Ana Sayfa 1998-2012 CAMBAZA BAK!

CAMBAZA BAK!

“Temizlik îmândan gelir.” sözünü her işittiğimde, etrâfımızdaki insanların “îmân” eksikliğini, kalbimi ortasından çizip geçen bir sızı hâlinde hissederim. Temizliğe kaynak olarak gösterilen din, eğer “İslâm” ise –ki, öyledir-, bu ülkenin nüfûsu hakkında: “yüzde doksan dokuzu Müslüman.” bilgisi yanlış verilmiş. Çünkü, bu memleketin sokaklarında dolaşan âdemoğlu ve havvakızlarının yüzde doksan dokuzu temiz değil!

Bir de, “temizlik îmânın yarısıdır.” buyuran söz var. Hesâbı buradan hareket ederek yaptığımızda da, Türkiye’nin Müslüman sayısı, resmî istatistikleri doğrulamıyor.

Çok fecî ve marazî bir manzara, sokak ve caddelerimizi esir almış. -Af buyurun- tükürük ve balgama basmadan yürümek imkânsız hâle geldi. Çöp kutularına bomba atmayı alışkanlık şekline soktuğumuz için mi bilmiyorum, eskiden pek bol olan çöp koyma mekânları, iyice azaldı. Ama, vatandaşımızın bundan yana aslâ sıkıntısı ve de şikâyeti yok. Ağzını, burnunu, elini, çantasını, arabasını, kucağını; her ân, her yer ve zamanda kolayca boşaltıveriyor.

Yıllarca, okullarımızda, Türk milletinin Dünyâ’ya temizliği gösteren ve öğreten bir millet olduğunu okuttuk. Mendili, ütüyü, hamamı, kanalizasyonu ve daha nice temizliğe açılan kapıyı, Türklerin bulduğunu ders konusu yaptık ama, bunları günlük hayâta geçiremedik.

İmam, câmie çıplak ayakla girerse; öğretmen, öğrencilerinin gözü önünde sigara içer ve izmaritini yere atarsa ve de siyâsîlerin ağzından çıkan kelimeler kulak kirliliğine yol açarsa, bizim temiz olduğumuza kim inanır? Demek ki, “mâzî kalbimde yar adır.” derken, farkında olmadan deterjan kullanmışız…

Uzun zamandır harcanan çabalar, semeresini verdi ve artık dinî bayramlar Türkiye’de “baldır-bacak turizmi”nin hegemonyasına girdi. Gazete ve televizyonlarda, dinî bayramlar vesîlesiyle hangi dansöz büyüğümüz(!)ün, hangi mekânı şereflendireceği anlatılıyor.

Akrabâ, hasta, kabir ziyâreti; yoksula, muhtâca uzatılacak şefkat eli gibi bayram âdetlerimiz, yerini turizmi içte ve dışta patlatacak(!) tufeylî hareketlere “kurbân” edildi.

Çok uzun vâdeli bir kozmopolitleştirme programının son bölümlerine gelindi. Yakında, Dünyâ arenasında “Türkiye” diye bir ülke kalmayacak. İşte o zaman; adı da, kendi de olmayan bir vakitlerin Türkiye’sini AB’ne alacaklar. Bilmeyenlere duyurulur…

Bugün karşısında selâma durulanlar, yarın paçavra misâli ayaklar altında çiğnenmeyeceklerinden emîn midir? Çok uzağa gitmeden, Saddam Hüseyin’in âkıbeti, bu hususda oldukça mânâlı fikir ve ipuçları veriyor. Bu yüzden; hem siyâsî, hem de ekonomik yönden ibret alınacak levhalara, hayat sahnelerine zaman zaman bakmak gerekiyor. Tıpkı, arada bir mezarlıkların yanından geçmek gibi…

Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durum, rahmetli Mümtaz Turhan’ın bahsettiği “kültür değişmeleri” sınırını çok aştı. Artık, elimizde değişecek bir kültür falan kalmadı. Şimdilerde yaptığımız, dâimî bir kokuşma ameliyesidir. Bir vakitler, bize has kültür değerlerimiz vardı. Hepsini, ucuz bahâya haraç-mezad sattık. Yerine ne mi koyduk? Kırmızı slüetli Noel Baba kılıkları… Çarşıda, pazarda, kuru yemişçilerin önünde bile Noel Baba bekliyor. Bayramlarımızı festivale çevirdiğimizden beri, kilisede namaz kılmaya çalışıyoruz…

Dışişleri Bakanı’mız, “AB buhran geçiriyor.” demiş. Bu kanaate varmasının sebebi de, Türkiye’ye AB tarafından takınılan “askıya alma” tavrı. Ee, ne diyelim? Günaydın! Lâkin, bunu hafife almak yerine, hayırlı bir gelişme saymak lâzım. Türk hâriciyesinin tepesinde, bu düşünce çizgisine gelinmesi, hiç de basit ve sathî özellikler taşımıyor. Türkiye’nin istikbâlinin bu bakış açısında olduğu, unutulmamalıdır.

Tabiî ki, bunlar, sâde bir Türk vatandaşının gönlünden geçenler. Yine de, insan şu soruyu sormadan edemiyor: “AB buhran geçiriyor ise, Türkiye’yi niye oraya doğru zorla yöneltiyorsunuz?” Öyle değil mi?

Bunca zahmetin, aşağılanmanın, haysiyet krizlerine girmenin, horlanmanın bizi götüreceği nokta, buhran geçirmekte olan bir AB ise; bu yolda işimiz ne? Hâlâ niye tam gaz o hedefe doğru vites büyütüyoruz?

Mâdem ki, AB’nin sağlıksız bir yapıda olduğu öğrenilmiştir, hemen tornistan edilmelidir. Zâten Türkiye’nin hakikî sevdâlıları, bu neticeyi çok önceden görmüşlerdi. Bunca zamandır boşa kürek çekmenin verdiği yorgunluğu, ancak AB defterini bir daha hiç açmamak üzere kapattığımızda giderebiliriz. Aksi takdirde, “hem ağlarım, hem giderim.” nakarâtını seslendirmeye devâm ederiz.

AB’ne, “Hristiyan Klübü” diyenleri “ti”ye almadık mı? Onları gericilikle, yobazlıkla, dinci(!) olmakla ithâm etmedik mi? Şimdi geldiğimiz durağın fotoğrafında ne görünüyor? Koskoca bir “Papa” slüeti. Evet, Türkiye’nin sağlığı, âfiyeti, selâmeti bakımından bu fotoğrafı görme, deşifre etme zamânıdır. Yoksa, hayıflanarak geçireceğimiz yarınlar, yakamıza çok kötü yapışacak.

Istanbul’da, Ermeni Patrikhânesi’nin finanse ettiği bir gazetenin yayın müdürlüğünü yapan ve aksi hâlâ kulaklarımızda çınlayan; Türk’e, Türklüğe ve Türkiye’ye hakâret dolu sözleri yüzünden mahkemelere düşen bir T.C. vatandaşı Ermeni öldürüldü.

Ölenin arkasından “bed-kelâm”da bulunmak, her şeyden önce Müslüman akâidine uymaz, sonra da Türk âdâbına. Lâkin, ortada tahrîk dolu bir manzara peydahlandı ki, akâid ve âdâbın ruhsat verdiği ölçüde konuşmak farz oldu.

Mâlûm Ermeni gazetesinin ve öldürülen Ermeni’nin evi önünde biriken kalabalıklar, öyle sloganlar bağırdılar ki, bunları yutmak, hazmetmek pek mümkün görünmüyor. Neymiş, “Bugün hepimiz Ermeni”ymişiz! “Hepimiz Hrant”mışız! Bu memleket, asîl(!) ve büyük(!) bir mensûbunu kaybetmiş. O, taşıdığı fikirlerin kurbânı olmuş(!)

Yâni, birileri “dem, bu demdir.” diyerek koroyu kurmuş, ha bire salvo atıyorlar.

Elbette, kimsenin bu şekilde öldürülmesini tasvîb etmiyoruz. Elbette, bu ve benzeri bütün cinâyetleri takbîh ediyoruz. Ama, henüz soruşturması bile tamamlanmamış bir hâdisenin ateşini başka yerlere sıçratma gayretleri, mes’elenin, daha başından beri büyük organizasyon erbâbına sipâriş edildiğini gösteriyor. Yakalanan zavallı; bu işin hesâbından, kitâbından hiç, ama hiç anlamayacak kâbda olduğunu, dünyâ-âleme belli etti.

Türkiye’nin, Kerkük hesapları yaptığı bir zamanda, “cambaza bak!” diye bize ipi gösterenler, kıs kıs gülüyorlar…

 

Orkun'dan Seçmeler