız
Onlar kamalı
Tırnaklarımız
Kavga son nefese kadar
Kavga
Dişlerimiz ellerini kemiriyor
Kamanın ucu giriyor
Girdi…
Yoldaşlar, ey!
Artık lüzum yok fazla söze.
Bakın göz göze
Karadeniz
On beş kere açtı göğsünü
On beş kere örtüldü.
Onbeşlerin hepsi
Bir komünist gibi öldü
Moskova
1923
Değerli okuyucular, şiiri beğendiniz mi?
Ya siz heykelini dikecek olanlar, beğendiniz mi? İsterseniz bu şiiri heykelinin kaidesine yazın, ne kadar büyük bir şair olduğunu herkes görsün. İsterseniz okullarda edebiyat kitaplarından çıkarmak için gayret sarf ettiğiniz divan edebiyatı şiirlerinin yerine koyunuz, genç dimağlara iyi örnek olursunuz.
Türkiye Cumhuriyeti’ni, Kemalist yönetimi, cumhuriyet hükûmetlerini, adliyesini, Türk ordusunu karalayarak, suçlayarak Nâzım’dan özür dileyenler; asker kaçağı, vatan kaçağı bir gafili ve haini ilâhlaştırarak heykelini dikmeye çalışanlar, bu şiirlerin nerede, ne zaman, hangi amaçla yazıldığını, nasıl kullanıldığını bilmiyor musunuz? Bilmememiz mümkün değil.
Siz yetkililer, Nâzım Hikmet’in “Arpa Çayının iki Yanı” adlı şiirini okudunuz mu? İsterseniz bir kez daha okuyun.
ARPA ÇAYININ İKİ YANI
Parlayan bir bıçak gibi bölmüştür ortasından
Arpa çayı düşman medeniyeti!
Bir yanda sızıyor işçilerin
Parçalanan kafasından
Öbür yanda fahlelerin(!) hâkimiyeti.
Arpa çayı ayırmış ortasından
İki düşman medeniyeti
Bir yanda kuru bir çınar gibi toprağından
Sökülen köylülerin
Sarı paslı dişlerinde ölüm kenetlidir!
Öbür yandan toprağın efendisi
Fakir kentlidir(!)
Arpa çayın bir yanı
Çöken bir karadağ gibi içinden çıtlamadan
Öbür yanı
Mavi göklerinde taze ve genç güneşler
Yüzen ufuklara atlamada
Parlayan bir bıçak gibi bölmüştür ortasından
Arpa çayı iki düşman medeniyeti!
Bugün kan yüzüyorsa da bir yandan işçilerin
Kafasından
Doğacaktır orada yarın
Şûralar ittihadının
Yeni bir cumhuriyeti.
Moskova
1928
Bu şiir 1928 yılında Moskova’da yazılmıştı. Nâzım’ın, Türkiye kalesini içten çökertmek için nasıl bir âlet ve figüran olarak komünistler tarafından kullanıldığını, kızıl emperyalizmin nasıl ajanı hâline getirildiğini hâlâ anlamıyor veya anlamak istemiyorsanız heykelini Anıtkabir’in girişine dikin. Ancak Kurtuluş Savaşamızın aziz şehitlerinin mübarek ruhlarının gazabına uğrarsınız diye korkarım.
Büyük şair dediğiniz Nâzım’ın “Komsomol” adlı şiirini duygu ve düşüncelerinize ışık tutar diye yazıyorum.
KOMSOMOL
Kızıl bayrak dikildi kürenin mihverine
Mihverin kutuplarından çıkan en sivri yerine!
Uzun ağır balyozları bellerine takarak,
Keskin orakları güneşte şimşek gibi çakarak,
Bekliyor pusu
Proletarya ordusu!
Sen de atla kızıl taya
Hazır ol.
Komsomol!
Kavgaya!..
Kavgada kuvvetli, dinç
Bir ağrıdan gelen deli bir sevinç
Sıçrar, atlar, köpüklenir, çatlar
Kafan-da!!!..
Hay-da.
Beyaz orduları dumanlı ufuklar gibi önüne katan
Dörtnal giden atının uzanan boynuna yatan,
Yalın kılıç
Bir kızıl süvarisin!..
Gamın, kederin tüylerini bir kara tavuk gibi yol!
Kuvvetli ol,
Neşeli ol,
Haydi komsomol!..
1922
Tüm ebediyatçılara soruyorum. Bu şiirin büyük edebî değeri neresindedir?
Nâzım’ın, Türk diline ve şiirine uluslararası bir saygınlık kazandırdığı, uluslararası bir kıymet ve şöhret olduğu savı şeytanî bir yalandır.
Gerçek komünizmin propaganda örgütleri Nâzım’ı kendi emel ve menfaatlerine hizmet ettiği, işlerine yaradığı ölçüde tabulaştırmış ve kullanmışlardır.
Öyle kullanmışlardır ki, Nâzım “İzmirli teğmen” isimli şiirinin bir kıt’asında,
Karışıyor bir yezit her şeyime
Dolara satılıp ölmek neyime
diyor.
Oysa Sovyetler Birliği Komünist Partisinin (SBKP) 19. ve 20. dönem oturumunda alınan kararlar aynen aşağıya çıkarılmıştır.
SBKP
19. Dönem
Sekreterliğin 1.2.1955 tarihli tutanağından,
16.G.SSCB Yazarlar Birliğine,
1. SSCB Devlet Bankası’na, yazar Nâzım Hikmet’e, Yazarlar Birliği Kanalıyla, 10 bin ruble (!) karşılığında 2.500 dolar alma izni verildi.
20. Dönem
Sekreterliğin 18 Ocak 1950 tarihli 133 sayılı tutanağından,
IĞ. Nâzım Hikmet için Sovyet parasının dolara çevrilmesi:
SSCB Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu’nun önerisi kabul edilecek ve SSCB Devlet Bankası (yoldaş Koravuskin) Nâzım Hikmet için 10 bin rubleyi dolara çevirmekle görevlendirilecektir.
20. Dönem
Sekreterliğin ……. tarihli toplantısının ………. sayılı tutanağından,
24 G. Nâzım Hikmet’in Soyvet parasının dolara çevrilmesi:
Türkiye Komünist Partisi’nin temsilcisi yoldaş Marat’ın önerisi kabul edilecek, SSCB Devlet Bankası (yoldaş Koravuskin) Nâzım Hikmet için 10 bin rublenin dolara çevrilmesiyle görevlendirilecektir.
Şiirinde “Dolara satılıp ölmek neyime” diyen büyük şair! dolara satılmış, hem de haince. Sayın yetkililer siz ne dersiniz?
Nâzım Hikmet’i ululaştıranlar, örnek gösterme gayretinde olanlar 1964 yılında Sofya’da yayınlanan Romantika adlı kitabın yazarı Polevoy, kitabının ön sözünde, “Biz Sovyet yazarları, onun 60. yaşını kutlamaya hazırlandığımız sırada, bir gece vakti telefonun çalmasıyla uyandım, tanıdık bir ses” “merhaba kardeşim” diye gürledi seninle dünyanın en bahtiyar insanı, yeni bir Sovyet vatandaşı konuşuyor. Anlıyor musun kardeşim ben Sovyet vatandaşı oldum” şeklinde Nâzım’la olan bir anısına yer veriyor. Rus vatandaşı olduğunu haykırarak müjdeleyen bir kaçkının heykelinin dikilmesinin gerekçelerini tarih siz yetkililere mutlaka soracaktır.
Zira Komünizmin dolarları ile pembe hayat yaşayan Nâzım’ın bu vatandaşlığı elde edebilmek için 7 Aralık 1961’de dönemin Sovyet liderine yazdığı mektup şöyledir:
Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç
19 yaşından beri yalnızca kalbim ve kafamla değil geçmişimle de Sovyetler Biriği’ne bağlıyım.
Bolşevik Partisine ilk olarak 1923 yılında üye oldum. Ardından 1924 yılında yine Moskova’da, 1925 yılı başında Türkiye Komünist Partisi üyesi oldum. Doğu Emekçileri Komünist Üniversite’ni bitirdim ve parti işleri için Türkiye’ye gittim. 1925 yılı sonunda Ankara’da yer altı çalışmaları gösterdiğim için gıyaben 15 yıl hapis cezasına çarptırıldım.
Sonra yine Moskova’ya döndüm. 1928 yılında Türkiye’de parti işleriyle uğraştım. O zamandan 1950 yılına kadar toplam 56 yıl hapis cezasına çarptırılmama karşın toplam 17 yıl ceza evinde kaldım. Başta Sovyet halkı olmak üzere ilerici insanların mücadelesi sonucu ceza evinden çıkarıldım.
Ben sayılı komünist şairlerdenim. Çok mutluyum. Çünkü büyük Ekim devriminin 5. yıl dönümünü Moskova’da kutladım. Bu nedenle şiir yazdım. SBKP’nin 22 kongresini kutladım. Bu nedenle de şiir yazdım.
Artık on yıldır Moskova’da yaşıyorum. Ailem de yanımda. Bütün Sovyet halkı gibi buradaki yaşama alıştım. Saygıdeğer Nikita Sergeyeviç yardım edin, ben Sovyet vatandaşı olmak istiyorum.
En iyi dileklerimle.
Saygılarımla
Nâzım HİKMET
7 Aralık 1961
Bütün bu açıklamalardan sonra Nâzım Hikmet Verzansky’nin heykelinin dikilmesinin ne kadar doğru olabileceğini, hangi amaçla nerede nasıl yazıldığı açık ve net olan şiirlerini genç kuşaklara empoze etmenin ne derece doğru olabileceğini kamuoyunun sağ duyusuna bırakıyorum.
Her karış toprağı şehit kanıyla sulanmış, yalnız Çanakkale’de 252 bin şehit vermiş bu vatanda Nâzım Hikmet haininin heykeline ve mezarına ihtiyaç yoktur.
BU TOPRAKLARDA NÂZIM HİKMET’İN HEYKELİ DİKİLMEYECEK, MEZARI BU TOPRAKLARA GETİRİLMEYECEKTİR. BU BÖYLE BİLİNMELİDİR.