Yirminci yüzyılın son on yılında tüm dünyada özellikle SSCB’de başlayan hızlı değişimler, yeni bir dünya jeopolitiği oluşturmuş durumdadır. Yani dünya dengeleri tümüyle değişmiş, ülkemizin siyasî ufkunu oldukça genişletmiştir.
Orta Doğu güç dengeleri içinde inkâr edilemez bir konumu bulunan ülkemiz, şu anda oluşan dengelerle, bir dünya devleti olma noktasına gelebilecek tüm şartlara haiz duruma ulaşmış görünmektedir.
150 yıldır sürdürülen Türk milliyetçiliği mücadelesinin son 35-40 yılı milletimizin geleceğine yön verebilme isteği ile politika arenasında siyasî aksiyon olarak geçmiştir. 130 yıl duygu ve sanat alanında milliyetçilik olarak gösterilen aksiyonun, siyasî arenaya taşınması, ancak son 35-40 yılın ürünüdür. Son elli yıldır Türk milliyetçilerinin maruz kaldığı baskı ve sindirme politikaları, milliyetçilerin siyaset sahnesinde yer almasını içine sindiremeyen güçlerin gövde gösterisinden başka bir şey değildir. Devlet mekanizmasına hâkim olan kadroların, kendilerini yerlerinden edebilecek kadrolara tahammül edebilmesi oldukça zordur. 1944 milliyetçilik olaylarında, Türkçülerin tutuklanması ve mahkemeye çıkarılması ana suçlamasının “Devleti ele geçirmek için teşkilât oluşturmak” şeklinde ortaya konulması bunun bariz bir göstergesidir. 70’li yıllarda ülkücülere yapılan saldırılar da bu isteğin tezahürüdür. Gerçek bir kahraman olan Korkut Eken’in mahkûmiyet gerekçesinde “çete oluşturmak” suçlamasının yer alması tesadüfî değildir.
1965  yılından  sonra  önce  CKMP,  daha  sonra  MHP  kimliği  ile  ortaya  konulan  siyasî  ve  fikrî  gelişmeler;  Türkçülük  fikrini  duygusal  alandan  siyasî  alana  taşımış,  özellikle  1970  sonrası  ortaya  ciddî  siyasî  fikir  eserleri  ve  politikalarının  çıkmasına  zemin  hazırlamıştır.  O  zemin  içerisinde  verilen  mücadele  kim  ne  derse  desin,  büyük  başarı  kazanmış,  devletimizi  ve  milletimizi  hem  komünizm,  hem  de  PKK  belâsından  korumuştur.
Hızla  şekil  ve  kabuk  değiştirerek  globalleşen  dünyadan,  Türkiye  ve  Türk  dünyasının  kendilerini  soyutlamaları  pek  mümkün  değildir.  Durmadan  gelişen  ve  yenilenen  iletişim  imkânları  ve  içine  girdiğimiz  bilgi  ve  teknoloji  çağında  Türk  dünyasının  içine  kapanarak  gelişmesi  ve  insanlarını  mutlu  etmesinin  düşünülmesi  rasyonel  bir  görüş  değildir.  Bu  durumda  dünya  ile  birlikte  hareket  en  akılcı  yoldur.  Fakat  burada  da  bazı  tehlikeler  vardır.  Kitlesel  iletişimin  evimize  kadar  girmesi,  kültür  erozyonuna  sebep  olurken,  millî  kültürümüzü  de  yozlaştırmaktadır.  Tüm  dünyayı  görerek  büyüyen  yeni  nesle  verilmesi  gereken  millî  ruh,  bu  şartlar  altında  verilememektedir.  Böyle  devam  ettiği  takdirde,  iki  üç  nesil  sonra  millî  ruh  ve  millî  kimlikten  eser  kalmayacak,  millî  kültürü  koruma  imkânı  tamamen  ortadan  kalkacaktır.  Geçmişte  geçerli  olan  “vatan,  millet,  bayrak,  devlet,  Turan”  gibi  söylemlerin  günümüzde  geçerliliğini  tartışmak  ve  içinde  yaşanılan  şartlara  uygun  yeni  yorumlar  getirmek  artık  bir  zorunluluk  hâline  gelmiştir.
Bugün Türkçülerin önünde duran en önemli soru “Millî ideoloji nasıl olmalıdır?” sorusudur. Geçmişten günümüze aktarılan söylemler, görüşler ve düşünceler, yeni yorumlar yapılmadığı için millî ihtiyaçlara cevap vermekten çok uzakta kalmıştır. Türk milliyetçiliği fikir sistemi ya da kısaca millî ideoloji, Türk milletinin varlığı ve bekası esasında yeniden yapılandırılmalı, Türkçülük, ülkücülük, Turancılık, 9 ışık, milliyetçilik, millî kültür gibi kavramlar çağa uygun yorumlarla takviye edilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde, sadece geçmişiyle övünen, geleceğe bakmayan bu yapı içinde başarı sağlanamayacağı kesin gibi bir şeydir.
Millî ideoloji evrensel olmalıdır. Türklere ve Türk dünyasının dışına hitap etmeyen bir ideolojinin günümüz dünyasında başarılı olması mümkün değildir. Dünya üzerinde her ne ad altında olursa olsun sürüp giden tüm sosyal ve ekonomik oluşumların temeli milliyetçiliğe dayanmaktadır. Meselâ, küreselleşme ya da globalleşme adı altında yürütülen çalışmalar, Anglo-Sakson milliyetçiliğinin etkisi altındadır. Daha başka bir deyişle, Anglo-Sakson kültürünün, tüm uluslara şırınga edilmesidir. Hâkim kültürlerinin yaygınlaşması ve tüm insanlığa hitap etmesi sayesinde Anglo-Saksonlar bugün tüm dünyaya-nefret edilse dahi- hâkim pozisyonda bulunmaktadırlar. Olaya bu açıdan baktığımız zaman, 21. asrın Türk asrı olabilmesi, kültürümüzün tüm insanlığa seslenebilmesi ile mümkün olabilecektir, tezine ulaşabiliriz. Daha açık söylersek, evrensel ideoloji içerisinde hâkim unsur olan kültürümüzün tüm insanlıkça kabul görmesi ancak evrensel ideoloji ve büyük bir medeniyetle mümkündür. Kuşkusuz, hâkim kültür olmanın temel ögesi, küreselleşen dünyaya ayak uydurarak bilim, fen ve teknolojide ilerlemek ve yeterli bir ekonomik güce sahip olmaktır. Türkiye, içine kapanarak, önündeki hedeflere ulaşamaz. Hele bugünkü kaplumbağa hızı ile sürdürülen gelişme süreci ile bu hedefe ulaşmak imkânsızdır. Mutlak suretle hız artırılmalı, hattâ uzun atlama yapılabilecek ortam yaratılmalıdır. Bu ise ancak bilimsel bir çalışmanın ürünü olabilir. Yeterli bilgiye sahip olmak, araştırma ve geliştirme, modern teknoloji bilimsel çalışmanın ana şartıdır. Bunlara ulaşmadan değil uzun atlama, sıçrama yapmak bile mümkün değildir.
Bu bakımdan millî ideoloji içinde eğitim ve öğretimin payı şüphesiz çok büyüktür. Millî ideoloji, eğitim ve öğretimin nerede, nasıl yapılacağından tutun da, hangi tipte insan yetiştireceğine, nasıl yetiştireceğine, eğitim ve öğretimin yapılanmasına kadar tüm detayları içine almalıdır. Bu yapılmadığı için bugün geldiğimiz nokta ortadadır. En ince detaylarına kadar eğitim ve öğretim programlanmalı ve tavizsiz uygulanmalıdır. Çünkü eğitim ve öğretimde başarıyı yakalayan toplumlar, çağın ötesi için gerekli olan uzun atlamayı yapabilecek bilgi ve teknolojiye ulaşırlar. Bu şansı yakalayamayanlar, uçup giden atların ardından, nal izlerini takip etmeye mahkûm olurlar. Yani ne verilirse onunla yetinirler. Verileni almaya alışanlar, kısa bir zaman sonra buyruk almaya da alışırlar.
Millî ideoloji, devleti de yeniden yapılandıracak, yeni şekil verecek özellikleri de bünyesinde taşımalıdır. Dargın olan vatandaş ile devleti barıştırarak, vatandaşı devletine saygılı yurttaş, devleti de vatandaşını kucaklayan bir yapıya kavuşturacak tedbirler derhal uygulamaya konulmalıdır. Devlet vatandaşın güvenliğini ve iyi bir eğitim almasını sağlamalı, sağlığını korumasında en büyük yardımcısı olmalıdır. Böyle bir devlete vatandaşın güveni ve inancı olur. Vatandaşı, gerektiğinde devleti için seve seve fedakârlık yapacak bir yapıya kavuşur. Bu iş birliği devleti ve vatandaşı güçlendirir.
Yeni bir millî ideolojinin ortaya konulmasının şart olduğunu, yukarıda anlattıklarımızla göstermeye çalıştık. Ülkücülüğü hâlâ dış görünüşe bağlayan (bıyık şekli, sakal, giyim tarzı gibi) çağ dışı görüşlere itibar etmeyen, vatan, millet, bağımsızlık, kültür, bilim, bilimsel çalışma gibi kavramları yeniden yorumlayan, eğitim ve öğretim, devlet-vatandaş ilişkilerine yeni boyutlar ekleyen, hayata bakış ve uygulayış tarzını yenileyen, dünyaya yeni bir bakış açısı getiren, millî ideolojiye şiddetle ihtiyaç duyduğumuzu, artık anlamak zorundayız.
Evrensel olmak, uluslararası olmak anlamında değildir. Bugün tüm dünya uluslarının üzerinde anlaştığı, insan hakları, çevre, hak, adalet gibi kavramları bünyesine alan bir millî ideolojiden söz ediyoruz. Herhâlde hiç bir ülkücü, bu kavramların millî ideoloji içinde yer almamasını istemez.
Şu  anda  oluşmuş  şartlarla  bir  dünya  devleti  olabilmemiz,  millî  ideolojinin  yeniden  yapılandırılıp  uygulanması  şartına  bağlıdır.  Aksi,    treni  bir  defa  daha  kaçırmaktır.
                      


                                    

