Kerkük, Türk dünyasında, Türklüğü uğruna Türk kalma uğraşında, başı dik, toprağında yatan atalarına yakışır bir şekilde kalabilme mücadelesi içinde, millî kimliği uğrunda kanı dökülenlerin başında gelir.
Kerkük’ü, yanan bir muma benzetmiştim. 1976 yılında yayınlanan, adını “Mum kimin yanan Kerkük” koyduğum kitabımda.
Mum, dibini, alt kısmını aydınlatmaz, özünü değil, çevresini yanarak aydınlatır, yok olarak, Kerkük gibi yok edilerek başkasına faydası olur, şairin dediği gibi:
Hayatî abdarınla bütün ağyarı beslerken
Bizimçün fakr-u zillet masder-ı nekbet olan Kerkük.
Ve:
Mum yavaş yavaş yanarak erimekte, sönmeye doğru yaklaşmaktadır! Allah korusun tek Türkün nefesi kaldığı sürece, o mumun sönmesini düşününce bile topraklarında yatan atalarımın kemiklerinin sızladığını hisseder gibi oluyorum. Ama gidişatın, kara karanlık perdeleri arkasında dönen oyunların gölgeleri, izleri gönlümü sarmış, kaplamış. Kaldırılması için bir titreme, kendine gelme çabası da ufuklarda görülmüyor.
Kemiklerimiz kırılmadıkça kendimize gelemediğimizi bilen düşmanın, uyguladığı plânlarında hayli yol aldığı bir gerçek, birçok Türk insanı malını mülkünü yok pahasına satmış, göç etmiş. Sözde lider pozunda olup Türkmenleri yalnız ben temsil ederim diyenler, gözlerinin önünde eriyen MUM’u seyretmektedirler, cereyan eden durumun vahameti karşısında vaziyetin düze çıktığını memnuniyetle ona buna anlatmaktadırlar, yarınların karanlık yollarında başlarını aydınlatan kendi yağlı ballı mumları altında.
Türk düşmanı Baas Partisi başta Saddam bir yandan, 1959 Kerkük katliâmından bu yana Kürtler ve akıldaşları öteki yandan Mum’un, çırağın söndürülmesine çalışıyorl ar. Uygulanmakta olan, hararetle sarılan destekçileri sayesinde bu politika % 16-17’lerden % 1’lere düşürüldüğü hâlde biz doğru yoldayız demek, ısrarla uygulanan siyaset doğrudur. Kürt devletinin kurulmasına imkân vermeyiz ve Türkmenleri korumaktayız diyenler ve bu politikayı destekleyen Türkmen kuruluşları tarih önünde ne cevap verecekler?
ABD’nin son Irak raporunda Türkmenler yok gibi, bu beni şaşırtmadı, Türk olarak üzüldüm, asıl şaşırdığım, yürekten vurulduğum Avrasya Dosyası dergisinin Özel Irak sayısında Irak’taki Türklerin sayısının hemen hemen aynı oranda gösterilmesi ve konuşulan diller arasında, Arapça Kürtçe, Asurice, Ermenice ama Türkçe yok, halbuki sayın Prof. Dr. Ümit Özdağ Bey’in, Türkiye Kuzey Irak ve PKK kitabında, 50 km. en, 250 km. uzunluğunda 16 şehirde, bu şehirlere bağlı yerleşim yerlerinde yaşayan en az 2 milyonun üstünde Türk var yazıldığı hâlde aynı kuruluş tarafından yayınlanan yayında hiç denecek bir orana düşürülüyor.
Börkümüzü (külah) önümüze koyup düşündüğümüzde, ileriyi görenlerle göremeyenler, doğruyu dile getirenlerle ortamı idare edenler arasındaki fark ortadadır.
14 Temmuz 1959 katliâmı, Türkmenlerin siyasî yaşamında dönüm noktası olması gerekir idi, başlangıçta öyle oldu, özellikle bu acı, düşündürücü, ibret verici günden sonra birleşme dayanışmanın yanında pek çok yayın da yapıldı. Kardeşlik, Türkmen Kardeşlik Kulübü tarafından yayınlanan derginin, Türk toplumuna unutulmayan hizmetleri oldu. Halk ve Türk dünyası onları o kadro sayesinde tanıdı. Ama eksik olan bugün bölge Türklerine pek pahalıya mâl olan şu idi: Türkmenlerin tarihini yazanlar klâsik bilgiler içerisinde, daha çok Arap yazarlarının kitaplarını kaynak göstererek Irak’taki varlıklarını son 1000 yılın içindeymiş gibi yazmışlar. Tarihten önceki zaman ciddî olarak araştırılmamış, birkaç yazarın dışında ele alınmamış, Sümerler, Akatlar, Yorgan Tepe kazıları üzerinde nedense hiç durulmamış.
İngiltere’de Kürt İnsan Hakları Kuruluşu Başkanı olan Nuri Talabanî ismindeki zatın “Kerkük Bölgesi ve Millî Kimliğini Değiştirme Çabaları” ismindeki kitabında neredeyse Kerkük bölgesi yani Telafer’den Mendeli’ye kadar Türklerin yaşadığı toprakların hepsi Kürtlerinmiş, burada tarihten binlerce yıl önce yaşayan Kürtler zamanla ve Türklerin bölge hâkimiyeti dönemlerinde Türkleşmiş imiş, bu Türkler kendi yazarları tarafından da belirtildiği, yazıldığı gibi Abbasîler ve IV. Murat zamanında “Muhafazayi Tarik” yani ticaret yolunu korumak için yerleştirilen askerler ve onların ahfadlarıdır. Halbuki o toprakların asıl yerlileri bizleriz yani Kürtlerdir yazmaktadır. Yazarlarımız bu konuda ilerisini düşünmeden tarihi saptıranlara dolaylı yoldan da olsa bir yerde açık kapı bırakmışlar, Kerkük katliâmlarına fiilen katılmış olan Nuri Talabanî gibi kişilere de bu kapıdan girerek maksatlı, yalan, uydurma bugüne kadar hiçbir varlık gösteremeyen bu insanlara kinlerini kusma fırsatı verilmiştir. Halbuki biz “Kerkük’ün Siyasî Tarihi” kitabımızda: (Milâttan yüzyıllar önce anayurttan göç edenler Türkün tabiatına uygun olan yerlerde Irak’ta yerleşmişlerdir. Bu Türklerin tarihi hakkında rivayetler çeşitlidir, çok olmamakla beraber kaynaklar vardır. Hepsinde de Kerküklülerin benimsemediği bilgilerdir bunlar. Selçuklular zamanında, yok Sultan Murat Han’ın Bağdat yolunu korumak için yerleştirdiği Türklerdendir denilmektedir. Özüm Türk, dilim Türkmen diyenler, biz anayurttan büyük Türk boyları gibi göç ettik ve buralarda yerleştik. Devletler kurduk demektedirler) yazdık. Doğrusu da budur. İleriyi iyi gören Kerküklü araştırmacı yazar, düşünür Hıdır Lütfü 1951 yılında Yeşilada dergisinde Irak Türklerinin tarihini araştırdıktan sonra, bu Türklerin tarihten önce Orta Asya’dan geldiklerini, atalarının da Türk olan Akatlar olduğunu tafsilâtlı olarak yazmış, 1930 yıllarında Kerkük’ün çok yakınında bulunan “Türkalan” köyünde yapılan kazılarda bu konuda pek çok bilgi elde edilmiştir.
Bölgenin Türk olduğunu kanıtlayan bir önemli nokta da şudur: Osmanlı Devleti, Türklerin yaşadığı bölgedeki (Kerkük Bölgesi) insanları zorla Türkleştirmiş deniliyor. Meselâ Tuzhurmatu kasabasını, Tazehurmatu, Türkalan, Altunköprü ve daha binlerce küçük yerleşim yerlerini. İyi ama Osmanlı, Askerî Rüşdiye Okulu’nu Süleymaniye’de açmış, orada Türkleştirme girişiminde bulunmamış, Bağdat’da, Basra’da, Şam’da okullar açmış, dirayetli valiler göndermiş. 500 yıldan fazla hizmet götürmüş, namuslarını korumuş, yedirmiş, içirmiş ama ne ben Kürdüm ne Arabım diyenin veya Avrupa’da yaşayanların kimliklerine dokunmamış. Bağdat, Basra, Kahire, Makedonya, Bosna’yı bırakmış gelmiş gelmiş. Milâttan 2000 yıl önce yurtlarında yaşayan Türkleri Türkleştirmiş. Keşke etseydi, ne Irak’ta ne de Bosna Hersek’te problemlerimiz olurdu. Kavmi necip dedik, necabetlerini 1. Dünya Savaşı’nda bugün komşuluklarını gösterdikleri gibi gösterdiler, kardeş dedik 40 bin şehit verdik, İstiklâl Harbi’nde vatan için canını dişine takan Mehmetçikleri ŞEHİT ETTİKLERİ GİBİ. KEŞKE OSMANLI BOZKURDUN GÖSTERDİĞİ YOLDA YÜRÜSEYDİ, TANRI DAĞINA ÇIKIP ERGENEKONU GÖREBİLSEYDİ, BUGÜN ERİMEKTE OLAN KERKÜK’ÜN MUMU SÖNER MİYDİ?