Şu anda; elimde, memletimizin en çok okunan günlük gazetelerinin birinin “DEV YAZAR KADROSU” başlıklı haberi veren fotoğrafı var. 26 kişilik bu resimde kimler yok ki? Altmış sekiz kuşağı denilen 5-6’sı komünist, 4-5’i sosyalist, 3-4’ü tufeyli entel, 5-6’sı her yanlı yazar, 2-3 tane de millî kültürden yana görünme çabasındaki insanlar. Bu resme bakarken kulaklarım da çınladı; görevlerinin dışına çıkarak eylemde bulunmayı kendileri için hak sayıp, Devletimize ve nizamlarına karşı başkaldıranlara yardımcı olduklarını düşünmeden, “F Tipi cezaevleri ve ölüm orucu sorunları”nı çözmeye soyunan ara bulucu aydınlar(!)ın, hapisdeki anarşist-komünist eşkiyalar için “İÇERDEKİ ARKADAŞLAR” şeklindeki hitaplarını hatırladım. İşte, yazılı basınımızın ve sözlü basın denilen özel televizyonların aynası bu…
Türk milliyetçisi Türkçüler, vatanlarını-milletlerini-devletlerini-dillerini ve bayraklarını çok sevdikleri için, onları her şeyden ve herkesten kıskanırlar, üstlerine titrerler ve onlara yapılan ihanetleri unutmayıp fişlerler.
İşte, yazılı ve sözlü basının aklımıza gelen ihanetleri;
İSRAF EKONOMİSİNİ ÖZENDİRMEK, kamçılamak, millî sanayimizin gelişmesine engel olacak boyutlarda Avrupa’nın süprüntüsü çanak-çömlek ve tabak-bardak çöplüğünün yurdumuza taşınmasına öncülük etmek, birbiriyle yarışırcasına, gazeteciliği bırakıp; arabadan ütüye, süpürgeden tencereye kadar aylar sonra verilecek tüketim mallarını pazarlamak için, sayfalar dolusu renkli reklâmlarla, kâğıdımızı, mürekkebimizi ve emeğimizi israf eden ve bunların masraflarını halkımızdan zam olarak geri alanlar, insanımıza “YERLİ MALI KULLANMA” ve “TASARRUFTA BULUNMA” gibi faydalı hiçbir teklifte bulunmayanlar.
“TÜRK KÜLTÜRÜNE HİZMET YERİNE YABANCI KÜLTÜR” TELLALLIĞI YAPAN, insanımızın, sosyal hastalıklardan kurtulması için hiçbir öneride bulunmayan, “DİLİMİZİN KORUNMASI” görevini, ters yönde uygulayan, “konuşma dili”nin ayrı, “yazı dili”nin ayrı olduğunu görmezden gelen, “yabancı dilde eğitim”i, “yurt dışında eğitim”i, “paralı eğitim”i özendiren, kişi başına kitap sayısında; Brezilya ve Tayland’ın önünde ve bütün dünyanın arkasında, sondan üçüncü olmamıza sebep teşkil eden,
TÜRK İNSANININ EĞİTİMİNE, SAĞLIĞINA VE EKONOMİSİNE HİÇBİR KATKI SAĞLAMAYAN çirkin haberleri, yasadışı davranışları, saçma-sapan düzensiz, seviyesiz magazin programlarını, insanlarımızı birbiriyle kapıştırıp dövüştürerek amacına ulaşan tartışmalı programları, edep dışı çıplak kadın kültürüne hizmetleri, verdikleri haberlerin doğuracağı mes’uliyetten habersiz, kendi görüşü uğruna başkalarının fikirlerini saptırarak ahlâka uymayan davranışları, meslek ilkelerinin temel kurallarından biri olan “CEVAP VE DÜZELTME HAKKI”nın kullanılmasında dürüst davranmayan, bu seviyesiz programlarla, eğitimsiz halkımızı sabahlara kadar köy odalarında ve kahve köşelerinde üretimden alıkoyarak, elektrik tüketen topluluk hâline getiren,
SOYTARILIK YAPANLARI “SANATKÂR” OLARAK TAKDİM EDEN, TELEVOLE KÜLTÜRÜNÜ EGEMEN KILAN mesleklerini ve varsa sanatlarını muzır siyasî görüşlerine âlet eden, Türk varlığına saldıran dış düşmanlardan farksız “Globalleşmek” sözcüğüne sığınarak “BÖLÜCÜLÜĞÜ TEŞVİK” eden, millî niteliğini kaybeden basınımızı tüccar ve bankacı patronlarının emrine sokan köşe yazarları ile yöneten, gazete sayfalarını ve televizyon ekranlarını, ülkemizi ayakta tutan temel değerlerin karşısına çıkaran, kazanç, rekabet (raiting), sıradan izleyicileri eğlendirmek gibi niyetlerle insanımızı mahkûm eden, şiddet ve vahşeti, pespaye duygusallığı, ahmakça güldürüleri, berbat filmleri, saçma-sapan söyleşileri, psikolojik istismarı, yarım yamalak yarışmaları, göbek danslarını, akla hayâle gelmeyen en yavan şovları sergilemek.
RÜŞVET ALANLAR ve müesseselerde “basın danışmanı” unvanına bürünerek “RÜŞVET DAĞITANLAR”, bu aziz miletin sırtından bedava seyahatlere, beleş ziyafetlere bayılan, kendine bu imkânları verenlere “yağcılık” yaparak borcunu ödeyen, fakat ihmale uğradığında, her şeyi unutan, ŞANTAJCILIĞI DAİMA TEHLİKELİ SİLÂH OLARAK YANINDA TAŞIYAN, çuvaldızı kendisine hiç batırmayan, meslek politikasını “- bir malzeme bul, onu palazlandır, sonra da otur bir güzel ye.” şekline dönüştüren, bilgilerini ve görüşlerini halka ve basına değil, ancak devletin alâkalı birimlerine gizli şekilde ulaştırmakla görevli MİT müsteşarının münasebetsiz açıklamalarına destek veren vs…
Bu listeyi uzatmak, hepimizin bildiklerini tekrar etmektir.
Ayrıca, bu hataların tohumları da, çok eskilere dayanmaktadır. Geçen yüzyılda yaşamış Bâb-ı âli’nin “Malûmat” adlı haftalık dergisinin sahibi Mehmet Tahir Bey, Terkos gölünden İstanbul’a su verme hakkını elinde tutan Fransız şirketinden her ay aldığı rüşvet kesilince, dergisinde; “göle domuz düştü”, rüşvet yenilenince de “domuz vurulmuş, ama göle düşmemiş, hemen sahilde gebermiş” demişti.1
Sayıları az da olsa, bu yanlış davranışlara uymayan, yazılı basın mensuplarına, öncelikle TRT ve bazı ciddî kanallarda görev yapan derli toplu insanlarımıza ve sanatkârlarımıza şükranlarımızı arz ederim. Diğerlerinin de, kendilerine bir çeki-düzen vermek durumunda olduklarını hatırlatırım. Gazetecilerimizin CEMİYETLERİNİN, REKABET KURULLARI’nın, BASIN KONSEYLERİ’NİN, RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULLARI’nın yeterince ve gerektiği kadar tesirli olmadıkları meydandadır. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli’nin, medya sahip ve mensuplarını sorumlu yayın yapmaya çağırarak “- Olumsuz gidişe dur diyemezsek, mesleğimizi tanıyamaz ve sahip çıkamaz duruma düşebiliriz.” uyarısı, acaba; çok geç kalmış bir özür değil midir?
En köklü ve keskin çözüm ise; yarım asır önce Necip Fazıl’dan gelmişti; “- Memleketimizi ve milletimizi hain basının ihanet zincirinden kurtarmak için Bâb-ı Âli’nin etrafını sekiz metrelik dere ile çeviriniz (o yıllarda uzun atlama Türkiye rekoru 7.5 mt. idi.), su ile doldurunuz, içindeki eski eserleri yangından koruyacak madde ile boyayınız, sonra; petrol sıkarak ben dahil yakınız.” demişti. Peyami Safa Bey sağ olsaydı, bize konuşmak mı düşerdi?
Netice olarak TEDBİR; MİLLÎ BİR YAZILI VE GÖRSEL BASININ OLUŞMASINI temin çalışmalarına devlet ve millet olarak derhâl girişmektir. Ayrıca; kültürel konularda, Türk dünyasının iyi tanınmasında ve siyasî gelişmelerle ilgili haberlerin kamuoyuna doğru yansımasında, çok GÜÇLÜ BİR TÜRKÇÜ TELEVİZYON VE GÜNLÜK GAZETENİN İHTİYACI KAÇINILMAZ HÂLE GELMİŞTİR.
Çünkü; bu gidişimiz, önümüzü görmeden yürümektir.
Tanrı Türk’ü Korusun.
1- Hürriyet, Murat Bardakçı 12.01.2001


