Ana Sayfa 1998-2012 Kaybedilen Dâvâ

Kaybedilen Dâvâ

Dâva”: Hukukunu savunmak için mahkemeye müracaat. Bir mahkeme huzurunda olunan duruşma.

İlk önce Kerkük Türklerinin bir “Dâvası” var mıdır? Varsa o hak hukuk nedir? Bu hakkı, hukukî olarak tescil edilmiş midir? Edilmiş ise, hangi antlaşmada veya devletlerin tanıdığı kurumda veya mahkemededir? Hakkını tespit etmiş midir? Etmiş ise, hangi mahkeme veya devletlerin bağlı olduğu kurumlara başvurarak istemiştir?

Onun için, bu yazı hayatımın en zor yazısı olacaktır.

1926 Ankara Antlaşması’nda yapay olarak kurulan Irak devletine herhangi bir şart koşulmadan terkedilen bu topraklar ve üzerinde yaşayan 3 milyon Türk, 1959 Kerkük katliâmına kadar asude, pembe renkler görerek, şikâyetçi bir kimlik taşımadan, yaşamalarını, Türkiye aşkı, Türk olma gururu içinde sürdürerek geçirdiler.

Hoyrat, mani ve şiir, duygularındaki millî hissin büyük bir bölümünü dolduruyordu. Edebiyat ağırlıklı yayınlanan kısa ömürlü gazete (Kerkük gazetesi hariç) ve seyrek basılan kitaplarda ciddî isteklere verilen önem azdı, ne eğitim ne de siyasal veya sosyal hak istemeyi, pek az kişinin dışında düşünen, dile getiren yoktu. Kraliyet döneminde bu kişiler hapishanelere girip çıkarak Türklük uğruna bedelini ödüyorlardı, ama halkın çoğu bunlardan bihaber, yorumlar değişik, neden bu belli insanlar mahkûm ediliyor, Türklerin hangi haklarını savundukları veya istediklerini bilen pek yoktu. Kültürel hak, o da ne demek? Zaten Türkçe konuşup şiir yazıyor, hoyrat çağırıyor, ramazanlarda Sini Zarf oynuyoruz. Geleceğin hesabını yapanlar kimlerdi acaba? Araplar mı? Kürtler mi? Yoksa ortak çıkar uğruna her ikisi birden mi? İşte onu bilmiyorlardı.

1958’de, Irak’ta ihtilâl oldu, Kürtler bu durumdan azamî derecede yararlandılar, Rusya’nın himayesinde sürgünde olan Molla Mustafa ile adamları bağışlanarak Bağdat’a döndü devlet töreni ile karşılandı, Kürt-Arap kardeşliği ilân edildi, Türkleri bu kardeşliğin dışında bıraktılar. Kürtler mahut kaynaklardan aldıkları desteklerle örgütlenirken, Türkler daha çok fanatik gösterişe yöneldiler. 1959 ihtilâlinin 1. yıl kutlama hazırlıkları yapılırken, Kürtler emellerinin tahakkuku peşinde katliâm hazırlıkları yapıyorlardı. Uykuda gaflet içerisinde olan Türkler hazırlıksız olduklarını gözler önüne sererek katliâma, yağmaya uğradılar. Bu ilk mi olacaktı? Hayır, bugüne kadar devam eden hâl ve vaziyette bir değişiklik olmadı, ne asimilâsyondan, tehcirden, katliamlardan vazgeçildi, ne de Türkler gaflet uykusundan uyanıp ciddî teşkilâtlanmaya geçtiler.

Ben tatlı tatlı hayâl rüyâları görürken, toprağımızda gözü kulağı olanlar ince hesaplar, bilimsel çalışmalar yapıyorlar, kadrolaşıyorlar, bir yandan da silâhlanıp merkezî hükûmetten hak istiyorlardı.

Türkler topraklarını karşılarına çıkan Kürtlere ilerisini düşünmeden satıyor, böylece her geçen gün Türk toprağı kaybediliyor, yabancı sayısı artıyordu.

Kerkük’ten ayrılan veya ayrılmak zorunda kalanların bir müddet sonra yerleştikleri bölgelere intibak etme zorunluğu, menfî yönde kimliklerini etkileyen faktörler olmuş.

Bütün bu ve buna benzer olumsuz hareketler, Türk kalma ve Türklüğü koruma tedbirlerinin ileriye dönük plânsızlığı, Türkiye’ye bağlılık, Türkiye’den medet umma, istekleri merkezî hükûmet yerine anavatana iletme, isteme karşısında bu toplumun bir DÂVA’SI YOK, kadere razı, olup bitenler karşısında hazırlıksız, önlem almaya gerek yok, Türkiye nasıl olsa arkamızda. Yüce Devletle siyasî otoriteyi bir türlü ayırt edememişler, Türklüğe olan aşk, anavatana karşılıksız bağlılıkları ileriyi görmelerini gölgelemiştir.

1959 katliâmı bu ortam içinde gerçekleşti. Kürtlerin gelecek hayâlleri, Arapların bitmeyen kini ile birleşerek öz topraklarında kanların akmasına neden oldu. Anavatan, yüreği yanan bir avuç milliyetperverin dışında, daha sonralarda olduğu gibi sustu, suskunluğunu bozmadı. Millîleşmemiş bu politikayı anavatanın siyasî sınırları dışında kalanlar anlayamazdı. Hele Kerküklüler hiç anlamadı, bugün dahi anlamamaktadırlar.

Açık olarak ne istendiği belirlenmeyen, Lozan ve 1926 Ankara Antlaşması’nda da hakları tescil edilmeyen bu Türk toplumu, Irak’taki her iktidar döneminde âdeta yabancı muamelesi görmektedir. Kasım döneminde Türklerin adı Türkmen oldu, dün olduğu gibi bugün de varlıkları kabul edilmiyor.

Bir yerde kültürel, bir yerde sosyal fakat çalışan kadrosunun gönüllerinde siyasî geleceğin endişesi hiç eksilmeyen Türkmen Kardeşlik Ocağı 1960’lardan sonra, halkın büyük sevinç ve umudu içerisinde kuruldu. Geleceğe dönük çalışmaları, iyi niyetli olmaları, halka yakınlıkları, toplumun büyük çoğunluğu tarafından sevilmelerine, destek görmelerine neden olmuştu, ama bu umutlar, hayâller uzun vadeli olmadı. Ocağın milliyetperver ortamı içerisinde bazı ihtilâflar baş gösterdi, bir türlü siyasî kadrolaşma gerçekleşemedi. Engeller gitgide artıyordu. Özellikle Kerkük’te bazı kesimler muhalefet dozunu artırarak çirkin suçlamalara dönüştürmüştü. Sonuç çok pahalı bir şekilde ödendi. 1980 yılında lider kadro asıldı, ocak el değiştirdi, örgütlenme, siyasallaşma tahakkuk etmedi. Lidersiz, boşlukta kalan bir toplum, insanlığın bugüne kadar görmediği baskı, tehcir ve asimilâsyona uğradı.

Eksik neydi, kimde idi? Kürtler KDP, KYP gibi siyasî partiler kurup örgütlenirken Türkler neden örgütlenememişti? Geleceğin bütün sorunları burada yatıyor.

1990 yılına gelindiğinde birçok cihetten hazırlıklı, belini Batı ülkelerine dayamış Kürtler; öte yanda dağınık, bilinçsizce, Türkiye’nin siyasî iktidarlarına bağlanmış belli çıkarlar doğrultusunda yanlış yönlendirilen Türkler.

Zamanın iktidarı Körfez Savaşı’ndan sonra, Çekiç Gücün konuşlandırılması, şaibeli 36. paralelin tespiti, güvenli bölgenin ilânı, iki buçuk milyon Türkmenin bu bölge dışında tutulmasında büyük payı ve ısrarı olmuştur. İMTP’sinin kurulması, deneyimsiz kadronun seçilmesi ve günübirlik oluşan olaylara göre bölgeyi bilmeyenler tarafından yönlendirilmeleri, Türkmenlerin bugünkü duruma getirilmelerinde büyük rol oynamıştır.

Güvenli bölgenin yani bugün Kürtlerin hâkim olduğu toprakların sınırı, bazılarının iddia ettiği gibi çöpe atılan Sevr’de belirlenmiş olan Irak Kürdistanı’nın sınırıdır. Kuzey Irak’ın veya 36. hattın altı üstü değildir. Bilinçli olarak tespit edilmiş ve Kerkük ile 2,5 milyon Türk BM güvencesinden çıkarılmış, ABD ve özellikle Türkiye’nin himayesi dışında bırakılmıştır. Amaç, Kürt devletinin kurulmasını sağlamak, bölgede Kürtlerle nüfus sayısı itibariyle eşdeğer olan Türkleri zaman içinde erimeye terketmektir.

Bugüne baktığımızda, 1990’dan 2001 yılına kadar olanları değerlendirirsek görmekteyiz ki:

Türkmenler amaçlarını hâlâ tayin edememişler, örgütlenme veya siyasallaşmak için gerçek bir çalışma yok. Erbil bölgesine Türklüğü endeksleyen politikacılar Kerkük’ü yok sayarak bugünü, kendilerine uyan çıkarcılarla iş birliği yaparak hazırlamışlar. Gerçek anlamda millî menfaatlerimiz doğrultusunda ileriye dönük plân ne yazık ki kurumlar tarafından ne üretilmiş ne de uygulanmak için girişimde bulunulmuş, göz göre göre eriyen Türkmen toplumu seyredilerek uygulamaya devam edilmiştir. Türkmen kuruluşları da başkanları da anlaşılıyor ki durumdan son derece memnunlar. Kerkük’ten yükselen kara bulutlara uzaktan bakıp, ölülerimize fatiha okumak varken, Türkmenlerin bu paramparça oluşunu, Sevr’i dile getirmenin ne âlemi var, kime ne yarar sağlar? Salla başını dinle sözümü.

Görülüyor ki ne Türkmenler, ne de bizim politikacılar ve kurumlarının Güvenli Bölge, Irak ve Türkmen politikası yok. Şöyle ki:

1. Sayın Demirel DYP’sinin 1990 yılındaki kongresinde “Türkiye’nin bir Körfez politikası yok, her gün sabahleyin gelişen şartlara göre hareket edilir…. Allah milleti korusun.”

2. 11.8.1999, Kanal 6, açık oturum, Ecevit:

a. ABD’nin desteği ile ortada olan Irak muhalefeti bugüne kadar bir şey yapmadı, çalışmalarda başarı sağlayamadı.

b. Kuzey Irak Kürt alt yapısı her gün biraz daha güçlenmektedir.

Not: Âcizane biz bu konuyu bir toplantıda dile getirmiştik, cevap olarak bugün büyük işler peşindeki kuruluşun başında bulunan bu zat “Ecevit bilmez, biz biliriz” demişti. Doğru, 40 yıllık Ecevit nereden bilsin, bilse bilse bu toplumun nasıl karanlıklara gömülebileceğini seyredenler bilir.

3. Dışişleri Bakanımız Sayın İsmail Cem aynı tarihlerde “Bugün bölgede bir oluşum var, biz de bu durumdan azamî derecede yararlanma yollarını aramaktayız.”

4. 26 Ocak 2001, Sayın Emin Çölaşan’ın Hürriyet’te yayınlanan yazısında: “Diyarbakır Emniyet Müdürü ve 5 polisimiz akşam saatlerinde suikasta kurban gidiyorlar. Aradan birkaç saat geçiyor, İsveç’te ikinci kanal devlet televizyonu (Text TV), bu haberi yerel saat ile aynen şöyle veriyor:

“Türkiye: Kürdistan’ın Türkiye bölümünde 6 polis öldürüldü. Kimliği belirsiz kişilerin başkent Diyarbakır’daki polis merkezinin dışında gerçekleştirdiği silâhlı saldırılarda bir polis şefi de öldürüldü.”

5. Sayın Yılmaz boşuna dememiş, AB’nın yolu Diyarbakır’dan geçer.

6. 2 Şubat 2001, Hürriyet, Ertuğrul Özkök: “Özal o dönemde ABD’nin Ankara Büyükelçisi olan Abramaowitz’le çok yakın bir çalışma içinde olmuştu. Çekiç Güç plânı ile Kuzey Irak’ta kurulan BÖLGE fikrini birlikte geliştirmişlerdi.”

7. Ve tayin edilen İTC Başkanının 831 sayılı 3.12.2000 tarihli kararı:

1) Kürdistan Bölge Hükûmeti tarafından ilân edilen resmî tatil günlerine İTC’nin tüm daire ve birliklerimiz uyacaktır. Gereğinin yapılması.

2) İTC’nin tüm kurum ve kuruluşları tanıtım yaftaları Türkçe – Kürtçe ve Arapça yazılmalıdır. İmza, Sanan Ahmet Ağa.

Bu karar, yıllar önce bölgede adı konulmamış, ama plânı düşünülmüş ve bugün ilgili makamların önünde, bölge Kürdistan olarak tanınmış, Türkmenler Bölge Hükûmeti yani Kürdistan Hükûmeti’ne tabi, azınlık olarak Türkmenleri ben temsil ediyorum diyen başkan tarafından kabul ediliyor.

Bu ve buna benzer kararlar, demeçler, uygulamalar ortada iken, Türkmenler ve dâvalarına hâlâ sahip çıkma ciddiyetinden uzak bilinçsiz, sonu karanlık yolda ilerlemede ısrarlı, ilgili makam ve siyasîlerimiz işin vahametini anlamamakta.

Sayın Demirel’in buyurduğu gibi, “Allah milletimizi korusun, Ermeni saldırılarından ve siyasal Kürtçülükten Türkiye’nin Güneydoğusunu saklasın.”
 

Orkun'dan Seçmeler