Ana Sayfa 1998-2012 KAZAN VE KEPÇE

KAZAN VE KEPÇE

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, darb-ı mesel hükmüne girmiş: “Değişerek devâm etmek, devâm ederek değişmek.” cümlesindeki tesbiti, bütün çağlara uygun bir elbise biçiyor. Yûnus Emre’nin: “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası?” sorusunda da aynı hakîkate ayna tutuluyor. İnsanın tabiatında değişme ve yeniye yönelme, en mühim sosyal paya sâhip. Nice isyân, ihtilâl, savaş benzeri toplu hareketin hem kalkış, hem de varış istasyonlarında değişme, yenilik tabelâları asılı duruyor.

Hukukla adâletin mânâ karışıklığı, bulanıklığı, “iyi” ve ”yeni”nin içlerine de sinmiş. Çoğu zaman, bu iki kelimeyi birbirinin yerine geçmiş şekilde görüyoruz. Hâlbuki, he er yeni iyi değildir. Bütün iyileri de “yeni”den sayamayız. Bunun en karakteristik örnekleri, Türk târihinde, ucu bize ve bugünlere dokunacak şekilde sıralanmış.

Avâm işi olmaktan çıkmış bir umûmî kanaate nazaran, biz Avrupa’nın ilmini ve tekniğini değil; hayat tarzını, günlük yaşayışını, insânî telâkkîlerini alıp yanlış bir usûle abone olduğumuz için, iflâh ve huzur kapılarını kendi elimizle kapattık. İlim ve teknoloji ithâli, beşerî hasletlerden sıyrılabilir mi? Japon, Kore ve Tayvan misâlleri bu endîşeyi ortadan kaldıran saf formüller midir? Sualler çoğaltılabilir. Lâkin, Türk milletinin kimyâsı, sayılan emsâl ve tereddüt vesîlelerinden çok farklı bir vâdide durduğundan, bize mahsus yenilerle iyileri, kendi has bahçemizden toplamak lâzımdır.

Mısır’da meydâna gelen son hâdiseler, zâhirde sokağa dökülen mahşerî kalabalıkların şuûru gibi görünse de, uzaktan kumandalı ve dış mihrakların senaryosu ile sahneye konduğu, ilk bir-iki adımdan sonra anlaşıldı. Mes’elenin kökünde, “millet” ralitesi yatmaktadır. Mısır’da, aynı coğrafyayı, kader birliği yüzünden paylaşan insanlar, Osmanlı hâkimiyeti sonrasında uğradıkları şiddetli şoktan hâlâ kurtulamamışlar ve maalesef millet mertebesine ulaşamamışlardır.

Yavuz Sultan Selîm Hân, 1517’de Kâhire’ye girdiğinde; cadde, sokak ve çarşıda şıkır şıkır Türkçe konuşulduğuna şâhit olmuştu. Seyf-i Sarâyî’nin “Gülistan Tercümesi”, Nil sâhillerine Türkçenin gül suyunu akıtmıştı. İngiliz ve Fransız siyâset bezirgânları Mısır’ı kendi emellerine sermâye yapıncaya kadar, bu kadîm medeniyet sâhası, Türk kültürünün en canlı dâirelerinden biriydi. Tâ Tolunoğulları döneminden 19. asır başlarına kadar, Mısır, Dünyâ’nın en kıdemli milletinin bir uzvu idi. Bahsedilen uzvun vücûddan koparılması, sanılanın çok ötesinde bir şuûr kaybına sebep oldu. Mâlûm beynelmilel senaryo ekibinin elindeki kepçe, Mısır kazanına bu şuûr eksikliği yüzünden, zorlanmadan girdi. Çıkması da, şimdilik mümkün görünmüyor..

 

Orkun'dan Seçmeler