BALKANLAR1, gerek geçmişte gerekse günümüzde, Avrupa’nın güvenliği ile doğrudan ilgili bir coğrafya özelliğine sahip olmuştur. Geçmişte, doğudan gelen akınları ve istilâları ileride karşılama açısından; günümüzde ise daha çok içerdiği istikrarsızlık ve krizler nedeni ile Avrupa’nın güvenliğini yakından ilgilendirmiştir. Yer altı kaynakları bakımından da zengin olan Balkanlar, Avrupa’nın güvenliği ve bütünleşmesi bakımından önem arz eden stratejik bir işleve sahiptir2. Bu nedenle Balkanların bütünüyle veya büyük ölçüde güçlü bir ülkenin kontrolü altına girmesi, o ülkeye bu coğrafyada etkili olma imkânı verecektir.
Balkanların geçmişten gelen ve günümüzde de aynı şekilde anlamını koruyan özelliğinin dışında, Karadeniz ve Ege Denizi ile birlikte Orta ve Doğu Akdeniz’i kontrol edebilen coğrafî konumu da dikkate alındığında; Hazar bölgesi enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara taşınması konusunda doğrudan etkili olma imkânına da kavuştuğu söylenebilir. Dolayısıyla, hem enerji kaynaklarının sahibi olan ülkeler, hem de bu enerji kaynaklarına bağımlı olan ülkeler açısından Balkanların arz ettiği önemi vurgulamak yanlış olmayacaktır. Bu durumu özellikle gelişmiş sanayileri nedeniyle enerji ihtiyaçları sürekli artma eğilimi gösteren Batı Avrupa ülkeleri açısından da görmek gerekir3.
AVRUPA’DA GENİŞ BİR SİYASÎ BİRLİK OLUŞTURMA ÇALIŞMALARI
Son on dört yıllık süreç içerisinde dünyada gelişen olaylar, çok yönlü bir toplum mühendisliği çabalarının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Kafkasya– Orta Doğu– Balkanlar üçgeninde yaşanan bu olayların, hegemon bir güç hâline gelme yolundaki küresel projelere zemin hazırladığı yolundaki tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu dönemde; Sovyetler Birliği’nin dağılması, Irak’ın Kuveyt’i işgali, Azerî-Ermeni Savaşı, Yugoslavya’nın dağılması, Bosna ve Kosova’da savaş, Balkan ülkelerine yönelik bölgesel yakınlaşma süreci, Afganistan’ı kontrol çalışmaları, Kafkas hinterlandı ve enerji koridorlarının korunması ve nihayet Irak’a müdahale ve Doğu Akdeniz’de hâkimiyet kurma çabaları gibi dünya gündemini sürekli meşgul eden olaylar meydana gelmiştir.
Yine bu dönem içerisinde “Küreselleşme” adı verilen “modern sömürgecilik” ideolojisinin yaygınlaşması yolunda önemli adımlar atılmış/atılmaktadır. ABD ve AB’nin öne sürmüş olduğu yol ve yöntemlerin, farklı ortam ve kültürlerde beklenen sonuçları ortaya çıkarması mümkün değildir. Ancak burada çok önemli bir soru da ortaya çıkmaktadır ki, o da Küreselleşme karşısında refah içinde ve demokratik bir topluma ulaşmanın başka yollarının neler olduğu yolunda alternatif çözümlerin üretilmesidir. Sanırız burada sığınılacak önemli alternatif yollardan birisinin ulusal kimliğin muhafazası çerçevesinde farklı kültürel temellerden hareketle bölgesel gelişim ve uzlaşma modellerinin ortaya konulabileceği şeklindeki çözümler olduğudur.
Küreselleşme, 11 Eylül’den sonra yeni bir döneme girmiştir. Gelişmesini sağlamış ve refah dünyasının belkemiğini oluşturan ABD ve AB arasındaki ilişkilerin dengesi, Dünya Ticaret Teşkilâtı’nın yeni bir görüşme turu ve Çin’in üyeliği ile öneminin artması, uluslararası terör sorunu, gelişmekte olan ülkeler kaynaklı ekonomik ve siyasî istikrarsızlık dalgaları, göç hareketleri ve Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya üçgenindeki güvenlik sorunları gibi etkenler, daha güçlü bir Avrupa gereğine işaret etmiştir4.
Geçmişte Avrupa, emperyal ve sömürgeci yapılanmanın etkisi ile dünyanın merkezi ve dünya karalarını hâkimiyet altında tutabilme konumuna gelebilmişti5. Avrupa, uzun yıllar içerisinde kazanmış olduğu bu hâkimiyete yine kendisi son vermiştir. 20. yüzyılda meydana gelen iki büyük dünya savaşının sonunda, bu hâkimiyet, Avrupa’nın elinden çıkarak Amerika Birleşik Devletleri’ne geçmiştir. Avrupa devletleri arasındaki sömürgeciliğin meydana getirdiği rekabet olgusu, bu savaşların ortaya çıkmasına ve hâkimiyetin kaybedilmesine neden olmuştur. Avrupa’nın dünya hâkimiyeti serüveni, bir organizasyon veya bir güvenlik şemsiyesi altında meydana gelmediği için plânlı bir şekilde gelişmemiş ve bu nedenle çabuk çözülmüştür.
Böyle bir tecrübe, Avrupa ülkelerinin bundan sonra daha temkinli adımlar atmasına neden olmuş, Avrupa Birliği ve Avrupa Birleşik Devletleri’ni meydana getirme girişimleri uzun bir zamana yayılmıştır. Avusturyalı Kont Coudenhove Kalergi, 1923 yılında Avrupa Birleşik Devletleri’nin kurulması doğrultusunda bir çağrı yapmış, Winston Churchill de 19 Eylül 1946 tarihinde Avrupa Birleşik Dev letleri’nin kurulmasını gündeme getirmiştir6.
Avrupa ülkeleri, soğuk savaş dönemi ile birlikte geçmiş hatalarını yeniden gözden geçirme fırsatı yakalamışlar ve bu yönde çalışmalarını geliştirmişlerdir. 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD ile Sovyetler Birliği arasında sıkışmış bir görüntü vermeye başlayınca birleşme yolundaki ilk adımlar atılmıştır. Önce ekonomik bir birlik, ardından sosyal, kültürel ve son olarak siyasal birliktelik sağlanmaya çalışılmış/çalışılmaktadır. Batı Avrupa’da tam bir birlik sağlandıktan sonra Kuzey, Orta ve Baltık ülkelerinin de katılımı ile genişleme sürdürülmüştür.
Bugün Avrupa’da tam mânâsı ile bir siyasal birliktelikten söz edebilmek için Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin de bu birlik içerisine alınması gerekmektedir. Bu nedenle son dönemde bu yöndeki çalışmalara hız verilmiş, Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin de birlik ile entegrasyonu sağlanmaya çalışılmıştır.
BALKANLAR’DA İŞBİRLİĞİNİ GELİŞTİRME ÇABALARI
1980’li yıllarda “Yeni Dünya Düzeni” diye bir siyasetten söz edilmeye başlanmıştı. Buna göre, önümüzdeki zamanlarda insan hakları, sivil toplum örgütlerinin insan hayatını yönlendirmesi, uluslar ve devletler arasındaki ilişkiler konusunda çok önemli adımlar atılması beklenmekte idi. Nitekim Helsinki, Madrid ve Paris Konferansları’nda hazırlanan bu yöndeki sonuç belgeleri ortaya konmuştur. Ancak bu siyaset, uygulamada 1991’den bu yana Balkanlarda peş peşe gelmiş olan felâketlerin tümüne seyirci kalmıştır. Boşnak, Hırvat, Sırp ve Sloven olarak 350-400 bin insanın öldürülmesine ve bir buçuk milyon insanın yurtlarından edilmesine mani olunamamıştır7.
1990’ların başlarında Balkanlarda patlak veren savaşlar, komünist yönetimin, farklı uluslar arasındaki tarihî düşmanlığı ortadan kaldıracak olan ortak bir kültürü inşa edemediğini ortaya koymuştur. Bugün bütün Balkan ülkelerinde demokratik yollardan seçilmiş yönetimler mevcuttur ve hepsinin ortak amacı Avrupa kurumları ile bütünleşmektir. Böyle bir bütünleşmenin tek yolu ise aralarındaki işbirliğini sağlamaktır. Bu zorunluluk AB’nin 20-21 Haziran 2003’teki Selânik Zirvesi’nde özellikle vurgulanmıştır. AB’nin bu politika aracının belli ölçüde başarılı olduğu söylenebilir. Meselâ 15 Temmuz 2002’de Yugoslavya, Hırvatistan ve Bosna-Hersek devlet başkanlarının, bölgesel işbirliğini geliştirmek amacıyla üçlü bir zirve düzenlemiş olmalarını, tamamen AB’nin bu konuda izlediği politikanın sonuçları olarak söylemek mümkündür. 1990’lı yıllar boyunca Balkan ülkeleri çok yönlü işbirliği girişimleri içerisinde yer almışlardır. “Orta Avrupa Girişimi” (CEI), “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı” (BSEC), “Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci” (SEECP), “Güneydoğu Avrupa İşbirliği İnisiyatifi” (SECI), “Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı” (SP) buna örnek olarak gösterilebilir. Ancak bunların bazıları pek işlevsel olamamıştır. Balkanların göbeğinde bulunan Sırbistan’da, 2000 yılının sonlarında Milosevic rejiminin yıkılmış olması, söz konusu çok yönlü girişimlerin daha sağlıklı olmasını mümkün kılmıştır. Son üç yılda Sırbistan ve Karadağ’ın da içinde yer aldığı bir çok serbest ticaret ve yatırımların korunması ile gümrük alanında işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır8.
Yine Romanya’da 27-28 Mayıs 2004’te düzenlenen Orta ve Güneydoğu Avrupa Ülkeleri Devlet Başkanları zirvesi de bu girişimlerin neticesinde meydana gelmiştir. 17 ülkeden temsilcinin katıldığı zirvede9, 2004 yılındaki AB genişlemesi ve Orta ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilerin daha geniş ve bölgesel bağlamda ilerletilmesi açısından taşıdığı önem üzerinde durulmuştur. Toplantıda liderler, Birliğin kapılarını, şartları karşılayabilen başta Güneydoğu Avrupa ve Balkan ülkeleri olmak üzere tüm Avrupa ülkelerine açık tutması çağrısında bulunmuşlardır. Toplantıya Arnavutluk, Avusturya, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Macaristan, Makedonya, Moldavya, Polonya, Romanya, Sırbistan-Karadağ, Slovakya, Slovenya ve Ukrayna’nın cumhurbaşkanları katılmıştır. Liderler, AB’nin milliyetçiliğin üstesinden gelme, demokratik değerleri yaygınlaştırma ve ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarını ortadan kaldırmadaki rolünü vurgulamışlar ve Balkanlarda istikrar, bölgesel ulaşım altyapısı, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin geliştirilmesi ve bölgeye yabancı yatırım çekme yolları üzerinde görüşlerini dile getirmişlerdir.
Avrupa Birliği’nin Balkanlara yönelik bu girişimleri ve Balkanların bu girişimlere verdiği cevaplar, Birliğin Doğu’ya doğru genişlemeye ne kadar büyük önem verdiğini göstermektedir.
1) Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı (Stability Pact)
Balkanlar’da yaşayan ulusların tarihinde bölgesel işbirliğinden çok, “bölgesel düşmanlık” söz konusu olmuştur ve bölge ile ilgili olarak genel kanılardan biri de bölgesel işbirliği olmadan, Avrupa’nın bu sorunlu yarımadasında ne siyasî ne de ekonomik istikrarın sağlanamayacağı yönündedir. Avrupa Birliği öncelikle bu genel kanıyı ortadan kaldırmak ve bölgesel işbirliğini geliştirmek amacı ile bir dizi önemli girişimde bulunmuştur. Öncelikle, Bosna ve Kosova krizlerinin ardından Almanya’nın öncülüğünde 10 Haziran 1999’da Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı (Stability Pact), bir diğer deyişle “Balkan Paktı” kurulmuştu. AB genişleme sürecinde bu paktın çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Böyle bir paktın Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi’nde tartışılması ve kurulması, Avrupa’nın Balkanlar politikasının etkin bir şekilde takip edileceğini göstermiştir10.
Avrupa Birliği 1990’lı yıllardaki hazırlıklarının ardından 1999 yılında Balkan Paktı’nı gündeme getirdi. Bu tarihte yeni bir Balkan politikası formüle edildi ve 1999 yılı ortalarında uygulamaya konuldu. 17 Mayıs 1999 tarihinde, Avrupa Birliği Genel İşler Konseyi, Balkan ülkeleri için bir İstikrar Paktı’nın oluşturulmasına karar verdi. Bu İstikrar Paktı’nın amacı, anlaşmazlıkların çözümünün ardından Balkanlarda bir açık ticaret bölgesinin kurulması, ekonomik bir canlanmanın sağlanması ve Avrupa Birliği ile yeni ikili anlaşmaların imzalanmasını içeriyordu. Avrupa Komisyonu, 26 Mayıs 1999 günlü toplantısında da Balkan ülkeleriyle bir dizi ikili anlaşma yapma kararını aldı. 3 Haziran 1999’da Köln’de yapılan Avrupa Bakanlar Konseyi toplantısında, Balkanlara ilişkin İstikrar Paktı projesi onaylandı ve uygulamaya kondu.
Bu pakt, Balkanlar için bir “Marshall Planı” olarak değerlendirilmektedir. Avrupa Konseyi’nin 26 Mayıs günlü toplantısında yalnızca Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Federal Yugoslavya Cumhuriyeti bu proje kapsamında düşünülüyordu. Ancak projenin kapsamı daha sonra genişletilmiştir. Avrupa Bakanlar Konseyi’nin 3-4 Haziran 1999 tarihlerindeki Köln’de yapılan toplantısında, İstikrar Paktı için bir Özel Koordinatör atanması kararlaştırıldı. 10 Haziran 1999’da Köln’de çok önemli bir toplantı daha yapıldı. Avrupa Birliği’ne üye devletlerin dışişleri bakanları, Avrupa Komisyonu temsilcileri, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Macaristan, Romanya, Rusya Federasyonu, Slovenya, Makedonya, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nin dışişleri bakanları, AGİT Başkanı ve Avrupa Konseyi temsilcisi burada bir araya geldiler. Bu toplantıya, Kanada ve Japonya temsilcileri ile NATO, OECD, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların temsilcileri de katıldı. Toplantı sonunda bir ortak metin yayınlandı. Yalnızca Türkiye’nin değil, aynı zamanda Balkanların tümünün geleceği açısından son derece önemli olan bu metin, Türkiye’de fazla tartışılmamıştır. 30 Temmuz 1999 günü de bu ülkelerin devlet ve hükümet başkanları Saraybosna’da bir araya geldiler ve Balkan Paktı ile ilgili yeni bir ortak bildiri yayınladılar. Uluslararası Çalışma Örgütü ise 21-22 Ekim 1999 tarihlerinde Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da 9 ülkenin işçi, işveren, hükümet temsilcilerinin katıldığı bir toplantı düzenledi. Bu toplantıda da Güney Doğu Avrupa için İstikrar Paktı’nın desteklenmesi kararlaştırıldı. Avrupa Birliği, böylelikle uluslararası paylaşımda, Balkanları da kendi denetimi altına almış oluyordu. Bununla birlikte bölgenin ekonomik ve sosyal düzeyinin homojen bir yapıya sahip olmaması, bölgede ortak bir stratejinin belirlenmesini de zorlaştırmıştır. Bu açıdan Balkan ülkelerinden AB ile entegrasyon için ulus-devlet anlayışını bir tarafa bırakmaları ve küreselleşme değerlerini benimsemeleri istenmiştir.
2) Selanik Zirvesi
Avrupa Birliği ile üyeliği gündemde olan Balkan ülkelerinin liderleri arasında Yunanistan’ın Selanik kenti yakınlarında 20-21 Haziran 2003 tarihinde bir zirve yapıldı. Bu Avrupa Birliği doruğunun kapanışında, Arnavutluk, Hırvatistan, Bosna, Makedonya ve Sırbistan-Karadağ’a, Avrupa’nın geri kalanıyla siyasî ve ekonomik bağlarını güçlendirmek amacıyla yardımların artırılacağı sözü verildi.
Avrupa Birliği, Balkanlarda meydana gelen savaşların ve husumetlerin izlerini ortadan kaldırabilmek amacı ile bu ülkeleri her fırsatta bir araya getirmeye çalışmakta ve birlik içerisinde ortak yaşamın sindirilmesi hazırlıklarını yapmakta idi.
Bir taraftan Balkan ülkeleri arasında işbirliği yolları aranırken diğer taraftan da Avrupa Birliği içerisinde AB’nin doğuya yönelik genişleme ile birlikte Avrupa toplum yapısının uğrayacağı erozyona da yoğun bir şekilde dikkat çekilmekte idi. Buna rağmen Avrupa ülkelerinde, “Avrupa hegemon bir küresel güç hâline gelmek istiyorsa, sosyal ve toplumsal endişeleri ayrı bir platformda tartışması, siyasal politikaları içerisinde tartışmaması gerekir” düşüncesi, daha baskın bir görüş olarak kendini göstermektedir.
Selanik zirvesinin en dikkat çekici konularından birisi de Balkan ülkelerine yönelik ilginin somut projelerle güçlendirilmesi olmuştur. Kendisi de bir Balkan ülkesi olan Yunanistan, dönem başkanlığı avantajını da kullanarak 5 Batı Balkan ülkesiyle (Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya, Sırbistan-Karadağ, Hırvatistan) zirve içinde zirve düzenlemiştir.
Avrupa Birliği Balkan ülkelerini birbirine yakınlaştırmaya çalışırken, bazı ülkeler ise kendilerini Balkan ülkesi olarak görmemektedirler. Hırvatistan ve Slovenya kendilerini Balkan ülkesi olarak kabul etmemişlerdir. Bunlar artık, “Balkan ülkesi değiliz” diyorlar. “Biz, Orta yahut Güney Orta Avrupa ülkesiyiz” demektedirler. Bu ülkeler kendilerini Balkanlardan soyutlamış durumdadırlar. Kendilerini bu şekilde kabul etseler de etmeseler de bu ülkeler de Avrupa Birliği içerisinde yer alacaklardır. Yakın gelecekte Romanya ve Bulgaristan’ın da AB’ne gireceğine kesin olarak bakılmalıdır. Bugün için sürpriz gibi görünmüş olsa bile, uzun vadede yeni Yugoslavya’nın da AB dışında bırakılmayacağına inanılmalıdır. Geriye Bosna-Hersek, Arnavutluk, Makedonya kalmaktadır. AB dışında kalacak olan ülkeler de AB’nin ekonomik etkisi içinde kalacak bir bölge içerisinde tutulacaklardır. AB’nin önümüzdeki 20 yıl içinde daha da bütünleşerek konfederal bir devlete dönüşeceği varsayımından hareketle bu şekilde söylemek mümkündür.
AB’nin ikinci genişlemesinden sonra, AB dışında kalan Avrupa ülkeleri, Ukrayna, Moldova, Beyaz Rusya, Rusya, Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya ve Türkiye olacaktır. Bu hâli ile Avrupa Birliği, kuzeyde Baltık Denizi’nden güneyde Doğu Akdeniz’e kadar uzanırken, doğuda Beyaz Rusya, Rusya Federasyonu, Moldova ve Ukrayna, güneydoğuda ise Türkiye ile komşu olacaktır. Bu kıtasal coğrafya, AB için çok olumlu bir jeopolitik çerçeve oluşturmaktadır. Rusya’nın tehdit oluşturmadığı, Balkanlardaki savaşların kontrol altına alındığı bu jeopolitik, AB’nin iç ve dış politik gelişimini sürdürmesi, süper devletin inşası için gerekli bir ortamdır11.
DİPNOTLARI
1- Balkanlar, Avrupa’nın güneydoğusunda yer alan, yüzölçümü yaklaşık, Türkiye kadar olan bir yarımadayı ifade etmektedir. Doğusunda Karadeniz, Marmara ve Ege Denizi, güneyinde Akdeniz ve batısında Adriyatik Denizi vardır. Bazı coğrafyacılar kuzeyini Tuna ve Drava Nehirleri ile sınırlandırırken, bazıları da Karpat Dağları’na kadar uzatmaktadırlar. Balkan ülkeleri kavramı ise bu yarımadada ve yarımadaya komşu coğrafyalarda yaşayan ülkeler için kullanılır. Bugün bu coğrafyada Türkiye, Yunanistan, Arnavutluk, Makedonya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan, Kosova, Slovenya ve Romanya devletleri bulunmaktadır. Bkz. Kemal Karpat, “Balkanlar”, İslâm Ansiklopedisi, V, TDV Yay. İstanbul, 1992, s.25.
2- İhsan Gürkan, “Jeopolitik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye”, Balkanlar, Orta Doğu ve Balkan İncelemeleri Vakfı Yay., 1997, s.263.
3- Osman Metin Öztürk, “Türk Dış Politikasında Balkanlar”, Balkan Diplomasisi, (Der.Ömer E.Lütem-Birgül Demirtaş Coşkun), ASAM Yay., Ankara, 2001, s.3.
4- Bahadır Kaleağası, “Türkiye’nin Geleceği = Geleceğin Avrupası”, Görüş, S: 51, (Mayıs-Haziran 2002), s.71.
5- Anıl Çeçen, “Avrupa’nın Jeopolitiği”, Avrasya Dosyası, S: 4, (Kış 1999), s.149.
6- Klaus-Dieter Borchardt, European Integration, European Communities, Brussels, 1995, p.5.
7- Mustafa Kahramanyol, “Tuhafatül Siyaset”, Yeni Türkiye, S:16, (Temmuz-Ağustos 1997), s.1741.
8- Erhan Türbedar, “Balkanlarda Bölgesel İşbirliği”,http://www.rumelidernegi.org/balkanlardan_haberler. htm#, (01 Mayıs 2004).
9- Ovidiu Barbulescu, “Leaders from 17 European Countries Meet in Romania”, Southeast European Times, (28 Mayıs 2004).
10- Geniş bilgi için bkz. http://www.stabilitypact.org/about/default.asp, (10 Ocak 2004).
11- Ümit Özdağ, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri / Jeopolitik İnceleme, ASAM Yay., Ankara, 2002, s.18-22, 58-64.