Ana Sayfa 1998-2012 İkinci Abdülhamit ve Mehmetçik

İkinci Abdülhamit ve Mehmetçik

Abdülhamit en kritik bir dönemde kurduğu kendisine has özelliklere sahip “merkezi otoriter yönetimi” ile dıştan ve içten çembere alınan Osmanlı Devletini 33 yıl iktidarı süresince yaşatmayı başarmış, bu haliyle gelmiş geçmiş Osmanlı padişahları içinde müstesna bir yeri, mevki sahibi olmuştur. Batılı gözlemcilere göre II. Abdülhamit olmasaydı Osmanlı Devleti daha XIX. Asrın sonlarında yıkılacak ve hattâ Türkiye Cumhuriyeti kurulamayacaktı.

Emellerine kolay kolay ulaşamayacaklarını anlayan dış ve iç gafiller ve bilhassa “ayrılıkçı unsurlar”; onun vücudunu ortadan kaldırmayı beceremeyince bu sefer hazırladıkları bir ihtilalle onu tahtından uzaklaştırmaya muvaffak olmuşlardır.

Abdülhamit’in tahttan uzaklaştırılması, ülke topraklarının elden çıkmasını çabuklaştırmış ve teker teker yağmalana yağmalana “Kuruluş devri” sınırlarını çekilmiştir. Yurt dışına kaçan “Jön (bön) Türkler”, vatan dostları, hürriyet kahramanı unvanını alırken, kendisi de zalim, “Kızıl Sultan” derekesine inmiştir. Avrupalılar tarafından takılan bu unvan ne yazık ki, genç nesillere yıllarca okutulmaktan da zevk alınmıştır.

Abdülhamit elbette hatasız değildir. Aslında kimse değildir. Ancak sevap hanesinin daha ağır bastığı bir gerçektir. Bugün Abdülhamit’i övenlerin yanında, onun resimlerine bile tahammül edemeyip sövüp, tükürenlerin sayısı hiç de az değildir.

İç ve dış politikanın babası sayılan Abdülha mit’in prensipleri, soğukkanlılık, hareketsizlik, harp tehlikesini atlatmak, devletlerin aralarındaki en uyuşmaz noktaları, düşmanlıkları, kıskançlıkları derhal teşhis edip Osmanlı lehine kullanmaktı.

Abdülhamit’in başarı ile karşı koyduğu ve kendisini devlet adamı olarak zirveye çıkarıp, iç ve dış düşmanların hedef tahtası haline getirdiği konuların en önemlisi Filistin m eselesidir. Arz-ı Mev’ûd (vadedilen topraklar) üzerinde devlet kurma çalışmalarına başlayan Yahudiler; Thedor Herzi başkanlığında padişahtan toprak ve ziin istedi ve bazı tekliflerde bulundu. Hatta Osmanlı Devletinin bütün borçlarını ödemeyi taahhüd ediyordu. Sağ kaldığı müddetçe Filistin’de böyle bir Yahudi devletinin kurulmasına asla müsaade etmiyeceğini bildiren Abdülhamit; Herzl’e tarihe altın harfle geçen şu cevabı verdi:

“Ben bir karış dahi olsa toprak satmam; zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu devleti kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanıyla mahsüldar kılmıştır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Bu vatan bana ait değildir, Türk milletinindir ve ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Yahudiler m ilyonlarını saklasınlar. Ancak benim imparatorluum parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler. Ben canlı bir beden üzerine ameliyat yapılmasına müsaade edemem…”

Abdülhamit büyük bir Pantürkist ve Panislamist idi. Dünyanın her tarafındaki Müslümanlarla meşgul oldu. Bu durum sömürgeci devletleri tedirgin ediyordu. Bilhassa Ortadoğu’nun bölünüp parçalanmaması, Arapların İngilizler’e âlet olmaması için Şerif Hüseyin ve oğullarını kontrol altında tuttu. Onları İstanbul’a sevgi ve saygıyla bağladı.

Gerçek bir aile babası, çocuklarına düşkün, onları iyi terbiye eden, hoş sohbet olan Abdülhamit; İslâmiyet’in emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçmakta son derece hassasiyet gösterirdi. Abdestsiz yere basmaz, abdestsiz evrakları imzalamazdı.

Türk dilinin ve tarihinin koruyucusu olan Abdülhamit; Mithat Paşa’nın başkanlığında komisyonun hazırladığı Kanun-i Esasi’de “Her milletin kendi dilini resmen kullanabileceği ile ilgili maddeyi kaldırıp, Türkçe’nin resmi dil olduğunu, Türkçe’den başka bir dilin kullanılamayacağını vurgulamıştır. Diğer yandan tarih çalışmalarına önem veren padişah kendisine takdim edilen müsveddeleri inceleyerek, gerçeklerin olduğu gibi yazılmadığını, şahsını ve şahısları överek bir yere varılamıyacağını söyleyerek, komisyon üyelerini şiddetle ikaz ederek, onlardan doğru tarihin yazılmasını istemiştir.

Türklüğü ile gurur duyan, korumalarını öz be öz Türklerden seçen Abdülhamit; Mehmetçiği çok sever ve onunla her fırsatta gurur duyardı. Aşağıya aldığımız anekdot; onun “Kızıl sultan” değil, “Gök/Baba Sultan” olduğunu göstermesi bakımından ne kadar güzel ve manalıdır:

Sarayda nöbet tutan Hassa askerleri geleneksel olarak geceleyin, “Kimdir o, Kim var orada” diye birileri varmış gibi seslenirlermiş, Bir gece yine nöbet yerinde İkinci Abdülhamit birer saat arayla aynı sesleri duyar. Bu durum kendisinin dikkatini çeker. Bir saat geçtiği halde nöbet değişmemiştir. Biraz sonra nöbeti değiştirmeyen Mehmetçiği huzuruna çağırır.

– “Niçin saat başında vazifeni devretmedin?”

– “Hünkharım benden sonraki arkadaş rica etti, onun yerine de nöbet tutuyorum.”

– “Niçin? Neden usulü çiğniyorsun?” O yiğit Mehmetçik utançla başını kaldırır ve söylemek istemez. Fakat Abdülhamit’in ısrarı üzerine:

– “Padişahım, benden sonraki nöbetçi ihtilâm olmuş. Ben bu halde iken Halife-i Müslimin’in korumasında vazife alamam. Ne olur, sen benim yerime de nöbet tut, sonra da ben senin yerine tutarım dedi. Ben de kabul ettim.”

Mehmetçiğin bu inceliği Abdülhamit’in çok hoşuna gider. Sabahleyin güsûlsuz nöbet tutmayan askeri huzuruna getirtir. Geceki davranışından duyduğu memnuniyeti ifade eder:

“- Benden bir dileğin var mı?” demesine rağmen Mehmetçik teşekkür eder.

Abdülhamit aynı sözü üç kere tekrarlaması üzerine:

– “Padişahım, bize bir tayın veriyorlar doymuyoruz. Emredin de iki tayın versinler gayrı.”

O günden sonra askere iki tayın verilmeye başlanır. Ayrıca Abdülhamit pek sevdiği bu Mehmetçiğe darıca’da bir çiftlik bağışlar ve ayrıca bir de rütbe ihsan eder…

 

Orkun'dan Seçmeler