Ana Sayfa 1998-2012 Huntington, Seçenekler ve Milliyetçilik

Huntington, Seçenekler ve Milliyetçilik

Hatırlanacağı gibi Mayıs ayının sonunda dünyada ün kazanmış bir Amerikalı profesör Akbank’ın çağrılısı olarak İstanbul’da idi, konferans verdi, basın mensupları ile yemek yedi ve bazı önemli sözler de söyledi. Tabiî ondan bu önemli sözler bekleniyordu, deyim yerinde ise “bomba patlatsın” isteniyordu. Türk basınında ve onun yüksek enflasyonlu köşe yazarlarında “bombacı” çoktur. Her bomba bir artı puandır. Her yorumcu kendine eleştiri malzemesi buldu ve bunu bombalaştırmaya çalıştı.

Huntington’un ünü, yazmış olduğu “Medeniyetler Çatışması” adlı eserinden kaynaklanmaktadır. Yeni bir kitap daha yayınlamış, adı “Biz Kimiz / Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı”. Denildiğine göre birinci kitap gibi ses getirmemiş.

Ne Huntington’ın konuştuğu konferansta bulundum, ne de konuşmanın tam metnini okudum. Ama internet üzerinden hem konferans, hem de onun yorumları ile ilgili çok şey okudum. Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever, Huntington’u değerlendirirken, onun Medeniyetler Çatışması (Clash of the Civilisation) ile şimdiye kadarki değişim/çelişkiler birimine yeni bir yorum getirdiğini ileri sürüyor. Malûm, Marx’ın sınıf çatışması ünlüdür…

Konumuz Medeniyetler Çatışması tezini tartışmak değil ama, Huntington’un İstanbul konferansında, söyleşilerde ileri sürdüğü ve Türkiye’yi, Türklüğü ilgilendiren hususlar var. Huntington’un sivri sözlerinden birisi, AB’nin Türkiye’yi istemediği hususu. Bu husus duygusallık dışında (hem AB, hem de Türkiye için ) tartışılması gereken bir husus. Bu zaten bir aşk evliliği olamayacak, olursa mantık evliliği olacak1. Beni düşündüren husus Avrupa Parlamento’sunun vermiş olduğu “evet” oy çokluğudur. Bize olumlu oy verenlerin Antalya’nın güneşi ve kumu için oy vermediği kesin. Ve de, Lâik Türkiye Cumhuriyeti ile hemen hemen yaşıt ve Peyami Safa’nın Türk İnkılâbına Bakışlar adlı kitabındaki üç akımdan, Türkçülük-Batıcılık-İslâmcılık’tan ilk ikisi düşünceli ve formasyonlu ve de Batı’da (Avusturya-Almanya ve biraz İsviçre’de) bulunmuş ve Batı ve Batılı için kafasını yormuş birisi olarak ben, Avrupa Parlamentosu’ndaki “evet” in gerisinde “duygu” değil ama “akıl” bulunduğuna eminim. Bunun gerisinde kulis etkinliği söz konusu olamaz. Kaldı ki Türkiye bu işi pek becerememektedir kanısındayım, yoksa bir avuç Ermeni diasporasının ve minicik Ermenistan’ın iftiraları ile başı belâya girmezdi…

“… ABD neden Türkiye’nin AB’ye girmesini destekliyor?…” sorusuna da ilginç ve etik-aydınca2 bir yanıt vermiş Huntington ve “… Avrupa’yı güçsüz kılmak için…” demiş. Ergun Göze de Tercüman’da “… ABD dışişleri bakanı Rice kasten Fransız referandumu öncesi AB’ye Türkiye’yi alın dedi, böylece hem bizim ağzımıza bir parmak bal çaldı hem de Fransızlar’ı ‘hayır’ desinler diye kızdırdı…” mealinde yorum yapmıştı. AB-Türkiye-ilişkileri kopma noktasına geldiğinde Blair’in tutumunu unutmayalım. Onu da, Türkiye’yi oyalamak İngiltere’nin çıkarına da ondan, diye mi yorumlayacağız? Bence Avrupa için biraz anlayış göstermemiz gerekli. Varsayalım ki, Türkiye-Azerbaycan-Kazakistan-Özbekistan-Türkmenistan ve Kırgızistan bir AB gibi AB (Av rasya Birliği) kuruyoruz. Bu meyanda – diyelim ki – Hristiyan Ukrayna da “… beni de alın… “ dedi. Kardeş Türk Cumhuriyetleri’ni bilmem ama, bizdeki Kur’an Kursu Rahlesi’nden geçmiş ve Türk-İslâm-Sentezi ile programlanmış kafalar daha özbeöz Türk Hristiyan Gagavuzlara, hattâ ve hattâ özbeöz Türk ve vatandaş Alevîlere tahammül edemezken Hristiyan Ukrayna’ya nasıl katlanır! Yer olsaydı daha birçok sofistike misaller verirdim.

Huntington’un kafasında Türkiye’yi dünya genel skalasında nereye uygun gördüğünü bilemem3. Çünkü Türkiye ne bazılarımızın sandığı gibi dünyada önemli bir ülkedir ne de kulak ardı edilecek bir ülke4. Huntington “… Yeni küresel politikalarda Türkiye’nin rolleri nelerdir?..” konusunu işlemiş, yani AB seçeneğini yok sayarak. İki rol biçmiş Türkiye’ye, birincisi, Türkiye’nin İslâm Dünyası’na lider olma seçeneği imiş, Türkiye bu rolü gayet iyi üstlenebilirmiş!

Huntington diyor ki: “… Türkiye bu rolü gayet iyi üslenebilir. Ancak burada sorun, Atatürk’ün mirası olan Batılı, lâik modern Türkiye tanımı. Atatürk Türkiye için öngördüğü altı temel maddeyi 75 yıl önce formüle etmişti. Bu öğretilerin üzerinde biraz düşünülmesi, değiştirilip düzeltilmesi zamanı muhakkak gelmiştir…” Bunda olağanüstü bir fikir yok. Her aklı başında kişi bunu biliyor ve söylüyor. Zaten Atatürk’ün manevî mirası olan bilim ve akıl bize de bunu öneriyor. Atatürk açık seçik “… ben nas bırakmadım…” mealinde konuşuyor… Ve yine açık-seçik olan Atatürk’ün en büyük Türk Milliyetçisi ve de Türkçü olduğudur…

Huntington bize modellik rolünü verdikten sonra ama demiş ve “… Müslüman ülkelerin bu liderliği kabullenmedeki isteksizliği…” ni dile getirmiş. Ben de diyorum ki… Türkiye’nin sanal İslâm Dünyası’nda model oluşturması veya oluşturabileceği tezi, temelsiz ve yüzeysel varsayımlara dayanmaktadır. Modellerin alıcı bulması için bazı koşullar gerekli. Kişisel bakımdan, öncelikle alıcının talebi, beklentisi gerekli. Sonra da model’in alıcı’ya uygun olması gerekli. Genellikle tembel tabiatlı ve cahil olan Müslümanların beklentisi nedir? Bekledikleri hayat seviyesine minimum zahmet ile ulaşmak. (Bilerek “emek” yerine “zahmet” dedim, çünkü İslâm ülkelerinde emek=zahmet’tir de ondan.) Başka beklenti? Süregelen İslâmî esaslar içinde kadını da ezerek ve sadece İslâm’ın şeklî bazı esaslarını (ritüelleri) yerine getirerek Tanrı’nın gözünü boyamağa çalışmak… Toplumsal bakımdan alıcının yani kısaca devletin model talebi ise, kolay uygulanabilir ve halkın nabzına göre şerbet verebilecek, uysal vatandaş üreten bir sistem. Varsayalım ki, ümmetçi ve şeriatçı AKP çekirdeğinin istediği oldu ve Kur’an Kursu çarkında forme edilen kadrolar Türkiye Devleti İslâm Devleti’dir, dediler5. Acaba 80 yıldır kanına Cumhuriyet ve Lâisizm yerleşmiş, bunu aklen ve fiilen yaşamış Türkler, Araplar, Berberîler, Nijeryalılar, Pakistanlılar, İranlılar, Endonezyalılar ve nihayet Türk Cumhuriyetleri için model oluşturabilir mi ve bu modele talep var mı? Bunun cevabı kocaman bir HAYIR! Türk Cumhuriyetleri ve Pakistan hariç Türkiye değil sevilen, hattâ nefret olunan bir ülkedir. Bırakın lâisist 80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’ni, taa XIX. yy. Osmanlısı’na gidin ve bir zamanlar revaçta olan “Osmanlıcılık” akımının akıbetini düşünün. Halife olan Osmanlı Sultanının6 çağrılarına özellikle dini bütün kavm-i necip Arapların cevabını düşünün, eğer sırtınıza saplanmış hançerin acısı hafiflemişse ve Sezar’ın Brütüs’e dediğini hatırlamıyor olsanız bile…

Konunun bu bölümünü şöyle bağlamak istiyorum. Huntigton da ortaya bir fikir atmış ve Marx sınıfları çatıştırırken o medeniyetleri çatıştırmış. Bizim model olacağımız İslâm dünyasının neresinde medeniyet bulunduğunu da anlamış değilim, o da başka…

Bence Prof. Huntington’un en doğru saptaması en son sırada geliyor. Birinci seçenek AB idi, ikinci seçenek şu olmayacak ve asla da olmaması gereken İslâm dünyası liderliği7 ve nihayet üçüncü ve zaten şu veya bu ölçüde her seçenekte bulunması gereken aslî seçenek yani milliyetçi Türkiye, yani milliyetçi Türklük! Medya’dan alıntı yapıyorum: “… Bu Türkiye’nin daha önceki iki seçeneği tamamen unutması ve AB’ye ne de Müslüman dünyasına liderlik etmek için girişimde bulunması anlamına geliyor. Bunun yerine Türkiye kendi güvenliğine ve girişimine odaklanır. Türkiye gerçekten tehlikeli bir bölgede bulunuyor. Önümüzdeki on yıl içinde bölgedeki Arap olmayan 5 ülke, Rusya, İsrail, İran, Pakistan ve Hindistan nükleer silâha sahip olacak. Bunları bir ya da daha fazla Arap ülkesi (Mısır, Cezayir, Suriye, Libya) takip edebilir. Böyle bir durumda Türkiye kaçınılmaz olarak, kendilerine de bunları edinip edinmemesi konusu ile karşılaşacaktır…”

Orkun okurları Nisan ve Mayıs 2005 aylarında Avrupa’da ve Türkiye’de artan milliyetçi akımlardan ve bu husustaki yoğun yayınlardan haberdardırlar. Bu meyanda Türkiye’de Hitler’n “Mein Kampf” adlı eserinin Best Seller olması Avrupa’da, özellikle de Almanya’da endişe konusu olmuştu. Türkiye’deki milliyetçi uyanışın göstergesi olarak Mersin’deki bayrak olayı ileri çıktı ve bunu diğer benzer olaylar izledi.

Olaylardaki – niceliği ve niteliği tam bilinmemekle beraber – Türklük öğesi sevindirici bir göstergedir. Türklük, bugün bazı tehlikeler altındadır. Bunlardan birisi de Türk’ü ümmetleştirme, lâikliği yok ederek sünnî-hanefîleştirme hileli oyunlarıdır. Hem yüzde 99 Müslüman Türkiye deyip hem de hâlâ Müslümanlık bilinmiyor hilesiyle ilkelin ilkeli kaçak Kur’an kursları açmak, öğrencilere camide abdest aldırmak saçmalığının daniskasını uygulamaya kalkmak gibi vs. Bundan senelerce önce, İnönü bir defasında, “… irtica komünizmden de tehlikelidir…” mealinde lâf etmişti. Ben ise tersini düşünüyordum. İnönü’ne hak veriyorum, bir türlü yakamızı bırakmıyor bu lânet olası irtica virüsü…

Mart ve nisan aylarında Türkiye’deki milliyetçi uyanış medyada epey tartışıldı. Çıkan yazıları özetlemeğe kalksam en az beş sayfa tutar. Bir profesör ise milliyetçiliği çağdışı kavimcilik mertebesine indirdi. Şimdilik milliyetçilik konusuna değinmeyeceğim, zaten halledilememiş zor bir konu. Teorik olarak meselâ komünistlerin ve ümmetçilerin milliyetçiliğe karşı olduğunu söyleyebilirim. Ama son zamanlarda garip durumlar da oluyor, siyasal Milliyetçiliği, Türkçülüğü temsil ettiğini iddia eden bir siyasî parti ümmetçi tipleri ve sloganları içine sindiriyor, komünistler (Maocular) ulusalcı kesiliyor gibi…

Ben yazımı şöyle bağlamak istiyorum: AB ile özel statülü bir birliktelik doğru ve olabilir’dir. Türkiye’nin lâik düzenine yönelik eski ‘yeşil kuşak’ yeni ‘Büyük Orta Doğu Projesi’, ‘Ilımlı İslâmlılık Modeli’ gibi dış telkin ve yönlendirmeler ve AKP’nin sinsi ve sistemli ümmetleştirme çabaları Türkiye Cumhuriyeti için f e l â k e t t i r ! Çözüm Milliyetçiliktir. Onun da en makul ve çağcıl olanı da Atatürk Milliyetçiliği’dir…

Ben şimdiye kadar dilim döndüğü kadar AB içinde ulus-devlet fikrinin ölmediğini ve ölemeyeceğini yazdım. Fransa ve Hollanda referandumlarının mesajı bunun belgesidir. Hattâ – öyle değil ama – referandumdaki reddiyenin sebebi yüzde yüz “Türkler’i istemiyoruz” da olsa… Zaten biz de Fransızlar’ı, İngilizler’i, Almanlar’ı… Yunanlıyı istemiyoruz, değil miyiz…?

DİPNOTLARI

1- XXI.yy.’da “iki gönül bir olursa samanlık seyran olur” atasözü geçerli değildir, eskiden de ne kadar geçerli olduğunu bir tarafa bıraksak da…

2- Yağmur Atsız, Halka ve Olaylara Tercüman’daki 30 mayıs 2005 tarihli yazısında “aydın” için bilinen ama dışa vurulmayan bir yorumu dile getiriyor: “Teknik Aydın” ve “Etik Aydın”. Birincisi, çağın kalburüstü geçerli bilgileri ile donanımlı, ama çağın etik değerlerine az veya çok duyarsız aydın; ikincisi ise hem çağın kalbürüstü geçerli bilgileri hem de çağın kalburüstü geçerli etik (erdemli) değerleri ile donanımlı aydın. Türkçe ifade edersek “erdemli aydın”. Ben, Türkiye’de aydın denen kesimin ağırlık merkezinin birinci yorum yönünde olduğu kanısındayım.

3- Aslında Huntington’un kafasındaki Türkiye prrojeksiyonu önemli. Çünkü “Medeniyetler Çatışması” tezi ile konuyu iyi incelemiş bir profesör. Gerçi bizde “… bunamış…” mealinde bilimsel(!?) yorumlar da yapıldı ama…

4- Dünyanın 18. ekonomik gücü etrafında dolaştığımız ve de Tarih’te daha evvelki güne kadar söz sahibi olmuş bir ulus olduğumuz unutulmamalıdır. Bunu tadamamış uluslar da var unutmayalım…

5- Bu asla ve asla olmaz. Türkiye’nin lâsizmi ile kumar oynamak daha baştan feci şekilde hata yapmaktır. AKP’nin bu hatanın yakınında değil içinde olduğunu söylemek kehanet değildir. Son Kur’an kursu yasası AKP’nin hem cüretini hem yüzde yüz kötü niyetini hem de basiretsizliğini kanıtlamaktadır.

6- İlginç durumlar var. Şu özellikle Müslümanlık taslayıp bizi küçümseyen Araplar nedense Hilâfet denen kuruma sahip çıkmadılar. Zaten ne eli temiz papa var ne de halife…

7- Türkiye’ye ve sonuçta Türk Dünyası’na yapılabilecek en büyük kötülük Türkiye Cumhuriyeti’ni lâisizmden uzaklaştırmak ve – başka din çok uzun süre söz konusu olamıyacağından – şeriat düzenine adapte etmek anlamında İslâmlaştırmaktır. Bu, Türklük için artık tarihten silinmek veya en değerli özelliği olan Türklük’ten vazgeçmek ve maalesef İran’ın düştüğü felâkete uğramaktır, yani Araplaşmak…

 

Orkun'dan Seçmeler

Cemaat Vakıfları

Çaka Beğ ve Kızılelma