Ana Sayfa 1998-2012 Küreselleşmeye karşı Türkçülük

Küreselleşmeye karşı Türkçülük

KÜRESELLEŞME ismi verilen kavram dilimizde yer edinmeye başladığından beri iktisadî ve idarî bilimler öğrencisi, mezunu, hocası belki binlerce kişi küreselleşmenin ekonomi, bilim, kültür, hukuk ve diğer sahalardaki etkileri üzerine çalışma yaptı. Katıldığımız ya da katılmadığımız yönleri olmakla birlikte bu çalışmalar temelde üç farklı üslûbu dile getirdi.

Birinci üslûp, neo-marksistler de denilen diyalektik materyalizm bağımlılığının müzmin hastalarından geldi. Onlara göre küreselleşme, kapitalizmin yeni çağdaki sömürü düzeni için kullandığı bir araçtır. Bu yargıdan hareket ederek küreselleşmeye karşı çıkıyorlar. Bu durum karşısında kullandıkları slogan “Kapitalist küreselleşmeye karşı enternasyonal direniş.”

İkinci üslûp, kendilerine “ulusalcılar” diyen düşünce grubundan geldi. Bu üslûbu savunanlar temel olarak küreselleşmenin ulus-devlet üzerinde bir takım zararlı etkileri olduğunu söyleyerek ulusların meşru müdafaa hakkından bahsetmektedir. Onlar da bu sebepten küreselleşmeye karşı çıkıyorlar.

Üçüncü uslûp ise literatürde neo-liberaller olarak geçen ve insan hak ve özgürlüklerinden bahseden, devlet kavramının ortadan kalkması gerektiğini savunan, serbest piyasa ekonomisinin tüm dünyada sınırlardan, gümrüklerden, vergelerden arındırılmış hâlde egemenliğini kuracağını ve buna da kimsenin engel olamayacağını esas alan görüştür.

Türkçülük başlı başına özgün bir bakış açısı, bir üslûp olduğundan bu makalede yukarıda sayılan üslûplardan bahsedecek değilim. Başta da belirttiğim gibi, katıldığımız ya da katılmadığımız yönleri vardır, fakat dünya görüşümüz bu üç üslûbun hiçbiriyle uzlaşamaz.

Küreselleşme hakkında, düşünen herkesin kolayca fark edeceği gibi yaşanan şey aslında yeni bir değişim sürecidir. Dünya döndüğü günden itibaren değişimi de beraberinde taşımıştır. Siyaset bilimi hakkında üniversitelerde anlatılan derslerde ve iktisat kürsülerinde ayrıca uluslararası ilişkiler sözlüğünde geçen en önemli kural da Lâtince “rebus sic stantibus” yani “Şartlar değişince kurallar değişir!” bilgisidir.

Küreselleşme bir değişim süreci olduğuna göre kuralların da değişmesi muhakkaktır. Kurallar değişeceğine göre ülkelerin ve milletlerin konumları değişecektir. Şartlar-Kurallar-Konumlar! Bu değişim çizelgesi “Yeniden Yapılanma”yı zorunlu kılar. Yeniden yapılanma içerisine girmeyi reddeden ülkeler ve milletler ise çökmeye mahkûmdur.

Yeniden yapılanan ülkeler, yukarıda sözü edilen çizelgeyi bu kez tersinden işletirler. Yeniden yapılanmış herhangi bir millet önce dünyanın diğer milletleri ile olan var oluş mücadelesinde konumunun ne olması gerektiğini saptar. Ardından hâli-hazır kuralları kaldırır-değiştirir veya yeni kurallar yazar. Yazdığı bu yeni kuralları esas alarak dünya şartlarını kendi isteği doğrultusunda düzenlemeye kalkar. Şartların, kuralların ve konumların değiştiği gerçeğine gözünü kapatan ve bu yüzden yeniden yapılanmayan ülkelere yani aslında gerçekten “geri kalmış ülkelere” de gönlünden geçen her nevi dayatmayı buyurmakta bir beis görmez.

Şartlar-Kurallar ekseninin Osmanlı- Türk Devletindeki en açık uygulama alanı olan devletler a rası anlaşmaları dikkatinize sunmak isterim. Kanunî-Fransuva anlaşmasında veya daha sonraki bazı kapitülâsyon anlaşmalarında, anlaşmanın geçerlilik süresi “iki kraldan birinin öldüğü güne kadar” şeklinde benimsenmiştir. Bu maddenin konulmasının sebebi; krallardan herhangi birinin ölmesiyle ülkesinde oluşacak yeni durumun şartlarda değişiklik yaratmasıdır. Buna ek olarak anlaşma başlangıç ve bitiş tarihleri arasında taraf ülkelerde olabilecek sosyal, iktisadî ve içtimaî gelişmeler dikkate alındığında anlaşmanın yenilenmesi hasıl olacaktır. Kralın veya sultanın ölümüyle oluşacak durum, şartların değişimi demektir. Anlaşmaya konulan madde gereğince de şartlar değiştiğinde kuralların değiştirilmesi kabul edilmiştir.

Gelin isterseniz burada tetkiklerimizi biraz keserek tarihin yapraklarında milletimizin yaşadığı çok önemli bir değişim hikâyesini okuyalım.

Osmanlı-Türk Devleti’nin çöküşünün kaçınılmaz hâle geldiği 1910’lu yıllarda Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve daha birçok Türkçü aydın eski şartların ve kuralların artık geçersiz olduğunu ilân ederek yeni konumun ne olması gerektiğini ilmî olarak göstermiştir. Yeniden yapılanma ise cumhuriyetimizin kurucusu Bozkurt M. Kemal Atatürk tarafından tavizsiz uygulanmıştır. En başta belirttiğimiz gibi yeniden yapılanmayı tamamlayan ülkeler ve milletler değişim çizelgesini bu tez tersine işletir. Türk Devleti de bunu yapmıştır. Yeniden yapılanmanın ardından konumun tam bağımsızlık ve diğer devletlerle eşitlik olduğunu ilân etmiştir. Konum belirlendikten sonra örneğin kapitülâsyonların artık teklif dahi edilemeyeceğini kabul ettirdiği gibi kurallarını koymaya başlamıştır. Dünyanın hâl ve gidişiyle alâkalı şartların plânlamasını yapmış, Balkan ve Sâdâbad paktlarını ortaya atmış ve Hatay’ı tekrar sınırları içerisine almakla da şartları isteği gibi değiştirmiştir.

Bu tarihî bilginin ardından gördük ki, Türk milleti şimdiye kadar yaşadığı belki binlerce stratejik değişim içerisinde güç kazanarak veya güç kaybederek daima ayakta kalmayı başarmış, konumunu belirlemiş ve darbe grafiklerinin tepe değere ulaştığı anlarda hiç çekinmeden yeniden yapılanmaya gitmiştir.

Darbe grafiklerinin tepe değere ulaştığı anlar demiştik. İşte o anlarda Tanrı’nın Türklere bahşettiği en büyük lütuf; milletin başında bulunan liderin dirayetli, yetenekli ve dâvaya olan inancının tam olmasıdır. Kür Şad ihtilâlinde bile esaretin başlangıcından ihtilâl gecesine kadar geçen süre yeniden yapılanmanın tesisinde kullanılmıştır. Esir Türkler; güreş tutmayı terketmemiş, saray muhafızlığı yoluyla kılıca-süngüye uzak kalmamış ve bu sürede en Büyük Türk Yiğidi Kür Şad, ihtilâlin tüm hesaplarını yapmıştır.

Küreselleşme mevzuundan saparak Türk tarihine geçişim yadırganabilir, fakat birazdan alışmadığınız bir küreselleşme yorumu okuyacağınızdan hazırlıklı olmanızı istedim, hepsi bu!

Küreselleşme konusu içerisinde birbirine karıştırılan pek çok kavram var. Küreselleşme ile Yeni Dünya Düzeninin aynı şey olduğunu söyleyen pek çok kişi var. Bundan başka, küreselleşmenin arkasında batının Haçlılık, sömürgecilik, emperyalizm uygulamalarına rağmen tam olarak başaramadığı dünya hâkimiyeti fikri olduğunu söyleyenler de var. Baştan söyleyemeliyim ki ben bu fikirlerin hiçbirine itimat etmiyorum. Bir Türkçü olaylara bu gözle bakmaz. Bakmamalıdır!

Size küreselleşmenin; uygulama sahası olarak evrensel, yapısal olarak ise tamamen yöresel olduğunu söylesem sanıyorum güler geçersiniz. Fakat gülmeniz kesilince okuduklarınızı yorumlarsanız bana hak vereceksiniz. Küreselleşme, uygulama sahası olarak evrenseldir. Çünkü tüm ülkeleri kasıp kavuran bir değişim sürecini ifade eder. Yapısal olarak yerele indirgenmiştir. Çünkü küreselleşme süreci içinde ülkeler ve milletler kendi tezlerine göre hareket eder ve pozisyonlarını belirler. Küreselleşme ile Yeni Dünya Düzenini bir tutanların gözden kaçırdıkları işte budur.

Amerika Birleşik Devletleri küreselleşmenin farkına en erken varan, bu sebeple küreselleşme karşısındaki yerini de erken belirleyen, yeni plânlar geliştirip uygulayan yani küreselleşmenin fırsatlarını değerlendirmeye başlayan ülkedir. Amerika, dünya şartlarının değişeceğini, yani Sovyetler Birliği’nin dağılacağını öngörerek eski kuralların da değişeceğini anlamış ve tek kutuplu dünyanın süper gücü olduğunu, yani konumunu da belirlemiş. Bunun adına da Yeni Dünya Düzeni demiş. Pozisyonunu da herkesten önce saptadığı için şimdi kendi istediği kuralları uygulatmakta ve diğer milletlerin şartlarıyla dilediğince oynamakta hiçbir sakınca görmüyor. “Bush Doktrini” ya da “Önleyici Saldırı” denilen şey kendi istediği kuralı kabul ettirmektir. Wolfowitz isimli şahsın gelip sizi fırçalaması ya da “Irak’ı özgürleştireceğiz” demeleri, geri kalmış milletlerin şartlarıyla dilediğince oynamaktır.

Küreselleşme karşısında pozisyonunu belirlemeye çalışan ikinci grup Avrupa Birliği’dir. Amerikan şirketlerinin bazı stratejik sektörlerde (özellikle enerji) tekelleşmesinin fark edilmesiyle önce Avrupa Kömür Birliği, sonra AET, sonra AT ve en son olarak da Birleşik Avrupa’nın tesis edilmesi bir yeniden yapılanma başarısıdır. Avrupa ülkelerinin küreselleşme tezi “Yüksek Avrupa Medeniyeti”dir. Tek ve birleşik bir Avrupa, ekonomisinden kültürüne, hukukuna kadar birleşik, değişim sürecindeki yerlerini alıyorlar. Sonra Türkiye gibi millî kültür ve benliğini satışa çıkartmaktan utanç duymayan bir ülkeyi maymun gibi oynatıp kurallar dayatmakta sakınca görmüyorlar. Bağımsız mahkemelerinizin aldığı kararlar uygulatılmıyor. Kıbrıs gibi % 100 haklı olduğunuz bir dâvada bile suçlu siz oluyorsunuz. Geri kalmış ülkeler bu bedeli ödemeye, sömürülmeye ve nihayetinde yok olmaya mahkûmdur. Bunun adına da doğal seleksiyon derler.

Avrupa Birliği’nin amiralleri olan Almanya ve Fransa, çok uluslu bir yapıda olan birliğin, küreselleşmenin acımasız çarkları içerisinde çatırdayabileceğini hesaba katarak alternatif “Fransalmanya” tezini de hazırlamıştır.

İngiltere ise Avrupa Birliği’nin içerisinde olmakla birlikte Amerikan Küreselleşme Tezi Yeni Dünya Düzeninden bir hisse ummaktadır. Britanya, Kraliyet Ailesinin gücünü yitirmesi ile eski kolonileri üzerindeki politik hâkimiyetini kaybettiğinden AB ile ABD arasında kalarak pay kapmaya çalışıyor. Muhafazakârlığı ile tanınan ada insanının gün geçtikçe Amerikanlaşması ise işin ayrı bir boyutu. Şahsî öngörülerime dayanarak söylüyorum ki, küreselleşme sürecinin sonunda İngiltere yok olacaktır.

Gelelim asıl mevzuya! Türkler bu küreselleşme sürecinde ne olacak? Fark ettiyseniz Türkiye’nin hâli İngiltere’ye aşırı derecede benziyor. Türkiye de AB ile ABD arasında sıkışıp kalmış vaziyettedir. İngiltere’de kraliyet ailesiydi itibarını kaybeden, bizde ise devlet. İngiltere halkı git gide Amerikanlaşıyor, ne tesadüf biz de…

Bu şekilde devam edersek batışımız müstehaktır. Her ne kadar Org. Yaşar Büyükanıt: “AB’ye girmek hedefimizdir” gibi talihsiz bir beyanda bulunmuşsa da AB’ye girmeyi tahayyül etmek bile hatadır. Tam bağımsızlıktan vazgeçemeyecek ilk kurum Türk Ordusu olmalıdır.

Peki, ne yapacağız? Küreselleşen dünyada Türklerin konumu ne olacak? Şunu belirtmek isterim ki; mazisi çok yeni olan küreselleşme hususunda konumunu belirlemeyen tek millet Türkler değildir. Bu sebeple paniklemeye gerek yok. Çok şükür, Türkçü ziyalılarımız bu olayın farkına varıp düşünmeye başladılar. Türklerin konumu ve geleceğinin ne olması gerektiği iyi düşünülmeli, plânlanmalı ve tavizsiz uygulanmalıdır. “2003’te Lider Ülke Türkiye” sloganları lâfta kalmamalıdır. Tabiî Amerika’nın bilmem kaçıncı eyaleti olarak ya da AB’ye girerek küreselleşmeye karşı durulabileceğini sanıyorsanız size iyi uykular diyorum. Böyle Lider Ülke olunmaz.

Türkler Anadolu’da sıkışıp kaldığı sürece; aydınlarının ve halkının öz kültür dinamiklerini yok sayarak batı sevdalısı oluşu, AB üyeliği hastalığı ve ülkenin kozmopolit yapısı sebebiyle küreselleşme süreci sonlandığında tarihten silinecek milletler arasında olacaktır.

Küreselleşme sürecinde Türklerin tezi “Yeni Türk Dünyası Düzeni”, yani Türk Birliği olmalıdır.

Türkçüler küreselleşmeye karşı mı, değil mi? Bir kere küreselleşmenin uygulama sahası olarak evrensel olduğunu söyledik. Bunun sonucu olarak küreselleşmeden kaçış yok. Bu değişim süreci belki yüz, belki iki yüz yıl sürecek. Önemli olan, şartların ve kuralların değişmekte olduğunu kabul ederek konumunuzun eskisi gibi kalamayacağını bilmeniz ve Yeniden Yapılanmayı programlayarak tavizsizce uygulamanızdır, Eğer Türk’ün küreselleşme tezi doğru belirlenir ve uygulanırsa Türkçülere önemli vazifeler düşmektedir. Bir kere tüm Türklerin; Türk’ün küreselleşme tezini anlaması Türkçülerin vazifesidir. Bu da Türkçü ziyalıların eskiden olduğu gibi entellektüel camiayı ele geçirmesi ile olur. Türkçüler Marxistler Gibi küreselleşme karşıtı değildir. Türkçüler Liberaller Gibi küreselleşme yanlısı değildir. Türkçüler Ulusalcılar Gibi küreselleşme karşısında savunmaya geçip değişimi yok sayamaz, meşru müdafaadan bahsedemez.

Ülküler taarruzîdir ve Türkçüler Türk’ün küreselleşme tezini hazırlayıp, milletimizin değişim çarklarında ezilmesi yerine değişimi kendi isteğince yönlendirmesini sağlayacaktır.

Yeniden yapılanalım, konumumuzun ne olduğunu ilân edelim, kurallar koyalım ve hem geri kalmışların hem de tezi hazır olanların şartlarını alt-üst edelim.

Tanrı Türk’ü Korusun!
 

Orkun'dan Seçmeler