Ana Sayfa 1998-2012 Kısa Ksa Takıldıklarımız Biraz da Kıbrıs ve AB Üzerine

Kısa Ksa Takıldıklarımız Biraz da Kıbrıs ve AB Üzerine

AB’nin genişlemeden sorumlu temsilcisi Gunter Verheugen 13 Kasım 2001 günü Ankara’nın ve AB’nin hayranı kesimlerin dört gözle beklediği “2001 yılı AB ilerleme raporunu” açıkladı. Raporda, Ankara’nın Kopenhag kriterlerini yerine getirmede yetersiz kaldığı, ancak anayasal değişiklikleri kararlılıkla gerçekleştirdiği vurgulandı.

Türkiye’nin ekonomik krizi aşma kararlılığından olumlu bir yaklaşımla bahsedilirken AB Kopenhag kriterlerine tam uyum sağlanamadığının altı çizildi.

Ekonomik birlikteliğin siyasî bir hüviyet kazandığını başından beri savunduğumuz ve siyasî dayatmaların ardı arkasına sıralanacağını bildiğimiz için bu netice bizce sürpriz sayılmamaktadır.

ooo

AB, bu “2001 ilerleme raporu” ile (4. ilerleme raporu) Türkiye’nin paylaşmadığı bazı değerlendirmelere yer vermektedir. Raporu kaleme alanları aklama çalışmaları yapanlar; “Bu raporun sonuç itibarıyla komisyonun görüşlerini yansıtan bir belge olup, her alanda aynı tahlilleri paylaşmamız beklenmemelidir”; ifadeleri ile birtakım tepkileri azaltma gayretine hemen girişmişlerdir. Hattâ daha ileri gidenler “eleştiriler maalesef doğru ama, rapor olumlu ve yapıcıdır”; diye görüş serdetmekten kaçınmamaktadırlar.

Kısaca art arda gelecek yeni istekler ve siyasî dayatmaların kabulünü isteyen AB muhiplerinin gayretleri ile getirilmek istendiğimiz nokta; hep taviz vererek, istekleri kabul ederek, istekleri ve görüşleri hiçbir zaman kaale alınmayan ve de alınmayacak olan, egemenliğini ayaklar altına sermesi istenen bir Türkiye yaratmaktır.

Tekrar ediyoruz, AB Türkiye’ye karşı samimî değildir. Taviz isteklerinin arkası kesilmeyecektir. Amaç, AB’ne aldık, alıyoruz, alacağız teraneleriyle koparabilecekleri kadar taviz koparıp AB bekleme odasında Türkiye’yi yıllarca bekletmektir.

Amaç Türkiye’yi Gümrük Birliği’nde olduğu gibi karar mekanizmasında olmadığı, devamlı istismar edildiği bu konumda sonsuza kadar bırakmak, sömürmektir.

Bu raporun dikkat çeken olumsuzlukları içerisinde insan hakları ve Kıbrıs şu anda öncelikli yeni taviz isteklerini kapsamaktadır.

ooo

2 Kasım 2001 tarihinde Dış İşleri Bakanımız İsmail Cem, AB’nin Rumları üyeliğe kabul etmesi hâlinde Türkiye’nin “bedel ödemek pahasına da” olsa kesin bir karar almak zorunda kalabileceğini söylemiş ve AB’ne rest mesajı görünümünde Türkiye’nin hassasiyetlerini iletmişti.

AB, 2001 ilerleme raporunun açıklanması öncesi yapılan bu beyan acaba AB’ne verilen bir restleşme mesajı mı idi? Yoksa Türkiye’yi yönetme gayretindeki siyasîlerle, dayatmalara direnme alışkanlığı içerisindeki kesime göz dağı verme mi idi? Yoksa Kıbrıs konusunda AB’ne direnen Türkiye’nin AB’ne kabul edilemeyeceği endişesinin veya tehlikesinin varit olduğunu Türk kamu oyuna duyurmak mı idi?

Bunu zaman içerisinde daha açık bir şekilde görüp değerlendireceğiz.

ooo

AB’ne verilen bu rest mesajı şu unsurları içermekte idi:

1. Rumları üyeliğe kabul ederseniz köprüleri atarız. Bedelini de öderiz.

2. KKTC ile ekonomik, siyasî entegrasyona giderek misilleme yaparız.

3. Bunun ilhak olarak değerlendirilmesi ise çok yanlış olur.

Dış İşleri Bakanımızın bu açıklaması, başbakanın (ilhak)tan bahsetmesi batılı dostlarımızı doğrusu pek de etkilemedi. BM Genel Sekreterinin Kıbrıs özel temsilcisi Alvaro de Soto bu beyanlar üzerine “-Demek ki görüşmelerin yeniden başlatılması konusunda daha fazla zaman harcamamalıyız” derken, birtakım temaslar ve AB muhibbi köşe yazarlarımızın mütareke günlerini aratmayacak değerlendirmeleri ile konu sulandırılıp 13 Kasım AB ilerleme raporunun açıklandığı güne gelindi.

Rapor açıklandı ve görüldü ki bu restleşme pek de etkili olmamış.

ooo

Sayın Cem’in ödemekten bahsettiği bedel Türkiye ile AB ilişkilerinin ciddî şekilde bozulacağıdır. Kıbrıs konusunda taviz verilemeyeceği gerçeğidir. Bu bedel AB adaylığından vaz geçmektir. Zaten hiçbir zaman içine alınmayacağımız ve üye olamayacağımız için de pek kaybedeceğimiz bir şey yok!..

ooo

Geleceğin Avrupa Birleşik Devletleri’nde Türkiye yoktur. AB için Türkiye “içine alınmadan, tek yanlı bağlı tutulacak bir ülkedir.”

Bu bir kehanet değildir, bugün Avrupa’da herkes tarafından bilinmektedir.

AB 1995’te, 1997’de, Türkiye’nin aday olabileceğinin ifade edildiği 1999’da, 2000’deki Nis zirvesinde, Türkiye’yi “içine almayacağını” göstermiştir.

Türkiye Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, dil ve etnik yapı, Ermeni, AGSP vb. konular bahane edilerek devamlı kapının önünde tutulacaktır.

Özellikle Avrupa Güvenlik ve Savunma politikası konusunda Türkiye’ye yapılan dayatmalar bunun m üşahhas örneğidir.

ooo

Ekonomik olduğu ifade edilen AB’nin siyasî yapılanması ve ağırlığı 1990 yılından, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından itibaren cazibe merkezi olmaya yönelmiş ve Kıbrıs uyuşmazlığını bu noktaya getirme gayretlerini saklamamıştır.

a) AB, hukuk tanımazlığının bir göstergesi olarak 1993’te Rumların uluslararası anlaşmalara aykırı olan üyelik taleplerini kabul edip işleme koymuş; bu yöndeki itirazlara ise “Bu AB’nin siyasî bir kararıdır” diye küstahça cevap vermekten kaçınmamıştır.

b) 24 Şubat 1995 tarihli AB “Başkanlık bildirgesi” ile Kıbrıs konusunda yaptığı açıklama, AB’nin niyetinin bir başka ifadesidir. Ve bu belge 6 Mart 1995 tarihinde tek taraflı taviz kopartmaya yönelik dayatmaya dönüşmüş, Gümrük Birliği belgesinin imzalanması karşılığında bu taviz koparılmıştır.

c) 24 Şubat 1995 belgesine dayandırılan Rum yönetimine verilen tavizlerle AB’nin GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) ile ilişkileri geliştirilmiştir. Türkiye 1999 Aralık ayında AB’ne göstermelik aday yapılırken bile “Kıbrıs ve Ege sorunları” şart olarak belirtilmiştir. Helsinki’den gece yarıları Ankara’ya gelen AB yetkilileri kâğıt üzerine geçmeyen, şifahî garantilerle Türkiye’nin haklı endişelerini izale etmeye girişmişler; “-İçime sindiremedim ama imzalamak zorunda kaldım” diyen yetkililerimize bu gerçekleri ters yüz ederek, kabul ettirmişlerdir.

d) 2000 yılında AB’nin onayladığı “Katılım Ortaklığı Belgesi’nde” Kıbrıs ve Ege taviz talepleri yerini muhafaza etmiştir.

Ve bugün taviz vere vere geldiğimiz bu son noktada eski tas eski hamam değişen pek bir şey olmadığını görüyoruz.

ooo

AB destekli Atina, Türkiye’de estirilmekte olan Avrupa rüzgârını arkasına alıp Kıbrıs, Ege, AGSK, Güneydoğu ve Ermeni meselelerinde koparabildiğini koparmaya çalışıyor. Onlara bu konuda en büyük destek içimizdeki “AB muhibbi unsurlardır.”

AB ve Atina’nın ellerindeki imkânları kendi çıkarları için kullanabilmelerini anlamak mümkündür ve onlara kızamayız. Esas mesele bizim içimizdeki AB muhibbi unsurların faaliyetleridir.

Bu kesim 1999 Aralığında Helsinki görüşmeleri sırasında Başbakan Ecevit’e “-Koşullu adaylığı içime sindiremedim ama imzaladım” dedirterek emrivakî ile imzalatanlardır.

Bu kesim Türk kamu oyunu bilgilendirmenin ötesinde yönlendirmekle kendini görevli sayan medya kuruluşları olup, kontrollarındaki yayın organlarında yaptıkları “ver kurtul” politikasıyla işi, “Kıbrıs’ı satmanın çıkar yol olduğunu” savunmaya kadar vardıranlardır.

Bu kesim Kıbrıs’ta Türk varlığının olmadığını iddia eden; kendi kurdukları vakıf üniversitelerinde gayri Türk fikirleri savunabilen, Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen beyanlarda bulunan sözde profesörleri barındırarak Türk insanını rencide eden seçkin iş adamlarımızdır.

Bu seçkin iş adamlarımız ki devlet imkânlarını kullanarak, Türk insanının sırtından para kazandıklarını; geldikleri bu tepe noktasında bu millete karşı görevlerini unutup siyasete ve devlet idaresine yön verme gayreti içerisine girmişlerdir.

Bu seçkin kişiler sırasıyla Güneydoğu konusunda, etnik kimlik konusunda, Kıbrıs konusunda vb. millî konularda hep tavizden, uluslararası çıkarlardan yanadır.

Kıbrıs ekonomisine katkıda bulunma önerilerine: “-Buz üstüne yazı yazmayız ağam!” diyecek kadar pervasız, Güneydoğu raporları hazırlatacak kadar millî duygulardan uzaktırlar.

Bir meslek teşekkülü olan patronlar kulübü, Türk millî eğitimine yön verme çabasıyla coğrafya kitabı hazırlatıp, Bizans kültürüne verdikleri değeri sergilemekten kaçınmamaktadır.

İşte bu “seçkin iş adamları kuruluşu-patronlar kulübü” AB ilerleme raporu yayınlanır da görüş belirtmeden durabilir mi? Onlar da fikirlerini beyan ediyorlar: “Aman, Kıbrıs AB ile aramızı bozmasın!”

Özellikle bu beyanın Kıbrıs konusunda samimiyeti inkâr edilemeyecek olan Başbakan Ecevit’in, “BM’nin çözüm önerisine hayır diyerek”; BM’ce öne sürülen önerilerin, Kıbrıslı Türklerin barış harekâtı öncesi durumla karşı karşıya kalıp soykırıma uğrayacağına dikkat çekerek; “Kıbrıs’ta özveride bulunmak mümkün değil” sözlerini sarf etmesiyle eş zamanlı olması biraz tuhaf değil mi?..

ooo

Kıbrıs, Ege, AGSP Türkiye’nin AB’ne üyeliğine engel değildir. Bilâkis Türkiye’nin AB’nin içine alınmayacak olması, Kıbrıs’ın, Ege’nin, AGSP’nin dengeli ve adil çözümüne engeldir.

Tekrar ediyoruz, Kıbrıs uyuşmazlığı, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini geliştirmesine ve Türkiye’nin AB üyeliğine “engel değildir”.

Aksine Kıbrıs ve Ege uyuşmazlıkları Türkiye’nin AB üyeliğinde “olumlu katkıda bulunabilecek faktörlerdir”.

Eğer AB samimî ise Yunanistan ve Türkiye’nin beraberce içinde yer alacağı AB bünyesinde bu engelleri aşabilir. AB, Türkiye-Yunanistan arasındaki dengeleri düşünüp, sorunlara yumuşak ve adil yaklaşımla tam üyelik sürecini işletip Kıbrıs ve Ege’deki nihaî çözümü Türkiye’yi AB’ne dahil ettikten sonra gerçekleştirebilir.

Ne var ki AB bu konuda samimî değil. 1995’te Gümrük Birliği Anlaşması’nda olduğu gibi bu konularda da Türkiye’yi içeri almadan meseleyi halletmekten yana.

İşin en önemli kısmı içimizdeki AB muhiplerinin “Kıbrıs mı, AB’mi?” gibi gerçeklerle uzaktan yakından alâkası bulunmayan fikirler beyan ederek ortalara dökülmelerinin arkasında ne olduğudur?

Bu çevreler 1995’te Türkiye’yi kandırmışlar, bir sömürge belgesi niteliğindeki Gümrük Birliği Anlaşması’nı büyük bir başarı olarak sunmuşlardır. 5 yılda 60 milyar dolara yaklaşan bir bedeli Türkiye Gümrük Birliği sayesinde dış borç hanesine yazmak zorunda kalmıştır.

Bugün Kıbrıs ve Ege’de, AGSK’de de taviz verelim diyorlar. 2000 yılı sonlarında AB parlâmentosunun kabul ettiği Ermeni tasarısı konusunda AB’den baskılar gelince, Güneydoğu konusunda istekler sıralanınca ne yapacaklar, gene taviz verelim demeyecekler mi?

Hiç merak etmeyin, utanmadan onu da söyleyecekler. Bu kesimin zihniyeti “kutsal Türk devletini” devamlı tavize zorlamaktır.

Bu zihniyet Millî Kurtuluş Savaşı sırasında manda isteyen; İngiliz işbirlikçisi, mütegallibe, vatan hainlerinin zihniyetidir.

Bu zihniyet Türkiye’nin millî çıkarlarına ekonomik, siyasî, kültürel ve askerî alanlarda muhalefet edip karşı duran zihniyettir.

Bu zihniyet yeni dünya paylaşım ve yağma düzeninde “kutsal Türk devleti”nin yıkılması görevini yerine getirmeye çalışmaktadır…

ooo

Yaşadığımız coğrafyada Türkiye ve Yunanistan var oldukça Kıbrıs, Ege vb. diğer problemlerimiz devam edecektir. Bizler bu problemlerle yaşarken bu problemlerin neler olduğunu iyice bilmemiz, dikkatli hareket etmemiz bazı hususları ile tarihî hakikatleri unutmamamız gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti her dönemde iyi ilişkiler aramıştır. Ama Yunanistan öyle problemler çıkarmıştır ki, hepsi birbirinden tutarsız ve birbirinin kopyası krizlerle, Avrupa’nın şımarık çocuğu olmayı sürdürmüş ve sürdürmektedir.

Yunanistan’ın Türkiye üzerinde MEGALİ İDEA diye isimlendirilen emelleri mevcuttur.

Ve Yunanistan Türk’e hayat hakkı tanımayan, Türk düşmanlığıyla yoğrulmuş temeller üzerine kurulmuştur.

Yunanistan’ın Türkiye politikasının günümüzde üç ayağı olduğunu görüyoruz.

1. Türkiye’ye karşı hareket sahasını genişletme.

2. Türkiye’yi uluslararası alanda yalnızlaştırma.

3. Türkiye’nin uluslararası alanda atacağı adımları engelleme.

Günümüzdeki gelişmeleri kavrayabilmek için Yunanistan’ın tarihsel gelişimini masaya yatırmak zorundayız. Özellikle Yunanistan’ın son dönemdeki olağanüstü silâhlanmasına geçmeden bu konuyu, Megali İdea’yı anlatmak zorundayız.

Ünlü Venizelos, Megali İdea’yı şöyle açıklıyor: “Yunanistan en iyimser olanımızın bile hâyalinden geçmeyecek derecede büyük ve kuvvetli bir devlet hâline gelecektir. Bütün Trakya’yı alacağız ve İstanbul’un da ortak hâkimi olacağız. Öyle ümit ederim ki, içinde Rumların yaşadığı bütün illere girmemize izin verilecektir. Yunanistan’ın dört denizle yıkanan ve kendi perceresinden Karadeniz’i de seyreden bir memleket olacağını temin edebilirim.”

Venizelos’un ifadesinden yola çıkarak bu çerçevede Türkiye-Yunanistan arasındaki kriz konularının başlıklarına kısaca bakalım: Karasuları, hava sahası, Doğu Ege adaları, Kıbrıs sorunu, Fır Hattı sorunu, Yunanistan’ın adaları silâhlandırması, kıta sahanlığı, azınlık sorunları, ıssız adacık ve kayalıklar vb. konular.

Bundan sonra yaratılacak meseleler de işin cabası olacaktır.

Türk’e hayat hakkı tanımayan Yunan Megali İdea’sının hedef ve sonuçlarına göz attığımızda ise acı gerçekle yüz yüze gelmekteyiz. İşte Yunan Megali İdea’sının hedef ve sonuçları: Yunanlı tarihçi Panayotis Kayas, “Megali İdea” adını verdiği kitabında, “-Megali İdea, Yunan iç ve dış politikasının canıdır. Bu hedefe ulaşmanın dışında her şey, yönetim, eğitim ve imar bekleyebilir” demektedir.

Yunanlıların 1830’lardan önce oluşturdukları ve 1830 yılından itibaren tatbik etmeye çalıştıkları Megali İdea’nın hedefleri ve sonuçları şöyledir:

1. Makedonya’nın ilhakı: (Hedefe ulaşıldı).

2. Batı Trakya ve Selânik’in ilhakı: (Hedefe ulaşıldı).

3. Ege adalarının ilhakı: (Hedefe ulaşıldı).

4. On İki Adaların ilhakı: (Hedefe ulaşıldı).

5. Batı Anadolu’nun ilhakı: (1922’de hezimetle sonuçlandı).

6. Kıbrıs’ın ilhakı: (1974’te bu rüyâ ağır bir darbe yedi.).

7. Doğu Karadeniz Bölgesinin ilhakı: Tarihteki Rum Pontus devletini yeniden kurmak için faaliyetlerini sürdürmektedirler. Birkaç yıl önce bu cümleden olarak deniz, çevre vb. isimlerle yapılan turistik gezi mahiyetindeki, masumane görüntülerle kamufle edilmeye çalışılan faaliyetler ile PKK’nın Karadeniz kırsalında yeni bir cephe oluşturma gayretlerini müştereken bu çerçevede değerlendirmekteyiz.

8. İstanbul’un ele geçirilmesi ve Bizans İmparatorluğunun yeniden tesisi: Bu hayâl peşinde bugün dahi koşmaya devam ediyorlar. Fener patriğinin ve destekçilerinin uluslararası faaliyetleri ile “Ekümenik Patrik” sıfatı temini yolundaki gayretler, patrikhane, Heybeli Ada Ruhban Okulu konusunun devamlı gündemde tutulmasını, bu ham hayâlin peşinden koşanları ibretle izlemeliyiz.

Bu sekiz maddede sıraladığımız Megali İdea çerçevesinde Yunanistan’ın kuruluşundan itibaren topraklarını nasıl büyüttüğünü satırbaşlarıyla hatırlatalım.

1. Yunanistan 1830’da Mora ve çevresinde 47.516 km2’lik bir toprak parçası üzerinde kuruldu.

2. 1865’te İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında varılan anlaşma gereği Ege’deki yedi ada Yunanistan’a bırakıldı.

Yüzölçümü % 5.6 artarak 50.211 km2’ye çıktı.

3. 1881’de İstanbul Anlaşmasıyla Tesalya ve Epir’in bir kısmı Yunanistan’a verildi.

Yüzölçümü % 33.9 artarak 67.270 km2’ye çıktı.

4. 1913 mayısında Londra Antlaşmasıyla Selânik, Güney Makedonya, Girit, Yunanistan’a verildi.

Yüzölçümü % 44.6 artarak 97.237 km2’ye çıktı.

5. 1913 Ağustosunda Bükreş Antlaşmasıyla Epir’in tümü ve Güney Makedonya’nın tamamı Yunanistan’a verildi.

Yüzölçümü % 5.6 artışla 107.730 km2’ye çıktı.

6. 1914’te Londra Antlaşmasıyla Gökçeada, Bozcada, Rodos, Meis dışındaki işgal ettiği bütün Ege adaları Yunanistan’a verildi.

Yüzölçümü % 5.4 artışla 108.311 km2’ye ulaştı.

7. 1919’da Neuilly Antlaşmasıyla Batı Trakya Yunanistan’a verildi. Yüzölçümü % 19.9 artışla 129.880 km2’ye oldu.

8. 1947 Paris Antlaşmasıyla Menteşe Adaları Rodos ve Meis de verildi. Yüzölçümü % 2’lik artışla 132.562 km2’ye baliğ oldu.

Yunanistan’ın bu gelişme sürecine baktığımızda açıkça görürüz ki: Yunanistan’ın genişlemesi, gelişme süreci içinde devamlı olarak Türkiye’den aldığı topraklar sayesinde gerçekleşmiştir. Türkiye ile yaptığı savaşları kaybetmesine rağmen masa başındaki anlaşmalar sayesinde Türkiye’den hep toprak kazanmış, kısmen de olsa Megali İdea hedeflerinin büyük bir kısmına ulaşmıştır.

Batının korunan ve kollanan şımarık çocuğu Yunanistan barış masasındaki bu başarılarının büyük kısmını çoğu Londra’da yapılan anlaşmalarla sağlamıştır. Ne garip bir tesadüf ki, Güney Kıbrıs’ın AB’ne üyelik yolunu açan anlaşma da Londra’da yapılmıştır.

Bugün Yunanistan Kıbrıs’ı doğal bir uzantısı olarak görüp bunu AB desteği ile Megali İdea çerçevesinde topraklarına katmak sevdasındadır.

ooo

Bugün AB’den yılda 4,5 milyar dolar yardım alan Yunanistan, bunu kalkınmasına harcayıp kendi millî gelirinin büyük bir kısmını silâhlanmaya ayırmaktadır. 2001-2005 dönemi için silâhlanmaya ayırdıkları kaynak 14 milyar dolardır.

Netice olarak AB, dolaylı da olsa Yunanistan’ı silâhlandırmaktadır. Hem de (Batının devamlı canlı tutma gayretindeki) “Şark meselesi” çerçevesinde. Türkiye’ye kısıtlamalar getirilirken Yunanistan’a verilen bu destek “taşları bağlayıp, köpekleri serbest bırakmak” diye özetlenebilir.

ooo

Kıbrıs Türkünün haklarının yılmaz savunucusu Cumhurbaşkanı Denktaş ilk çağrısına olumsuz cevap almasına rağmen KKTC’nin 18. kuruluş yıldönümü kutlaması arefesinde Rum yönetimi lideri Glafkos Klerides’e ikinci bir mektup göndererek yüz yüze görüşmelerde ısrarlı olduğunu bildirdi. Klerides tarafından kabul edilen ve bir BM yetkilisinin de hazır bulunacağı bu görüşme 4 Aralık 2001 tarihinde Lefkoşa’da ara bölgedeki BM temsilcinin evinde gerçekleşecektir.

Bu görüşme AB’nin ve BM’in baskısından ziyade Kıbrıs Türkünün temsilcisi Sayın Denktaş’ın başından beri savunduğu haklı dâvasında kendine ve Türk toplumuna güveninden kaynaklanmaktadır. Ve sayın Denktaş, “Uzlaşmaz Denktaş”; “Görüşmeleri baltalayan, çıkmaza sokan Denktaş” olmadığını, haklı tarafın kim olduğunu ispatlamaktadır, bu davranışı ile.

Ve başından beri savunduğumuz gibi bu görüşmelerde Kıbrıs Türkünün eşitlik ve egemenliğinden taviz verilecek bir sonuç çıkmayacaktır.

ooo

DİL BİR; BAYRAK BİR; MİLLET BİR; VATAN BİRDİR

CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR.
 

Orkun'dan Seçmeler