Günümüzün en büyük fırtınası ve medeniyetleri tehdit eden en ciddi akımı, herkesin malûmu olduğu üzere küreselleşmedir. Bir zamanlar bu akımın birliği sadece NATO idi. Ancak günümüzün tek kutuplu dünyasında gelişen tehdit algılamalarına ve ihtiyaçlara bağlı olarak NAFTA, AB gibi siyasî ve askerî oluşumlar da ortaya çıktı. Küreselleşmenin ürünü olan bu birlikler, global projelerin safları olarak nitelendirilebilir. Shangay İşbirliği Örgütü ve BDT oluşumlarına rakip olan bu küreselleşme taraftarı birliklerin etki alanlarını gitgide artırma çabaları, itiraf edilmek istenmeyen “medeniyetler çatışması” şartlarında geleceğimizin ipuçlarını veriyor.
ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra ortaya attığı Büyük Ortadoğu Projesi hedef büyütmüş ve Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi hâlini almıştır. Buna mukabil, Aleksandr Dugin de Büyük Avrasya Projesi’ni gündeme getirmiş ve Rusya Türkiye’yle de ilişkilerini artırma çabası göstererek karşı atağa geçmiştir. Bunun yanı sıra, kadife devrimi ucuz atlatan Özbekistan’ın ve bağlı olduğu Shangay İşbirliği Örgütü’nün ABD’ye, Özbekistan’daki üssünü kapatması ve askerî varlığını en kısa zamanda geri çekmesi çağrısı da gergin ortamın bir sonucudur. Geçtiğimiz günlerde iki eski hasım Rusya ve Çin’in gerçekleştirdiği ortak tatbikat da zamanlaması ve senaryosu itibariyle dikkate şayandır. Tabii bu süreçte, ABD’nin özellikle Harirî suikastı ve Irak’taki direnişçilerin söz konusu ülkeye girişleriyle suçladığı Suriye’ye yönelttiği tehditleri ve nükleer faaliyetler ile uranyum zenginleştirme programı bahaneleriyle İran üzerindeki baskılarını da unutmamak gerekir. İşte tüm bu sıcak gelişmeler, küreselleşme karşıtı yeni bir kutbun oluşmaya başladığının habercisidir.
Çevremizde bu sıcak gelişmeler olurken biz mevcut duruma göre GOP’un model ülkesi sıfatını ve misyonunu üzerimize almanın yanı sıra NATO üyesi ve AB’ye aday ülke olmamız hasebiyle zaten küreselleşme safında yerimizi almış görünüyoruz. Ancak bu durumumuz ve tercihimiz 3-4 yıllık bir mesele değildir elbette. Batılılaşma çabalarının Marshall yardımlarıyla ve NATO’ya girişimizle perçinlenmesi, küreselleşmenin silâhlarıyla vurulmamızı kolaylaştırmış ve bizi iki arada bir derede kalmış bir ülke ve toplum hâline getirmiştir. Dünyanın her yerini vuran bu silâhları tekrar hatırlamakta fayda var kanaatindeyim.
Küreselleşmenin silâhlarını; kültürel silâhlar, dil silâhı, teknolojik silâhlar, dinî silâhlar, organize silâhlar ve ekonomik silâhlar olarak sınıflandırabiliriz. Ancak bu silâhların hiçbiri birbirinden bağımsız değildir. Hatta birbirlerini tamamlar vaziyettedir. Küreselleşmenin bu silâhlarını sınıflandırarak farklı açılardan ele alıp inceleyelim:
1- Kültürel Silâhlar:
Popüler kültürün gelişmesiyle klâsik ve millî kültürleri tehdit etmesi maalesef ki kaçınılmaz bir hâl almıştır. Yemek kültüründen tutun da müzik kültürüne kadar her alanda bu etkiyi dünyanın her yerinde görebiliriz.
Tüketimi teşvik esasına dayanan ve her şeyin mal olarak kabul edildiği bu düzenin ürünü olan pop müzik, özellikle gençleri hedef kitle kabul etmektedir. Asî ve muhalif duruşu simgeleyen rock ve metal müzik kültürleri dahi global düzenin hizmetindedir. Son yıllarda tüm dünyada ilgi gören afro-amerikan(negro) kökenli-zenci tarzı- sokak müziği “hip-hop” (rap), alt kültürün ürünü olmasına rağmen Amerikan sermayesi sayesinde global kültürün aracı hâline gelmiştir. Özellikle ergenlik döneminde kimlik ve tarz arayışı içindeki gençleri etkisi altına alan bu renkli ve farklı müzik kültürleri, gençleri özlerine yabancı ama dinledikleri müziğin kültürüne aşina ve hayran nesillere dönüştürerek amacına ulaşmaktadır.
Mc’Donalds, Burger King, Pizza Hut, Coca Cola Co., Pepsi Co. gibi gıda sektöründe faaliyet gösteren çok uluslu dev şirketler de Amerikan tarzı (zararlı) beslenme alışkanlıklarını tüm dünyaya yaymaktadırlar. Karma ekonomi uygulamaya başlayan postmodern-komünist Çin’de bile Mc’Donalds ve Coca Cola Co. gibi şirketlerin faaliyet göstermeleri, küresel sermayenin yayılmacı politikasının ulaştığı noktayı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Bu hızlı yemek lokantalarının cafcaflı ve rengârenk dünyası insanları cezbetmekte ve kendine çekmektedir. Pazar paylarını genişletmek için de yatırım yaptıkları ülkeye özgü ürünler sunarak hedef kitleye rahatça ulaşabilmektedirler. Bu tür ürünlere örnek vermek gerekirse; Mc’Turko hamburgeri (Mc’D onalds) ve Alaturca çeşitlerini (Doritos) sayabiliriz. Bu tür firmalar pazar paylarını kaybetme riskiyle karşılaştıklarında millî ve dinî hassasiyetleri de istismar etmekten kaçınmazlar. Coca Cola ve Pepsi firmalarının özellikle Ramazan ayı geldiğinde reklâmcılığın tüm maharetlerini kullanarak hazırladıkları reklâmlarda, dinî ve millî kültürümüze vurgu yaparak ve bu sayede insanımızı can evinden vurarak sofralara girme çabaları herkesin malûmudur. Ve maalesef ki son yıllarda ramazan aylarında özellikle iftar saati yaklaştığı zaman alış veriş poşetlerine dikkat ederseniz bu firmaların içeceklerini sıklıkla görürsünüz.
Küreselleşmenin kültürel silâhlarından bahsedip de Hollywood sinemasının marifetlerine değinmemek olmaz. Teknolojinin tüm imkânlarının kullanıldığı ve bu sayede müthiş görüntü ve ses efektleriyle donatılmış milyon dolarlık bütçelere sahip yapımlar seyircileri beyaz perdelere ve ekranlara çekmektedir. ABD’nin “şeytan” olarak kabul edildiği Irak’ta Saddam döneminde dahi Rambo ve Rocky seri filmlerinin video tezgâhlarında mutlaka bulunan ve en çok tercih edilen filmler listesinde yer alması dikkate şayandır. Yıldız Savaşları(Star Wars) serisi, Harry Potter serisi, Titanik, Matrix serisi, The Lord of The Rings (Yüzüklerin Efendisi) serisi, Er Ryan’ı Kurtarmak(Saving Private Ryan) gibi muazzam bütçeli yapımların yanı sıra daha küçük bütçeli yapımlarla ve televizyon dizileriyle tüm dünyada sinema perdelerini ve televizyon ekranlarını işgal eden Universal Pictures, Warner Bross, Dream Works, Icon, Paramount Pictures, Amblin Entertainment, Twentieth Century Fox gibi küresel film şirketleri Amerikan ve Batı kültürünü beyinlere nakşetmektedir.
Kültürel emperyalizmin bir ayağını da giyim kültürü oluşturuyor. Lee, Lee Cooper, Lives, LC Waikiki gibi firmaların ürettiği kot kumaşından kovboy kıyafetlerini (jean), tişörtleri ve svitşörtleri; Yanki şapkalarını, Amerikan ya da İngiliz bayraklarıyla veya İngilizce yazılarla süslü kıyafetleri; Nike, Reebook, Adidas vb. firmaların spor ayakkabılarını ve spor kıyafetlerini dünyanın her yerinde gençlerin üzerinde görmek mümkündür. Bunun anlamı ve sonucu şudur: Şeklen de kendine benzetmenin ve tek tip insana ulaşmanın zaferi!
“Hollywood’un dâhi çocuğu” olarak nitelendirilen ve Shiendler’in Listesi (Shiendler List’s), Er Ryan’ı Kurtarmak (Saving Private Ryan), Amistad, Jurassic Park serisi gibi filmlerin yaratıcısı olan, gündemdeki Into the West adlı dizisiyle “beyaz adamın” Amerika’ya yerleşimini anlatan ve şu sıralarda 1972 Münih Olimpiyatları’nda İsrailli sporculara düzenlenen suikastları beyaz perdeye taşımaya hazırlanan Yahudi kökenli yapımcı ve yönetmen Steven Allan Spielberg’ün 2001 yapımı Azınlık Raporu (Miniority Report) filminin teknolojik müjdeleri bir yana; “önleyici vuruş” doktrinini işlemesi ve vizyona girdikten kısa bir süre sonra ABD’nin 11 Eylül saldırıları bahanesiyle bu doktrini uygulaması manidardır. Steven Spielberg gibi yapımcı ve yönetmenler vasıtasıyla Hollywood filmlerinde -şu sıralarda gösterimde olan Dünyalar Savaşı (War of the Worlds) en son örnektir- “Dünya kardeşliği” fikri ve “kurtarıcı ABD” iddiası sürekli işlenerek insanlara aşılanmaya çalışılıyor.
2- Dil Silâhı:
Kültürel silâhları kullanabilmek için kültürün ana taşıyıcısı olan dil emperyalizmi uygulamak, küreselleşme taraftarlarının vazgeçilmez stratejisidir. Teknolojik gelişmelerin sayesinde sınır tanımaz hâle gelen dil emperyalizmi, özellikle üçüncü dünya ülkelerinin dillerini ve elbette ki kültürlerini tehdit etmektedir. İnsanların konuştukları dilin ait olduğu milletin ve medeniyetin mantığıyla düşündükleri gerçeğini bilen stratejler, İngilizce’yi yukarıda saydığım kültürel silâhları da kullanarak empoze etmeye çalışmaktadır. Bunun yanı sıra bizim gibi ülkelerde özel okullar açtırarak ve hükûmetlere etki ederek kendi okullarını açtırmakta ve millî eğitim sisteminin dahilinde bile kendi dilleriyle eğitim yapılmasını sağlamaktadırlar. İngilizce’nin “dünya dili” ve “evrensel dil” olduğunu iddia ederek ve her türlü vasıtayla beyinlere işleyerek insanları kendi dillerine karşı soğutmakta ve yabancılaştırmaktadırlar.
3- Teknolojik Silâhlar:
20. yüzyılın baş döndürücü teknolojik gelişmeleri, insanlığı büyük bir konfora kavuşturdu ve hayatı kolaylaştırdı. Nükleer teknoloji insanlığın hizmetine sunuldu ve havacılık sanayisinde muazzam ilerleme kaydedildi. Bu gelişmeler tabii ki savunma sanayiine de yansıdı ve insanlığı tehdit eder boyuta ulaştı. NBC olarak tanımlanan nükleer, kimyevî ve biyolojik silâhların icadı ve bunları taşıyabilen binlerce kilometre menzilli füze sistemlerinin geliştirilmesi teknolojik gelişmenin felâkete dönüşebileceğini pratikte de kanıtladı.
Ancak, az önce saydığımız korkunç silâhların haricinde psikolojik harp amaçlı olarak da kullanılabilen teknolojik gelişmeler sağlandı. Bunlar; radyonun, televizyonun, sinematografinin, uydu teknolojisinin, internetin (genel ağ) icadıdır. Bu icatlar elbette ki insanların hayatını kolaylaştıran, güzelleştiren ve renklendiren gelişmelerdir. Ancak küresel güçler tarafından ustaca kullanılan bu gelişmeler, dinleme ve izleme faaliyetlerinde kullanılmasının yanı sıra; özel hayatın mahremiyetini ve gizliliğini tehdit etmektedir. Daha da önemlisi, psikolojik harekât amaçlı olarak kullanılan radyo, televizyon ve internet (genel ağ); toplumları etkilemek, beyin yıkamak ve propaganda faaliyetlerini yürütmek için kullanılıyor. Bu teknolojik gelişmeleri son haddine kadar kullanan küresel güçler, sınır tanımaz olmanın avantajını değerlendirmekle birlikte, toplumların içinde kendilerine yakın buldukları veya çeşitli vasıtalarla yaklaştırdıkları ilgili kişileri de kullanarak milliyetleri kendilerine benzetmeyi, insanları Batı medeniyetine hayran hâle getirmeyi, haklılıklarını savunmayı ve nihayetinde psikolojik yıkımı içten yürütmeyi ihmal etmiyor. Bir önceki maddede saydığımız kültürel silâhlarını toplumlara daha kolay doğrultmak için işte bu teknolojik silâhları daimî surette kullanıyorlar.
4- Dinî Silâhlar:
Misyonerlik faaliyetleri yeni karşılaştığımız bir durum değil. Siyah adamın dediğini hepiniz bilirsiniz: “Beyaz adam geldi, bize bir kitap (İncil) verdi ve sonra topraklarımızı aldı.” Evet, siyah adamın ifade ettiği beyaz adam –medenî (!) Avrupalı- bu taktiği dün olduğu gibi bugün de uygulamaktadır. Öncelikle gençleri hedef alan misyonerler organize ve plânlı ekiplerle çalışmaktadırlar. Toplumların inançlarını ve değerlerini yıkıp onları kendilerine benzetme çabalarını farklı yöntemlerle uygulamaktadırlar.
Kültürel ve teknolojik silâhları da kullanarak sinemamıza, radyolarımıza, televizyonlarımıza nüfuz eden din propagandaları, özellikle gençlerimizi Hristiyanlığa özendirmektedir. Son yıllarda dikkat edilirse Hristiyanlık kültürünü, değerlerini ve hasletlerini gizlice işleyen film yapımlarına sıklıkla rastlanılabilir. Night Shyamalan’ın (gerçek adı: Manoj Nelliyattu Shyamalan) “İşaretler” (The Signs), “Köy” (Village); Mel Gibson’ın (gerçek adı: Mel Columcille Gerard Gibson) “İsa’nın Çilesi” (The Passion of Christ) filmleri bu tür filmlere örnek gösterilebilir.
Üniversite öğrencilerini hem tatil hem de propaganda amacıyla Türkiye’ye ve benzer şartlardaki ülkelere gönderen batılı örgütler basın yayın kuruluşlarında yaptıkları tanıtımların da yardımıyla özellikle büyük şehirlerdeki üniversiteli gençlere bedava İncil göndermektedir. Üstelik bu İncillerin içine 100 $ kıstırmayı da ihmal etmezler. Kiliselerin ve hükûmetlerin muazzam maddî desteğiyle organize bir şekilde çalışan misyoner teşkilâtlar, masumane etkinlikler düzenler ve gayet ılımlı bir şekilde propagandalarını yaparlar. Bunun yanı sıra radyo ve televizyonları kullanarak kendi dinlerinin reklâmını da yaparlar. Bu faaliyetlerin sonucunda maalesef ki gençlerimizin ve vatandaşlarımızın dinimizden soğumasının yanı sıra Hristiyanlığa geçtiği bilinmektedir.
Kiliselerin ve ruhban sınıfının desteğiyle ve talebiyle siyasî çıkar peşinde koşan batılı hükûmetler de özellikle ülkemizden Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliğinin (evrenselliğinin) kabul edilmesini, azınlık vakıflarına ait malların iadesini, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını, metrûk ve cemaatsiz kiliselerin tekrar ibadete açılmasını, yeni kiliselerin ibadete açılmasına imkân tanıyan yasal düzenlemeler yapılmasını, misyonerlik faaliyetlerine sınırlama getirilmemesini ısrarla talep etmektedirler.
1999 yılında Marmara Depreminde yaşadıklarımızı dikkate alırsak, yukarıda saydıklarımız dürüst ve ahlâklı faaliyetler olarak kabul edilebilir. Deprem bölgesinde fizikî ve psikolojik yıkıma uğramış depremzedelere yardım amacıyla gelen batılı teşkilâtlar ve misyonerler insanların zayıf durumlarını fırsat bilerek kapsamlı bir çalışmaya girişmişler ve Hristiyanlık propagandası yapmışlardır. Mağdur vatandaşlarımızı İsa Mesih’e sığınmaya ve bu sayede kurtuluşa ermeye davet ederek din adına fırsatçılık ve ahlâksızlık yapmışlardır.
5- Organize Silâhlar:
Dinî silâhlar maddesinde de değindiğimiz batılı örgütler sadece misyonerlik alanında faaliyet göstermemektedir. Son yıllarda yaşanan “kadife” ya da diğer adıyla “turuncu” devrimlerin ardında özellikle George Soros gibi zengin spekülatörlerin desteklediği sivil toplum örgütlerinin olduğu bilinmektedir. Bu örgütler hedef ülkelerde yeni dünya stratejilerine hizmet etmek için insan hakları ve demokrasi havariliği yapmaktadırlar. Hedef ülkelerdeki muhalif hareketleri ekonomik olarak da destekleyen bu sivil toplum örgütlerinin açık ve gizli faaliyetleri ciddi rahatsızlıklara ve diplomatik gerginliklere yol açmaya başlamıştır. Çünkü, bu insan hakları ve demokratikleşme örgütleri halkın kafasını karıştırmanın haricinde muhalifleri de kışkırtarak, organize ederek ve maddeten de destekleyerek toplum hareketlerinin ve sivil darbelerin önünü açmaya çalışmaktadır.
Orta Asya’da (Türkistan’da), Kafkaslarda ve Rusya’da Fettullah Gülen’in cemaatinin bu ve benzeri amaçlarla desteklendiği ve kullanıldığı bilinmektedir.
Ülkemizde de başta Konrad Adenauer Vakfı olmak üzere Alman vakıflarının faaliyetleri tehdit oluşturmaktadır.
6- Ekonomik Silâhlar:
Yukarıdaki maddelerde saydığımız silâhların kaynağını ve tesir gücünü oluşturan hiç kuşkusuz ki paradır. Yaklaşık beş yüz yıldır sömürgecilik faaliyetleriyle azamî zenginliğe ulaşan batılı ülkeler, bu silâhları paranın gücü sayesinde üretip kullanabilmektedir.
Paranın egemenliğine dayanan bu küreselleşmeci kapitalist düzen, para hareketlerini denetlemeyi ve neticesinde paranın varlığını ve yokluğunu en güçlü silâh olarak kullanmayı da ihmal etmez. İMF adıyla bildiğimiz Milletler Arası Para Fonu (International Money Found-IMF), Dünya Bankası gibi teşkilâtların haricinde kredi derecelendirme kuruluşları ve George Soros gibi spekülâtörler, çıkarları gereği hedef ülkelerde uygulamaları gereken “kontrol edilebilir istikrarsızlık stratejilerini” ve para politikalarını acımasızca idare etmektedirler. Spekülatörlerin borsalara müdahaleleri ve neticesinde yaşanan ekonomik krizler, devalüasyonlar, dış borçlanmalar, stand by anlaşmaları, verilen borçların karşılığında koşul olarak talep edilen tavizler, imtiyazlar ve çıkarılması istenen “demokratik yasalar” paranın özellikle bizim gibi 3. Dünya Ülkelerinde en güçlü ve etkili silâh olarak kullanıldığının göstergesidir.
Dikkatinizi muhakkak celp etmiştir ki; küresel silâhları sınıflandırıp tanıtırken en geniş bölümü kültürel silâhlara ayırdım. Çünkü, kültürel emperyalizm, toplumları içten yıkmayı amaçlayan en tehlikeli faaliyettir ve dil aracılığıyla milletlere nüfuz etme gayreti içindedir kanaatindeyim. Bende bu düşüncenin oluşmasına sebep olan iki olayı nakletmek istiyorum: Bundan 7 yıl önce İzmir’in Alsancak semtinde gezerken dershanelerden çıkan lise çağındaki öğrencilerin konuşmalarına kulak misafiri oldum. İçlerinden biri (oldukça batılı bir tarzı ve havası vardı) arkadaşlarına Amerikan aksanıyla şöyle sesleniyordu: “Haydi beyler, börgıra (burgere) gidelim, börgıra.” Vehametin boyutları ortada…
Üniversite yıllarında mühendislik bölümlerinde okuyan arkadaşlarımızla sabahlara kadar süren tartışmalar yapardık. Bu tartışmalarda arkadaşlarım dil ve kültür konularında çok hassas davrandığımı söylerler ve İngilizce’nin dünya dili olduğunu iddia ederek bu dilin önemini ve gerekliliğini savunurlardı. Ancak, bu arkadaşlarımdan biri yaz tatilinde Alanya’da iki hafta geçirdikten sonra bana aynen şu cümleleri söyledi: “ Türkçe ve kültür konularında bu kadar hassas olmakta haklıymışsın. Yazın Alanya’ya tatile gittim. Oralarda bir tek Türkçe tabela bile göremedim. Kendimi yabancı bir memlekette yapayalnız hissettim ve moralim bozuldu. İşte o zaman çok haklı olduğunu anladım.”
İşte tüm bu araçlar küreselleşmenin görünüşte pek bir masum ama hakikatte sinsice kullandıkları silâhlardır ve nükleer silâhlardan bile daha tehlikelidir. Bunları zaten hemen hemen herkes biliyor. Bilinenleri tekrar etmekteki amacım; gerçeklerin ve küresel tehdit unsurlarının hafızalardan silinmesini önlemektir. Çünkü daimî surette uyanık olmak mecburiyetindeyiz. Uyanık olmak da kâfi değildir. Başımızı ellerimizin arasına alıp kendimize şu soruyu sormalıyız: “Ne yapmalıyız?”



