Son birkaç yıldır, özellikle basın-yayın araçlarında sıkça devletin hatalarının işlenmesi, bütün suçların sorumlusu olarak devletin gösterilmesi moda olmakla beraber, bu hususta pek çok yayına da tesadüf etmekteyiz.
Bazen hastahane koridorunda can çekişen bir hasta veya doktorların ilgisizliğinden hayatını kaybetmiş bir kişiye, bazen devlet ihalelerinden rüşvet alan bir yetkiliye, ara-sıra herhangi bir suçludan para talep eden veya rüşvet karşılığı onun pis işlerini görmemezlikten gelen bir emniyet görevlisine, zaman zaman suçsuz yere sokak çocuklarını döven polislere özellikle televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında hepimiz rastlamışızdır.
Bütün bu görüntüler verilirken, gayrıahlâkî davranışları ve kanunsuz işleri yapanlar devlet memurları olduğundan, bunların devletin ayıbı olduğu ve bu devletin insanlarına iyi davranmadığı, halkı ile ilgilenmediği veya vatandaşlarına zulmettiği gibi yayınlar dolaylı yollarla millete gösterilmektedir. Bu sebepten vatandaşın gözünde de devletine karşı bir güvensizlik, bir samimiyetsizlik oluşturulmaktadır.
Halbuki bütün bunların sebebi acaba devletin kendisi mi, yoksa bu devletin birer ferdi olan bizlerin midir?
Eğer devletin hastahanesine gelen bir kişiye doktor vurdum-duymaz davranıyorsa veya parası olmadığından bu hasta ile ilgilenmiyorsa, burada suç nasıl devletin olur? Sen haram nedir, helâl nedir bilmeyip, rüşvete meylerdersen, acaba hatalı devlet midir? Birkaç tane cahil ve kendini bilmez emniyet görevlisi halka kötü davranıyorsa, ona bunları yapmasını devlet mi söylüyor? Elbette ki değil.
Peki, devletin hiç mi suçu yok? Bize göre devletin de hataları var. Bu gibi insanları anında cezalandırmadığı için, çok hafif yaptırımlarla affettiğinden yanlış yapmaktadır. Suçluya cezası yeterince verilmezse ister-istemez vatandaşta devletine karşı bir sadakatsizlik doğacaktır. Yoksa suçlunun cezasının hakkını aldığı bir toplumda ve kanunî yapıda insanların mutlu olmamasının imkânı yoktur.
Bütün bunlarla birlikte yanlışların düzeltilmesinin çaresi aşağı-yukarı bütün herkesçe eğitim olarak görülüyor. Ama ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti kadar dünyanın hiçbir yerinde eğitim ve öğretime az önem verildiği bir ülke bulunmamaktadır. Acaba hangi ülkede altı ay veya bir sene içerisinde bir kişi polis oluyordur? İnsan psikolojisinden anlamayan, kamu hukukunu bilmeyen, vazifeye başlamadan evvel psikolojik bir testten geçmeyen insanı nasıl emniyet görevlisi yapabilirsiniz? Doktorlara sadece hastalıkları tanıtmak ve tedavisini öğretmek tıp mesleğinde her şeyi çözmeye yeter mi? Bu ülke de insanların eşit olmadığı, bazılarının fakir, bazılarının da zengin oldukları; fakir insanlara da zenginler gibi özen gösterilmesi ve en azından insan olmaları itibarıyla bunlara da değer verilmesi gerektiği acaba hangi ciddiyetle, hangi tıp dersinde anlatılıyor?
Yanlış  şeylerin  örneklerini  vermek  kolaydır.  Mühim  olan  bu  yanlışların  nasıl  düzeltileceğine  çözüm  bulmaktır.  Bize  göre  Türkiye’deki  kötü  gidişe  sebep  olan  etkilerin  arasında  medya  dediğimiz  olguyu  da  göz-ardı  edemeyiz.  Kasıtlı  olarak,  bugün  Türk  medyasının  başında  bulunan  bazı  kurum  ve  kişiler  bu  kötü  gidişe  çanak  tutmaktalar  ve  devleti  yıpratmak  için  ellerinden  gelen  her  şeyi  yapmaktadırlar  ki,  bunu  da  unutmamak  gerekir!  Belki  devletin  bunların  karşısında  âciz  olmaktan  kurtulmasının  zamanı  gelmiştir!
                      


                                    

