Azerbaycan, coğrafya ve tarih bakımından önemli bir ülkedir. Tarihî koşullar ve zorunluluklar yüzünden ikiye bölünen Azerbaycan’ın güney Azerbaycan adıyla anılan kısmı, İran sınırları içerisindedir. Kuzey Azerbaycan ise önce Rus imparatorluğunca işgal edilmiş, daha sonra eski SSCB’ye katılmıştır. Azerbaycan’ın bu sunî şekilde bölünüşü daha çok politik sebeplere dayanmaktadır.
Burada inceleyeceğimiz Kuzey Azerbaycan’da 1917 Bolşevik İhtilâlinden sonra, 28 Mayıs 1918’de Kuzey Azerbaycan Bağımsız Devleti kurulmuşsa da bu devlet uzun süre yaşamamıştır. 1 yıl 11 ay süren bağımsızlıktan sonra Kuzey Azerbaycan 28 Nisan 1920’de, Kızılordu işgaline uğrayarak tekrar Rusya’ya (Sovyetler Birliği’ne) dahil edilmiştir. Azerbaycan 1922 ile 1936 yılları arasında, Kafkas (SFSR) Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti’nin bir üyesi olmuş, 1936’dan sonra Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adını almıştır. Ancak 28 Mayıs 1990’da Azerbaycan’ın 28 Mayıs’ı tekrar Bağımsızlık Bayramı olarak ilân etmesi, onun bağımsız bir devlet olma mücadelesini başlattığını göstermiştir. SSCB’nin dağılmasıyla, 1991 yılında Azerbaycan bağımsızlığını kazanmıştır.
Kafkasya dağlarının güney doğusunda yer alan, 4392 km’lik Dağlık Karabağ, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sınırları içinde Kür ve Aras nehirleriyle Gökçe Göl arasında, batıda Ermenistan Cumhuriyeti sınırına, güneyde İran sınırına çok yaklaşan, kuzeyden güneye 120 km, doğudan batıya ise 35-60 km uzunlukta dağ ve ovalardan oluşan bir bölgedir. Kıbrıs adasının yarı büyüklüğünde olan bu bölge, maden yatakları, mineral suları, orman ürünleri ve tatlı su balıkçılığı ile ekonomik yönden önemli bir merkezdir. Karabağ, Kafkaslar bölgesinin hâkim bir noktasında; Azerbaycan, Ermenistan ve İran’ı kontrol edebilecek bir konumdadır. Bugün bölgede devam eden hâkimiyet mücadelelerinin arkasında bu yerin jeopolitik konumunun da payı büyüktür.
Karabağ bölgesi çok eski zamanlardan beri Türklerin yerleştiği bir yer olmuştur. İskitler, Partlar, Arsaklar, Albanlar, Selçuklular, İlhanlılar, Timuroğulları, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safevîler ve Osmanlılar bölgeye yerleşmişler ve Karabağ’ı yurt ve vatan edinmişlerdir . Çarlık Rusyası generali Sisyanov, 22.5.1805 tarihinde, Karabağ’ın ikinci işgalinin hemen arkasından Çar’a gönderdiği raporda, “Karabağ coğrafya bakımından Anadolu’nun, İran’ın ve Azerbaycan’ın kapısı sayılır” demek suretiyle bölgenin stratejik önemini belirtmiş ve buradaki dengeyi Rusya’nın lehine çevirebilmek için Müslümanların arasına Hıristiyan unsurların, yani Ermenilerin yerleştirilmesini önermiştir.
Rus Çarı Deli Petro’dan beri süregelen ve Rusların hiçbir zaman vazgeçmedikleri devlet politikalarından birisi, Kafkaslara ve daha sonra ise Türkiye coğrafyasına sahip olma politikasıdır. Deli Petro’nun vasiyeti, Rusya dış politikasının temel prensiplerinden birisini oluşturmaktadır. Bu vasiyet, Rus Çariçesi Yekatirina döneminde daha da pekiştirilmiş ve Rusya’nın yıllarca değiştirmediği ve vazgeçemediği dış politikası hâline getirilmiştir. Kafkaslar üzerindeki hegemonyasını hiçbir zaman eksik etmeyen Rusya, “Parçala ve Hükmet” prensibi çerçevesinde bu egemenliğini yürütmeye çalışmıştır. Bunun için ilk “Göç Politikası”nı başarıyla uygulamaya gayret etmiştir.
“Karabağ sorunu”nun Rus Çarı Deli Petro’dan bu yana süre gelen “Göç Politikası”nın sonucu olduğunu belirten Dr. Mehmet Kengerli, amacın Azerbaycan’ı diğer Müslüman ve Türk coğrafyasından ayırmak olduğunu vurgulamaktadır.
Bölgede söz sahibi olmaya çalışan Ruslar 1828-1829 Edirne Antlaşması’ndan sonra Anadolu Ermenilerini; Türkmençay Antlaşması’ndan sonra ise İran Ermenilerini Kafkaslara getirerek Karabağ’a yerleştirmiştir. Ruslar bu antlaşmalardan sonra, önce nüfus dengesini sağlamışlar daha sonra da Türkleri azınlığa düşürme çabalarına hız vermişlerdir. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşlarında, Ruslarla işbirliği yapmak suretiyle Türkleri arkadan vuran ve ileride bu yaptıkları ihanetin bedelini ağır ödeyeceklerini idrak eden 100 bini aşkın Ermeni ailesi, yerleşmeleri için, Rus Çarı ndan boş toprak dileğinde bulunmuşlardır. Türkiye’yi terke mecbur olan Ermeni toplulukları, Ruslar tarafından Karabağ’dan zorla sürgün edilen Türklerin mekânlarına yerleşmişlerdir. Bunu takiben, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşları esnasında ise 30 bini aşkın Osmanlı Ermenisi, yaşadıkları yerleri terk ederek, Kafkaslarda Ruslarca kendilerine verilmiş topraklara yerleşmişlerdir. Bu kadar kasıtlı iskâna rağmen, 1923’te Dağlık Karabağ’ın nüfusunun % 67.5’i Türk, %32’si Ermenidir. 1829-1830 yıllarında Karabağ’a getirilen Ermeniler bir ayaklanma başlatmışlar ve Türk yerleşim yerlerine saldırmışlardır. Rusların bölgeye yerleşmesiyle başlayan çatışmalar 19. yüzyıldan günümüze kadar devam etmektedir. Karabağ’daki ilk Türk-Ermeni çatışması 1905 Rus îhtilâlinden sonra görülmüştür. 1905 yılında Karabağ’da Ermenilerin saldırılarıyla başlayan olaylar Gence ve Tiflis’e de sıçramıştır. Bu olaylar esnasında Ermeniler, Karabağ ve Tiflis’teki Rus garnizonundan destek görmüşlerdir.
Karabağ’ın nüfus durumuna bakılırsa, 1850’lere kadar bölgede nüfusun çoğunluğunu Azerî Türkleri oluşturuyordu. Ermeniler, belirtilen tarihten itibaren Rusların yardımları ile Karabağ’da önce nüfus dengesini sağlamışlar, bilâhare de bölgedeki Türkleri azınlık konumuna düşürüp kendileri çoğunluğu teşkil etmişlerdir. Nitekim 1979 nüfus sayımına bakılırsa, 162.000 nüfusa sahip olan Karabağ’da 123.076 Ermeni’ye karşılık 37.264 Türk mevcuttur.
Bağımsızlığın ardından Azerbaycan dış politikasını belirleyici nitelikte iki önemli etken mevcuttur: Enerji kaynaklarının işletilerek dış pazarlara taşınması ve ateşkese karşın çözülmeyen Karabağ sorunu. Ermenilerin toprak iddialarına cevap olarak, birkaç kez Dağlık Karabağ’ın Ermenistan haritasına eklenmesini sağlamaya çalışan SSCB yönetimi, Azerbaycan tarafının büyük uğraşları sonucu bu kararlarından vazgeçmeye mecbur kalmıştır. Ancak SSCB, Dağlık Karabağ’a muhtariyet (özerklik) verilmesini öngörmüş ve bunu kabul ettirmiştir. Dağlık Karabağ’a muhtariyet verilmesinin ardından, zaman zaman Ermeni azınlığın hakları Azerbaycan Sovyet Yönetimi tarafından artırılırken, bu gibi davranışlar 1988’de çıkan “Karabağ sorununun temelini oluşturmuştur”. Gerginliğin doruk noktasına ise 1991’de Dağlık Karabağ’a devlet statüsü verilmesi iddialarının ortaya atılması ile ulaşılmıştır. 1987 yılı Ağustos ayında Ermeniler, Karabağ’da nüfus çoğunluğunun Ermenilerde olduğunu söyleyerek burasının Sovyet Ermenistanı’na bağlanması için Moskova’ya başvurmuşlardır. Daha sonra da hem Ermenistan’da hem de Karabağ’da gösteriler başlamıştır. 1988 Şubat ayında Karabağ Ermenileri Ermenistan’a bağlanma kararı almışlardır. Bunu Karabağ Ermenilerinin Azerî Türklerine saldırıları izlemiştir. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin, Karabağ Ermenilerinin bu kararını reddetmesiyle Ermenilerle Azerîler arasında çatışmalar başlamıştır. Sovyet Komünist Partisi’nin 19. kongresinde Gorbaçov’un Karabağ sınırlarının değiştirilmeyeceğini bildirmesi üzerine, Temmuz’da Erivan’da ve Ermenistan’ın diğer şehirlerine gösteriler yoğunlaşmıştır. 12 Temmuz 1988’de Karabağ Ermenileri, “Özerk Bölge” olarak, Ermenistan’a bağlandıklarını resmen bildirmişlerdir. Ermenistan ve Karabağ’daki Ermenilerin gösteri ve grevleri üzerine Azerbaycan, Karadağ’da olağanüstü hâl ilân etmiştir. Bunun üzerine hem Erivan’da hem de Azerbaycan’da çatışmalar başlamıştır (Taşkıran, 1997:1193). Bu tarihten sonra Azerbaycan’da yaşayan Ermenilerin ve Ermenistan ile Dağlık Karabağ’da yaşayan Azerîlerin etnik temizliği süreçleri başlamıştır. Olayların tırmanmasında “yeniden yapılanma” ve “açıklık” politikalarını izlemeye çalışan Moskova yönetiminin basiretsizliğinin de etkisi vardır. 1990 yılı ise kanlı çatışmaların artış gösterdiği bir yıl olmuştur. Nitekim Ocak 1990 tarihinde Bakü’de kanlı olaylar yaşandı. Bunun üzerine taraflar milis teşkilâtı ve savunma örgütleri kurmaya başladılar. Çarpışmalar, bu kuruluşlar arasında sürdü. Böylece Kafkaslarda bir iç savaş başlamıştı. Bunun üzerine Moskova, Azerbaycan’a 24.000 asker gönderdi. Sovyet askerleri Bakü’ye kanlı bir şekilde girdiler. Şubat ayında Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir ateşkes görüşmesi yapıldı. Ancak, durumun lehine geliştiğini gören Ermenistan buna yanaşmadı.
Mart ayı sonlarında Ermeni çeteleri, Ermenistan sınırındaki Kazak ilinin kasaba ve köylerine saldırıp Azerîleri öldürdüler. Bu hâdise ile olaylar iyice şiddetlendi. Eylül 1990’da Ermeniler Laçin, Agdam ve Askeran şehirleri ile Rusya-Bakü karayoluna saldırıya geçtiler. Dağılma sürecinde 3 Eylül 1991’de başkent Stepanakert’te bağımsız Dağlık Karabağ Cumhuriyeti ilân edildi. Sonucunda Karabağ sorunu gerek Azerbaycan’da gerekse Ermenistan’da iç ve dış politikalarda belirleyici oldu. 1993 sonunda Ermeniler, Karabağ’daki 4000 kilometrekare alanın yanı sıra, Karabağ dışında 10.000 kilometrekare toprağı işgal etmiş durumdaydı ve bu alan Azerbaycan topraklarının % 20’sine denk düşüyordu.
1988 yılının Şubat ayına kadar, Ermeniler ve Azerîlerden başka çok az kişi Karabağ’ın adını ve yerini biliyordu. Ama Azerbaycan’ın bu dağlık bölgesindeki ırkçı savaş başladıktan sonra bütün dünya Karabağ’ı ve yerini öğrendi. Karabağ buhranı gün geçtikçe şiddetlendi ve Ermenistan ile Azerbaycan cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Karabağ meselesi uluslararası bir sorun hâline geldi.
Bugün Azerbaycan’da bir tarafta bütün varlığıyla ülke bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak için mücadele eden grup, diğer taraftan henüz kendisini tam olarak anlayamamış, hayâl âleminde ve tezatlar içinde yaşayan, kitle şuuruna varmamış grup ve mevcut askerî, siyasî ve sosyal durumdan yalnızca kendi çıkarları için faydalanan mafya ve maceracı güçler bulunmaktadır. Azerbaycan’ın bağımsızlığa kavuşmasından beri hemen hemen her yıl bir darbe yapılması ve cumhurbaşkanı seçilmesi buna en güzel bir misâldir .
1992 Haziran ayında, Azerbaycan’da yapılan devlet başkanlığı seçimlerinde % 59 oy alan Halk Cephesi lideri Ebülfez Elçibey cumhurbaşkanı olmuştur. 1993 Haziran’a kadar yaklaşık bir sene Azerbaycan’ı yöneten Ebülfez Elçibey , diğer eski SSCB cumhuriyetlerinde olduğu gibi, bunalımlarla dolu zor bir siyasî dönem geçirmiştir. Türkçü siyasî çizgisi ile Tahran ve Moskova’da dikkatle izlenen Elçibey, görevde bulunduğu sürede, ABD ve Türkiye endeksli bir politika izlemiştir.
Elçibey, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik çöküntü, siyasî istikrarsızlık, merkezî otoritenin sağlanamaması ve bunlardan daha önemlisi Karabağ Ermenilerinin başlattığı savaş sonucunda işgal altında kalan Azerî topraklarını geri alabilmek için, ABD ve Türkiye’den destek beklemiştir. Elçibey, siyasî sorunların aşılabilmesi ve Ermenilerle savaşta başarılı olabilmesi için, gözünü ülkesinin en önemli doğal kaynağı olan petrole çevirmiş ve Azerî petrollerinin bir an önce işletilmesini hedeflemiştir. Bunun için Elçibey, Hazar’da bulunan Azerî, Çırağ ve Güneşli sahalarında üretime geçmesi için Batılı petrol şirketleri ile görüşmeler başlatmıştır. Azerî hükûmeti tarafından kurulan bir komisyon petrolün dünya pazarlarına ihracı için en uygun seçeneğin, Bakü’den Türkiye’nin Ceyhan limanına kadar döşenecek bir boru hattı olduğuna hükmetmiştir. 9 Mart 1993 tarihinde Azerbaycan ve Türkiye arasında imzalanan bir protokolle Bakü-Ceyhan hattı yarı resmî hâle gelmiştir. Kafkasya ve Anadolu’da her şey yolunda gitmeye başlayıp olumlu bir siyasî atmosfere girilirken, kısa süre içinde rüzgârın yönü değişmeye başlamıştır. 17 Nisan 1993 tarihinde Türkiye’nin 8. cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü ve yaşanan siyasî boşluk ve eşzamanlı olarak Azerbaycan içinde Karabağ Ermeni ordusunun artan taarruzlar ile kazandığı başarı peşpeşe gelmiştir. Türkiye’de dış siyaset açısından daha pasif bir çizgiye yönelim ve 25 Mayıs 1993 tarihinde PKK’nın ateşkesi bozarak Bingöl’de 33 Türk askerini şehit etmesi, Haziran 1993 öncesindeki tablonun özeti olmuştur. Elçibey’in Türkiye ve yörüngesinde izlediği siyaset Moskova’nın sabrını taşırmış ve hayatî çıkarları için harekete geçmesi gerektiği kanaatine varmasına neden olmuştur. 1993 yılı başından itibaren, Rus ve İran destekli Karabağ Ermeni ordusu, başlattığı askerî harekâtlarla Ermenistan ile Karabağ arasında iki ayrı yerden koridor açmayı başarmıştır. Bu kaos ortamında Rusya güdümündeki Suret Hüseyinov, çok az sayıda bir askerî güç ile Gence’de isyan çıkarmış ve başlatılan darbe sonucunda kendini görevden ayrılmak zorunda hisseden E. Elçibey ve ülkenin önde gelen diğer siyasî temsilcileri, tecrübeli devlet adamı Haydar Aliyev’i, bulunduğu Nahçivan’dan Bakü’ye davet etmişlerdir . Hazar Denizi petrol anlaşması çalışmalarını ilk olarak eski bir Azerî KGB şefi ve Brejnev’in Politbüro üyesi General Haydar Aliyev tarafından Haziran 1993’te devrilen Başkan Ebulfez Elçibey başlatmıştı. Aliyev daha sonra % 98.5 oy oranıyla başkan olmuştur. Eylül 1994’te petrol anlaşmasını imzalayan kişi Aliyev’di.
Sovyetler Birliği tarafından işgal edildikten sonra, 1920 yılının Aralık ayında Azerbaycan’ın Zengezur ili Sovyetler Birliği sınırları içinde Azerbaycan’dan alınarak Ermenistan sınırları içine katılmıştır.
28 Nisan 1920’de Sovyet Rusya’sı tarafından işgale uğrayan Azerbaycan Cumhuriyeti 18 Ekim 1991’de tekrar bağımsızlığına kavuşmuştur.
1988-1993 yıllarında Ermeniler tarafından işgal edilmiş Azerbaycan toprakları :
Ermenilerin işgali sonucunda Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının % 20’si kaybedilmiş, 20.000‘den fazla kişi insanlık dışı usullerle katledilmiş, 50.000’den fazla kişi yaralanmış ve sakat kalmıştır. Bir milyonun üzerinde kişi yıllardır kendi yurtlarından mecburî göçmek durumunda kalmıştır. Bu kişiler, Ermenilerin Azerbaycan Türklerine karşı etnik temizlik ve soykırım siyasetinin kurbanı olmuş, en basit insan hak ve hürriyetlerinden mahrum edilmişler.
İşgal sonucunda 900‘den fazla yaşayış mıntıkası yağmalanmış, 6 bin sanayi, köy işleri ve başka devlet kurumları yok edilmiş, 9 milyon yaşayış arazisi üzerine inşa edilmiş 150 bin yaşayış binaları dağıtılmış, 4366 sosyal ve kültürel kurumlar, 695 tıp ocağı yine Ermeniler tarafından yağmalanmıştır. İşgal olunmuş topraklarda köy işleri hizmetleri, su işleri, makineler ve ulaştırma hizmetleri talan edilmiştir. Bu insanlık dışı yapılanlar sonucunda Azerbaycan ekonomisi 60 milyar ABD dolarından fazla zarar görmüştür.
İşgal edilmiş Azerbaycan topraklarında 927 kütüphane, 464 tarihî yapı ve müze, 100’den fazla arkeolojik eser, 6 devlet tiyatrosu ve konser salonu yok edilmiştir. Talan olunmuş müzelerden 40 binden fazla değerli eşya ve nadide eserler çalınmıştır. Kelbecer tarihî yöresel müzesi yerle bir olduktan sonra, müzenin çok değerli ve nadide parçaları olan altın ve gümüş ziynet eşyaları, eski tarihî halılar Ermenistan’a kaçırılmıştır. Şuşa’daki tarih müzesinin, Ağdam’daki Çörek Müzesinin, Zengilan’daki Taş Âbideler Müzesinin talihi hüsranla sonuçlanmıştır. Çalınmış ve talan edilmiş bu tarihî ve kültürel millî servetlerin değerini belirlemek ve fiyatlandırmak mümkün değildir. ’Askerî savaşlar zamanı kültürel servetlerin korunması ile ilgili ‘Haaga Konvensiyası’nın ve Kültürel Servetlerin illegal (kanunsuz) Devriyesi ile ilgili ‘Paris Konvensiyası’nın gereklerini bozarak Azerbaycan‘ın kültürel servetlerini talan etmekle meşguller.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1993 yılında kabul etmiş olduğu 822, 853, 874, 884 sayılı kararlarda Azerbaycan Cumhuriyeti’nin arazi bütünlüğünün tanınması ve işgal edilmiş Azerbaycan topraklarından şartsız çekilmesi taleplerine uymayan Ermeniler bugün de işgalci politikalarına devam etmektedirler.
– Dağlık Karadağ : İşgal tarihi 1988-1993, yüzölçümü 4400 km. (Şuşa, Hankendi, Hocavend, Akdere, Hadrut).
– Laçin: İşgal tarihi 18 Mayıs 1992, yüzölçümü 1875 km
– Kelbecer: İşgal tarihi 2 Nisan 1993, yüzölçümü 1936 km
– Ağdam: işgal tarihi 23 Temmuz 1993, yüzölçümü 1154 km
– Cebrayıl: İşgal tarihi 23 Ağustos 1993, yüzölçümü 1050 km
– Gubadlı: işgal tarihi 30 Ekim 1993, yüzölçümü 707 km
– Fuzuli: İşgal tarihi 23 Ağustos 1993, yüzölçümü 1112 km


