Ana Sayfa 1998-2012 Bağdad’ın ehemmiyeti

Bağdad’ın ehemmiyeti

OSMANLI Devleti tarihinde, bu gün Irak denilen ülkenin önemi büyük idi. Kuşkusuz bu önemi, günümüzde gösterilmek istendiği gibi, petrole de dayalı değildi. Osmanlı Devleti’nin coğrafî terminolojisinde, Irak diye bir terim bulunmamaktadır. Tıpkı Suriye’nin bulunmadığı gibi. Bu terimler XX. Yüzyılın başlarında I. Dünya Harbi’nin galiplerinin bölgeyi Türk’ten kopartmak ve Osmanlı Devleti’ni dışlamak için kullanmış oldukları, kökleri eskilere giden isimlerdi.

XX. yüzyılın ilk yıllarında, Irak toprakları eski Bağdad eyâletinin yerine kaim olmak üzere Osmanlı Devleti’nin mülkî taksimatı arasında üç vilâyete ayrılmış bulunuyordu : Musul vilâyeti (Musul, Süleymaniye ve Kerkük sancakları), Bağdad vilâyeti ( Bağdad, Divâniye ve Kerbelâ sancakları) ve Basra vilâyeti ( Basra, ‘Amâra, Muntafik ve al-Hasâ sancakları). Bu sancaklardan, Su’udî Arabistan’a bırakılmış olan al-Hasâ dışındakiler, bugünkü Irak’ın mülkî taksimatının esasını oluşturmaktadır.

XX. yüzyılın ilk çeyreğinde dünya siyasetine yön veren İngiliz politikası gereği, Osmanlı Devleti’nin Bağdad, Basra ve Musul eyâletleri birdenbire Irak; Şam ve Haleb Eyâletleri de Suriye isimleri verilerek, Osmanlı Devleti’nden koparılmışlardır. Osmanlı Devleti temsilcisinin gaflet içinde imzaladığı ve Osmanlı Mebusan Meclisi’nin de oybirliği ile onayladığı Mondros Ateşkes mütarekesi, maalesef bu terimlerin Osmanlı Devleti tarafından da onaylanıp kabul gördüğünün bir vesikası olmuştur. Irak ve Suriye’nin sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiğine I. Dünya Harbi’nin galiplerinin karar vermiş olması ise, ayrıca üzerinde durulup düşünülmesi gereken bir husustur.

Osmanlı Devleti için Bağdad ve Basra Orta Doğu’ya hâkim olabilmek ve Orta Doğu’dan Hindistan’a giden yolları denetim altına alabil mek için büyük önem taşıyordu. Fatih Sultan Mehmet ile birlikte imparatorluğa dönüşen Osmanlı Devleti, artık “devlet” kavramı ile ifade edilemeyecek bir genişlik kazanmıştır. Elbette ki imparatorluk terimi, Osmanlılar için geç Avrupaî tanımın dışında bir anlam kazanmış, “emperyal” “sömürgeci” anlamında değil, etnik, sosyal yapısı ve izlediği cihanşümul siyaset, merkezî idare ve saltanat sisteminden dolayı devlet-i aliyye karşılığında kullanılmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) zamanında atılmış, Yavuz Sultan Selim (1512 –1520)’in 24 Ağustos 1516’da Mercidâbık ve 22 Ocak 1517’de Ridâniye savaşıyla da Haleb, Şam, Mısır ve Hicaz bölgelerinin fethiyle de bütün İslâm dünyasının koruyucusu konumuna gelmişlerdir. Bu bölgelerin fethi ile dünyanın en zengin ticaret yolu Osmanlıların eline geçmiş, Osmanlı devlet geliri iki katına çıkmış, Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) devrinin dünya çapındaki fetihleri bu kaynaklar ile beslenmiştir.

Osmanlı siyasî gücünün Yavuz Sultan Selim ile birlikte kesin olarak ispatlanmasından sonradır ki, Osmanlı Devleti batıya karşı gaza savaşlarına yeniden dönebilmiştir. Osmanlı Devleti Kanunî döneminde, batıdaki askerî başarılarının haricinde, Avrupa diplomasisi alanında da faal bir rol üstlenmesiyle birlikte, dünya siyasetinde yeni bir denge unsuru hâline gelmiştir.

Kanunî’yi Bağdad seferine yönelten, Bitlis’in yerel beyi Şeref Han’ın Safevî himayesine girmesi ve Şah’ın Bağdad valisi Zülfikâr‘ın da Osmanlılar ile anlaşmasıdır. 1534’te Tebriz ve Bağdad alınmış, böylece Osmanlı Devleti ipek ticaret yolunun kontrolünü tam olarak sağladığı gibi, Basra-Bağdad-Haleb baharat yoluna da hakim olmuştur. Osmanlı Devleti Bağdad hakimiyetine büyük bir önem vermiş, bölgede Bağdad beylerbeyliğini kurarak hem ticaret yollarının güvenliğini sağlamış, hem de Orta Doğu’ya sağlam bir şekilde yerleşmiştir. Bağdad’ın fethinden sonra, 1546’da Basra, Portekizlilere karşı yürütülen deniz seferleri için, Süveyş’ten sonra ikinci bir üs hâline gelmiş; ancak Osmanlılar Portekizlilere karşı başarılı olamamış, mücadele Basra körfezini denetleyen Hürmüz adasının Portekizlilerin elinde kalmasıyla neticelenmiştir.

Portekizlilerin açmış olduğu Hind yolunu diğer Avrupa devletleri de birbiri ardı sıra kullanmışlardır. Osmanlılar Akdeniz ve Karadeniz’in yegâne hâkimi olmakla mühim kazançlar elde etmelerine rağmen, Hind okyanusu aracılığıyla gerçekleşen ticaretin hatırı sayılır bir kısmının Ümit Burnu yoluna kaymasına engel olamamışlardır.

Abbasî halifelerinin merkezi olması ve en büyük sünnî mezhebi Hanefiliğin kurucusu İmam-ı Âzam’ın türbesini içinde bulundurmasından dolayı, Osmanlılar için Bağdad büyük önem kazanmış ve hürmet görmüştür.

Bağdad’ın İran ve Basra üzerinde kontrol sağlayabilecek bir mevkide bulunması, askerî bakımdan önemini artırmakta idi. Bu sebeple İran ile XVI. yüzyıldan sonra yapılan savaşlarda, Bağdad çoğu kez savaş alanı olarak gündeme gelmiştir. Safevî ve Osmanlı devletleri arasında Bağdad, âdeta dünya hâkimiyetinin bir timsali olmuştur.

1624’te Bağdad ve Musul’un Safevîlerin eline geçmesiyle, iktisadî ve jeopolitik önemi büyük olan Bağdad’ı geri almak için yapılan 1625 ve 1629-30 seferleri bir netice vermemiştir. Ancak IV. Murad’ın (1623 –1640) bizzat katıldığı, 1638 Bağdad seferi ile şehir geri alınabilmiştir. Osmanlılar, 26 Aralık 1638 ‘de Bağdad eyâleti teşkil etmiş, şehre büyük önem vererek daima imar etmiş ve sosyal tesislerle donatmışlardır. Bağdad, Osmanlı tarihlerinde Bağdad-ı Bihiştâbâd (cennet gibi mamur Bağdad) olarak anılmıştır.

17 Mayıs 1639 tarihli Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla, Osmanlılara bırakılan Bağdad, I. Dünya Savaşı sonlarında İngiliz işgaline uğramasına kadar, Osmanlı idaresi altında kalmıştır.

Bağdad, I. Dünya Savaşı sırasında Basra Körfezi kıyılarında, daha sonra da aynı zamanda İran sınırından taarruz eden kuvvetlere karşı, Osmanlı ordusu tarafından şiddetle savunulmuştur. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesiyle, İngilizler, Türk kuvvetlerinin yetişmesinden evvel, Şattülarap’dan asker çıkararak Basra’yı (20 Kasım 1914), Korna’yı (9 Aralık 1914) işgal ettilerse de, daha fazla ilerleyememişlerdir. Ertesi yıl Dicle boyunda süratle ilerleyen general Tawnsend idaresindeki 12.000 kişilik İngiliz kıt’ası 28 Eylül 1915’te Kutelammare’yi ele geçirmişlerse de, Türk kuvvetleri tarafından kuşatılarak, 29 Nisan 1916’da esir edilmişlerdir. 1916 yılı savaşları Türkler lehine gelişmişse de, 1917’de hem Dicle ve Fırat boyundan hem de İran sınırındaki Diyala vadisinden taarruza geçip, Kutelammare, Kerbelâ, Necef, Divâniye ve nihayet Bağdad’ı ele geçirmişlerdir. Musul’a yönelik İngiliz taarruzları başarısız olmuş, ancak Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandıktan sonra 21 Kasım 1918’de Musul işgal edilmiştir.

I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle teşekkül ettirilen Irak, Milletler Cemiyeti tarafından İngiliz himayesi altına verilmiş, 23 Ağustos 1921’de Emir Faysal’ın idaresinde Irak Krallığı kurulmuştur.

Sonuç olarak, Osmanlı Devleti gibi dünyaya hâkim olan devletlerin Orta Doğu ve Asya siyasetleri yönünden Bağdad büyük önem taşımaktadır. Tarih boyunca da bereketli toprakları, ticarî imkânları, jeopolitik ve stratejik olarak oynadığı faal rolden dolayı önemini korumuştur ve korumaya da devam edecektir.
 

Orkun'dan Seçmeler