Ana Sayfa 1998-2012 Güneş tutulması ve AB meselesi

Güneş tutulması ve AB meselesi

3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye saati ile 11.30’dan itibaren Ay, Güneş’i yaklaşık iki buçuk saat gölgeledi. Bu astronomik olayın zamanlaması hakikaten ibret verici oldu. Tam da AB ile müzakere sürecinin dönüm noktasına denk gelen bu olay İlâhî bir işaret olarak kabul edilebilir mi?

Bu gün tarihimize önemli ve enteresan bir gün olarak geçti. Avusturya Hükûmeti yetkilisi Dış İşleri Bakanı Ursula Hanımın, AB Dönem Başkanı İngiltere’nin Dış İşleri Bakanı Jack Straw ile danışıklı dövüş kabilinden satranç oyunu, görüşmelerin Hırvatistan-Türkiye ekseninde ele alınıp uzadıkça uzaması gerçekten sıkı pazarlıklara sahne oldu. Lüksemburg’da ve Ankara’da çok gergin ve geçmek bilmeyen yorucu saatler yaşandı ve taraflar Müzakere Çerçeve Belgesi üzerinde zor da olsa anlaştı. Pekiyi, şimdi ne olacak?

Bu sorunun cevabı kısa ve net: Güneşimiz tutulacak! Türk milletinin 4000 yıllık tarihinden getirdiği kültürel ve siyasî birikim heba edilecek. Cumhuriyetin değerleri ve kazançları hiçe sayılacak. Anayasaları üzerinde bile anlaşamayan, geleceklerini sorgulayan, dengelerin alt üst olduğu, hayal kırıklıklarının başladığı ve hatta para birimi Avro’yu bir türlü benimseyemeyen AB, karşı deklerasyonda belirttiği ve Avrupa Parlamentosu kararında da dile getirdiği gibi önümüze tarafımızdan kabul edilmesi intihar demek olan taleplerini sırayla getirecek. AB’nin Sarkozy ve Merkel gibi Türkiye karşıtı olan fakat en azından dürüst davranan aktörleri de “imtiyazlı ortaklık” tezlerini güçlendirmeye başladılar. Pekiyi, 10 yeni üyesinin finansmanı sonucu suyunu çekmeye yüz tutmuş bütçesi geçen yıl kendi üye ülkelerince dolandırılan ve serbest dolaşım hakkından bizi mahrum bırakacağını çok önceden ilân eden AB’den daha ne bekliyoruz ve ne elde etmeyi umuyoruz?

Bir de şu mesele var ki dikkate şayandır: Allah aşkına, bir düşünün; bu AB meselesini en çok kimler istiyor? Kürtçüler ve PKK-KADEK taraftarları, Türkiye Ermenileri Patriği, Fener Rum Patriği, Kürtçü Said’in müridi çeşm-i giryân Fethullah Hazretleri (!), şeriat ve hilâfet sevdalıları, TÜSİAD üyeleri, farklı amaçları olan mâlûm azınlıklar, özelleştirmelerden pay kapma çabası içinde olan yabancı işadamları, Türkiye’de ticarî ve stratejik menfaatleri olan AB üyesi bazı ülkeler ile ABD ve İsrail…

Yukarıda saydığımız kişi ve grupların amaçlarına kısaca bir göz atalım:

Kürtçüler ve PKK-KADEK taraftarları siyasî güç edinmek ve nihaî hedefleri olan bağımsızlığı sağlamak için AB’yi dayanak olarak görmektedirler. Bazı başbakanlarımızın pervasızca açıklamalarıyla da (“AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer.” ve “Kürt sorunu” gibi…) bu yönde faaliyet göstermektedirler .

Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrop Efendi de AB sürecini desteklemektedir. Çünkü o da –her ne kadar Türkiye’ye bağlılığını her fırsatta ispat etmeye çalışsa da- ait olduğu milletin mantığıyla düşünmektedir ve Hırant Dink’in soydaşıdır.

Barthelemeos Bey de zaten yıllardır kendini “ekümenik” olarak tanıtıyor ve Pontusçuluk faaliyetlerini sürdürüyor. O da patrikhanesini Vatikan benzeri bir modele taşımak ve Yunanistan’ın siyasî emellerinin gerçekleşmesi uğruna Türkiye’nin AB sürecini destekliyor.

Kürtçü tavrıyla meşhur olan ve şakirdleri tarafından Bedîüzzaman olarak tanımlansa da hakikî mutasavvıflar ve din âlimlerince itibar edilmeyen isyankâr Said-i Nursî’nin soydaşı ve takipçisi olan, ABD’nin himayesindeki dinler arası diyalog uzmanı Fethullah GÜLEN de Türkiye’nin AB sürecini desteklemektedir. Cemaatinin Türkistan’da açtığı okullar vasıtasıyla sinsice yaptığı ABD borazanlığı ve hizmetkârlığı “milliyetçilik” olarak lânse edilmeye çalışılsa da cümle âlem, onların yurt içinde ve dışında “hizmet” olarak adlandırdıkları örgütlenmelerinde Atatürk ve milliyet fikri düşmanlığını aşıladıklarını ve sürekli ABD’yi övdüklerini biliyor. Onların en nefret ettikleri söz; “Ne mutlu Türküm diyene!” sözüdür. Bu gerçeklerin inkârı mümkün değildir; çünkü kelimeler yalan söylemez. Bu nitelikleriyle bir sonraki maddeye dahil edebileceğimiz Fethullah ve cemaati, Türkiye’nin AB sürecini efendilerine sadakatle desteklemektedir.

Yıllarca “kâfir” diye sövdükleri Avrupa’ya şimdilerde üye olmak isteğiyle yanıp tutuşan şeriat ve hilâfet sevdalıları da aslında AB konusunda samimî değiller. Onların asıl amacı; Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimizin temellerini sarsıp hem Ulu Önder’den hem de eseri Türkiye Cumhuriyeti’nden ve aidiyetlerini unuttukları Türklük’ten intikam almaya çalışmaktır. 28 Şubat sürecinde ağızlarının payını alanlar şimdi AB kisvesi altında ve medeniyetler buluşması herzesiyle Cumhuriyetin temellerini sarsmaya çalışıyorlar.

TÜSİAD üyeleri –ki bir kısmı gayr-i Türk’tür- küreselleşme sürecinde zenginliklerini artırıp geleceklerini garanti etmek ve ticarî ilişkilerini sağlam bir zemine oturtmak için yabancı ortaklarının da marifetiyle Türkiye’nin AB sürecini ve reformları (!) hararetle desteklemektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve nüfusun en az % 80’ini oluşturan Türk milletinin egemenliğini içlerine sindiremeyen küçük etnik ve dinî azınlıklar da intikam ve hayal hisleriyle Türkiye’nin AB’ye üyeliğini istemektedir. Bu azınlıklar, PKK’nın faaliyetlerinden de ilham almakta ve bu tür terör gruplarını içten içe sempatiyle karşılamaktadır. İnanamayanlar Chveneburi, Karadeniz Mozaik gibi yayınları dikkate alsın.

Özal’la başlayan özelleştirme ideali günümüzde “Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim.” sapkınlığına dönüşmüşken; bu fırsatı elden kaçırmak istemeyen yabancı işadamları elbette ki AB sürecini destekler. Çünkü AB’nin dayattığı reformlara paralel olarak öngördüğü özelleştirme pınarı akarken testilerini doldurmak istemektedirler.

AB üyesi ülkelerin bir kısmı da (Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya başta olmak üzere) şirketlerinin –özellikle savunma sanayilerinin- Türkiye’deki ihalelerden ve özelleştirmelerden pay alması maksadıyla AB’ye üyeliğimizi değil; “üyelik sürecimizi” desteklemektedir. ABD de İsrail’le ortak uzun vadeli Orta Doğu politikalarının selâmeti ve muhalifi AB’nin kontrolü için müttefiki Türkiye’nin üyeliğini desteklemektedir.

Tüm bu bilgiler ışığında hâlâ AB’ye angaje olmak hangi mantıkla açıklanabilir ki?

Kimilerine göre bu bir çağdaşlaşma projesiymiş. Bizim kendi çağdaşlaşma projemiz olamaz mı? Türk milleti, 4000 yıllık medeniyetinden ve kendi kaynaklarından beslenerek bir çağdaşlaşma projesi hazırlayamaz mı? Kendimize haksızlık ve hakaret etmeye vicdan sahibi kimsenin hakkı yoktur.

Bazıları da meseleyi Yüce Önder’e fatura ederek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Atatürk, muasır medeniyet seviyesi, ifadesinde “Batılılaşmalıyız” dememiş; her alanda gelişip ilerlemeyi hedef göstermiştir. Batı’nın sadece ilmini ve fennini almamız gerektiğini; gerisinin bizde zaten tüm zenginliğiyle var olduğunu her fırsatta tekrar etmiştir. Bağımsızlığımızdan ve değerlerimizden vazgeçmemizi değil; korumamızı salık vermiştir. İthâl emelleri için Yüce Önder’i kullanmak da kimsenin haddine değildir.

Yazımın başında da ifade ettiğim gibi; AB, anayasa buhranından beri kendini ve geleceğini daha fazla sorgular oldu. AB üyesi ülkelerde yapılan anketler, birlik içindeki sıkıntıları ve hoşnutsuzluğu ifade etmektedir. İngiltere’nin resmî para birimi olarak kabul etmediği Avro, yapılan kamuoyu yoklamaları neticesinde özellikle Almanya ve İtalya’da ciddî bir hoşnutsuzlukla karşılanıyor.

Gümrük Birliği’nin bizi getirdiği iktisadî sonuç ortada. Üçüncü ülkelerle ticarî ilişkilerimiz dahi AB’nin iznine bağlı. Müzakere Çerçeve Belgesi’ne göre artık üçüncü ülkelerle bütün alanlardaki ilişkilerimiz Brüksel tarafından Birlik Müktesebatına göre belirlenecek. Bu çerçeve belgeye göre, Türkiye Maastrciht Kriterleri’ni yerine getirdikten sonra (üye olmadan) Avro’yu resmî para birimi olarak kabul etmek zorunda. Güney Kıbrıs’la ilişkilerimizi normalleştirmeli, yani; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni adanın tek ve meşru yönetimi olarak tanımak mecburiyetindeyiz. Sınır sorunlarımızı (Ermenistan ve Yunanistan’la ilgili) barışçı ve uzlaşmacı (!) bir tavırla çözmeliyiz. Düşünce ve ifade hürriyeti sınırlarının alabildiğine genişletilmesi isteniyor. Bu suretle Hırant DİNK, Orhan PAMUK, Yaşar KEMAL, Leyla ZANA, Osman BAYDEMİR nev’ine gün doğması da çerçeve belgesinde adı konmamış ama şifa hem sürekli dillendirilen talepler arasında. Azınlıklara hak ve özgürlük verilmeli. Müzakere Çerçeve Belgesi’nde bu konuyla ilgili olarak özellikle Güney Doğu sorunu ifadesi kullanılmak suretiyle PKK-KADEK terörünün siyasallaştırılmasına atıfta bulunulmaktadır. Azınlık vakıflarının mallarının iadesi ve Heybeliada Ruhban Okulu meselesi de bu kapsamda değerlendiriliyor. Birliğin “hazmetme kapasitesi” ve müzakerelerle ilgili “açık uçluluk” ibaresi de belgenin diğer dikkat çekici ve olumsuz noktaları.

Yukarıdaki paragrafta saydıklarım zaten aşikâr. Ama bu AB meselesinin 1990’larda ivme kazanmasının hikmeti ne ola ki? Hafızalarımızı biraz yoklarsak; Sovyetlerin yıkılışını takiben oluşan Türk Birliği fırsatı, şahsî mensubiyetini kendisi sorgulayan dönemin Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL tarafından ideal olarak benimsenmişti. ÖZAL elbette ki Türk milliyetçisi değildi ama onun fikir babaları bu yönde tavır almasını emretmişti. O dönemin Başbakanı ve sonra Cumhurbaşkanı DEMİREL de aynı noktadadır. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde 60-65 yıl emperyalist düşman olarak bellenen ABD’nin bu bölgedeki yer altı kaynaklarına ve stratejik noktalara hakim olabilmesi için bölgeye, “Ağabey Türkiye’nin” arkasında “Hamili kart, yakınımdır.” yazılı kartvizitiyle ulaşması en kolay yoldu. Bu yüzden bazı siyasîlerimiz bir anda Türk milliyetçisi kesiliverdi. ABD ve saz heyeti bunun bir risk olduğunu değerlendirerek; baş rolü bizzat oynamaya karar verince, Türkiye’nin rotasını AB’ye çevirmesi yönünde siyaset yapmaya başladılar ve bu sayede AB içerisinde İngiltere ve İspanya’dan sonra üçüncü bir Truva atı olmasının küresel ve bölgesel stratejileri açısından daha yararlı olacağını düşündükleri Türkiye’nin AB üyeliğini her fırsatta ve vasıtayla desteklemeye başladılar. Türkiye’nin Türk cumhuriyetleriyle kuracağı bir birlik, Batılıların tarihî politikalarının iflâsı ve misyonlarının sonu anlamına gelmektedir. Bu durum ne Avrupalıların ne de ABD ve stratejik ortağı İsrail’in işine gelir. İşte tüm mesele budur! Mesele, Türk güneşinin tutulması tehlikesidir.

Hafızamızı yoklayıp açık istihbarat yöntemiyle bu ayan beyan gerçekleri hatırladıktan sonra, kendine “Türk” diyen; tarihine ve torunlarına karşı biraz da olsa sorumluluk hisseden hangi akıl ve vicdan sahibi AB üyeliğini destekliyor?

 

Orkun'dan Seçmeler