Ülkemizin adı Türkiye, devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti, milletimizin adı Türk… O hâlde Türkiye’de Türklerin hâkim olması kadar tabiî bir şey yoktur. Bu sebeple, Türk’ün temsilcisi Türkçüler de, devletleri ile ilgili her konuda düşünmeye, fikir beyan etmeye ve söz sahibi olmaya herkesten çok vazifeli ve mecburdur.
•••
Son iktisadî ve siyasî kriz hakkında her çevreden çok şey söylenip yazıldı. Bu sebeple Derviş ve programı hakkında uzun uzun tahlil ve değerlendirmeye girmeyeceğiz. Beklemek ve gereğini yapmak zamanla olacak.
•••
İstiklâl Harbi ve büyük zaferimiz bile beş yıl süren bir işgal, ezilmişlik, zillet, düşmanla iş birliği yapanların iktidarı ve nihayet Kuvayi Milliyecilerin mücadelesi, (bu sırada Rus ve İtalyanlara el açsak da) neticesinde elde edilmiştir.
•••
Tarihte milletleri ve devletleri kendinden olmayanların yönettiği çok görülmüştür. Biz Türkler Moğolları, Farsları, Arapları ve diğer birçok kavmi yönettik. Hattâ bazı ülkelerde yönetici Türkler bir avuç iken bile o devlete “Türkiye” ismini verecek kudrete erişti. Mısır’daki nüfus çoğunluğu Arap olduğu hâlde Ihşitler, Tulunoğulları, Kölemenler idaresinde sultan ve idareciler Türktü.
Tarihimizde bu hâlin tersini de görürüz. Selçukluların fetret devrinde Anadolu’yu Moğollar idare etti. Valiler, vergi tahsildarları onlardandı. Kukla bir sultan, hattâ birkaç sultan vardı.
•••
Osmanlıda bazı sadrazamlar Hırvat, Arnavut, Gürcü olduğu gibi, müstakil büyük Selçuklu Devleti’nde bile başvezirler, haznedarlar Fars-İranlı idi. Ama her iki devlette de Türk sultanın dediği oluyordu.
•••
Bizde ilk askerî yenilikleri getirip orduyu ıslah edenler de yabancılar, Fransızlar ve Alman subayları idi. Hattâ 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordu komutanlıkları Alman ve Türk subaylar arasında taksim edilmişti.
•••
Sınaî ve iktisadî hayatta da bir milletin dışardan teknik eleman, uzman getirmesi, onu ülke ve millet menfaati için kullanması, bir süre bu öğretmenlerin inisyatifine girmesi normaldir. Bu hâl yeniliğe kapılarını açmış her devlette görülür.
•••
Normal olmayan, köklü değişimdir. Kök, Türk milleti ve Türk devleti olduğuna göre bunların tarihî yapısı, karakteri, ruhu ve hâkimiyeti üzerinde değişiklik tabiî değildir.
•••
Oldum olası “değişim” kelimesini sevmem. Aklıma hemen Franz Kafka’nın “Değişim” romanı gelir. Roman kahramanı bir gün aniden kendisini hamam böceği hâline girmiş görür… 1960’larda bir edebiyat öğretmeni bu roman için “Tiksinerek okudum, ama ders alınacak bir eser” demişti.
•••
Son yıllarda Türkiye’de değişen değişene… Ama değişmeyenler var. Sınırlar ötesinde Rus, Ermeni, Rum, Yunan… kinleri değişmiyor.. İçerde ise gayrimillîliğe, enternasyonelliğe, kozmopolitliğe, etnikçiliğe, mozaikçiliğe, yeyiciliğe, lopçuluğa, hortumculuğa doğru bir değişim var… Atatürk bu tehlikeyi gördüğü içindir ki “Ne Mutlu Türküm” diye haykırmadan önce içimizdeki gaflet, dalâlet ve hiyanet içinde bulunacakları işaret etmişti.
K. Derviş, iki ay geçtiği, kendisine büyük imkân, yetki ve güven sağlandığı hâlde iktisadî değişikliği ve piyasadaki ferahlamayı sağlayamamıştır. Halkın geçim sıkıntısını ve iş hayatındaki bunalımı değiştiremeyen K. Derviş’in kendisi hızla değişime uğramaktadır.
Türkiye’ye ilk geliş veya gönderiliş sebebi Merkez Bankası Başkanlığı ve Hazine müsteşarlığı idi… Değişti, bakan oldu.
İlk sözü “Tarafsız, partisiz kalacağı” idi. Değişti “Ecevit’e yakın Demokratik solcu olduğunu” söyledi.
Ama Türkiye’deki eski sosyalist arkadaşları onu uyardı: Türkiye’de başka sol partiler ve adı büyük koskoca CHP vardı ve sosyal demokrattı. Herkesi memnun etmesi için oraya da hulûs çakması lâzımdı… Değişti, “demokratik solda sosyal demokrat olduğunu” ifade etti.
Yıllardır görüp yaşamadığı Türkiye hakikaten çok değişmişti. Kendisini büyük bir sevgi ve saygı seli arasında görünce önce şaşırdı sonra mal bulmuş mağribî gibi kendisine sarılanların, kendisini daha yetkili makamlara getireceğini düşündü. Değişti: iktisattan siyasete atladı.
Bu değişimini Almanya’da Die Zeit gazetesine verdiği beyanatla gösterdi: “Demokratik solla, sosyal demokratları birleştiren bir solcu parti kurmayı düşünüyorum.” Bu da onun için bir değişimdi. Çünki global fikirlerden, liberal piyasa ekonomisinden “Ulusal Programa” gelmiş, orada da kalmamıştı.
•••
Kurtarıcıdaki bu değişiklikler olurken, Demirel’le birlikte Türkiye’nin kırk senesinden sorumlu olan Ecevit değişmemişti. Derviş Kemal’in bu hâli eski üstadı, kendisini taa Amerikalardan binbir umutlarla getiren Ecevit’i şaşırtmıştı. Derviş’in parti kuracağı, solu birleştireceği hakkındaki gazete haberi üzerine büyük bir pişkinlikle: “Anladığım kadar sayın Derviş ayrı bir parti kurma düşüncesinde. Hayırlı olmasını dilerim” demiştir.
Ecevit’in bu hareketi ve sözü, Enver Paşa’nın, Goben ve Breslav’ı bir gecede Yavuz ve Midilli yaptıktan sonra:
– Hayırlı olsun, iki çocuğumuz oldu, müjdesi gibi dehşetengizdir.
•••
Değişim solun karakterinde vardır. Ama sağcıyım, diyenler, hele milliyetçi gözükerek solun ayak oyunları ve vaatlerine kanarak değişenler bu kaygan zeminlerde yerlerini çok çabuk kaybedebilirler.
•••
Türkiye değişiyor… Sadece iktisadî ve malî alanda değil, siyasî yapıda da değişiklik yapılmak isteniyor. Türkiye değişirken, değişmeyen yerler var: ABD ve AB…
1960 darbesinde parmağı olduğu söylenen ABD, 1961’de S. Demirel’i gönderdi; çok şeyler değişti…
1971’de A. Karaosmanoğlu’nu gönderdi, bir şeyler değişti.
1980’de Evren’le değişikliği denedi, gene Dünya Bankası çıkışlı Özalla iktisadî hayata el attı; 1990’larda da ona başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığını açacak değişimleri sağladı.
Hiç değişmeyen ABD şimdi de devamlı değiştirmek zorunda kaldığı Türkiye’ye sadece ilk ayakta iktisadî gibi görünen fonksiyon ve vizyonla değil, siyasî yapıda değişiklik için de K. Derviş’i gönderiyor.
•••
ABD Hazine Bakanı P.O’Neill’den de, Dünya Bankası Başkanı J. Wolfensohn’dan da, IMF Başkan Yardımcısı S. Fischer’den de aynı değişmez talimat gibi sözler geliyor: “Türkiye değişmeli, K. Derviş bu değişimi sağlayacak ehliyet ve liyakattadır, onu destekleyin.”
Bir taraftan da ABD Maliye Bakanı aba altından sopa göstererek millî gururumuzu kırıcı sözler sarfediyor: “Bu defaki yardımımızı iyi kullanın. Bu son olsun. Bir daha vermeyiz.”
Türkiye’yi Batı önünde başı eğik bir hâle getiren parti liderleri, koalisyon başbakanları ve başbakan yardımcılarının hepsi hayatta… ama Türkiye’de iki aydır bir cenaze sessizliği varken, devleti zaafa düşürenler, bankaları hortumlayanlar, yolsuzluk yapanlar, bunlara göz yumanlar teşhir edilirken siyasî suçlu bulunamıyor.
•••
Memleketin bu hâle düşürülmesinde hiçbir kusuru olmayan, yönetime katıldığı devrelerde tertemiz kalmış bir parti’ye, MHP’ye bu cenaze kaldırtılıyor…
•••
Hiç ummadığı bir iktisadî kriz ve siyasî buhranla karşılaşıp şaşkınlık içinde memleketin, hakikaten karanlık bir mecraya sürüklendiğini farkeden bir lider, bu umulmadık felâket karşısında “Pimi kim çekti” sualini sormak durumunda kalmıştı.
Dış komplo olabileceği tarzındaki cevaplar Sn. Evren, M. Kaynak ve Attila İlhan’dan gelmişti.
•••
Türkçüler “değişim”i ancak bir gelişim, daha iyiye ve daha güzele bir yükseliş olarak kabul ederler.
Aşı bile belli familyadaki ağaçlar arasında tutar.
Millet karakterinde değişim mümkün değildir. Millî devletler bu şahsiyetle diğerlerinden ayrılır. Ekonomi de millî siyasetsiz, millî kültürsüz yürüyemez. İktisadî politikalarda güveni millet desteği sağlar.
•••
Küreselleşme=Globalleşme şahsiyetsizleşme değildir. Bir milletin ve devletin millî iktisadı ve millî siyaseti ile dünya ekonomisi ve politikasına katılması; diğer devletlerle eşit hak ve mükellefiyetlerle iradî ilişkiler kurması demektir. Bu sebeple bir büyük devlet başkanının veya IMF başkanı H. Kohler’in “Yolsuzlukları ortadan kaldırmazsanız yardım edemeyiz” gibi sözlerinin muhatabı 2500 yıllık devlet geleneğine sahip bir millet olamaz.
•••
Dış destek, propaganda ve medya gücü ile kazanılmış iç destek siyasette geçerli değildir. Sn. Derviş’in danışmanları ve sol pofpofçuları aniden, kendisinden büyük hayâllere sürüklediler onu… Bu kof hayâller Derviş için de, Türkiye için de kötü sonuçlar verir.
Sn. Derviş Türkiye’ye geliş sebebini unutmamalıdır: “Çeşitli ülke ve kurumların alacaklarının tahsili için kredi temin etme, borç para bulma, malî düzenleme, bankacılıktaki bozulmayı önleme…” Kurtarıcı bu ilk vazifesini unutmamalı, daha ötelere elini uzatmamalıdır.
•••
Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurup millî bir ruh ve şahsiyet verdiği antiemperyalist ve Kuvayi Milliyecidir. Bu sebeple kapitalizme de, sosyalizme de kapalı millî bir iktisat düzeni sağlanmıştır. Fakat bu, sağ ve sol iktidarlar tarafından istismar edilmiştir.
Şunları yazdıktan sonra, K. Derviş’in 75 paragraflık “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını” enine boyuna tartışmaya gerek kalmamaktadır.
Programın esası, Türkiye’nin dış borçlarının ödenmesi ve bankacılığın islahı ile piyasa ekonomisinin önünün açılması üzerine kurulmuştur. Bu programda yerli menfaat, istihdamı, üretimi, ihracatı artırıcı köklü önemli hiçbir husus yoktur. Kriz dolayısıyla iki aydır gelir seviyesi yarıya düşmüş memmur, işçi, esnaf ve çiftçi âcil çözüm beklerken, bunlara henüz bir cevap verilememiştir.
•••
Millet başbakandan iktisadî ferahlama ve müjdeler beklerken o, DSP kurultayında kendi yandaşlarını bile sukutu hayâle uğratacak bir demokrasi ayıbına şahit olmuştur.
Yıllardır devlet ve millet “umutluğuna”, kurtarıcılığına soyunmuş bir lider son kurultayındaki hâdiselerle kendisini yıllarca destekleyen aydınların ve basının da umudu olmaktan çıkmıştır.
Hem demokrat hem sol olduğunu belirten Demokratik Sol Parti yapmış olduğu son kurultayda ikinci bir başkan adayına söz hakkı vermeyip, bu hâlleriyle bir türlü demokrasiyi içlerine sindiremediklerini göstermişlerdir.
DSP kurultayında aday bir hanıma galiz küfürler edilmiş, oğlu dövülmüştür. Ecevit bu kurultaydaki tutumu ile, İsmet İnönü yetiştirmesi olduğunu bir daha göstermiştir. Yıllarca ortanın soluna, sosyal demokratlığa, demokratik solculuğa kapılıp soyunmuş; Ecevit ve sol için, ülkücülere çatıp öldürmüş, yaralamış sosyalistler ve 1968 kuşağı olmakla övünen aydınlar bile bu hâle şaşırıp kalmışlardır. Çünkü Ecevit değişmemişti; 1970’lerin Ecevit’iydi. “Kendisinden başkasının fikrine ve yükselmesine tahammülsüzlük”.
•••
DSP kurultayında olanlardan sonra, Sn. S. Pişkinsüt gibi solcular kadar, bizim cephedekilerin de uyanıp, Ecevit hakkındaki iyimser tutum ve davranışlarını değiştirmeleri gerekir.
Kendi partilisine, milletvekiline kurultaydaki müessif hâdiseleri reva gören bir lider, koalisyon bozunca muhalifi olduğu fikir ve partiye neler yapmaz, düşünülmelidir.
•••
Evet, DSP kurultayında gördüğümüz gibi değişmeyen bir Ecevit ve sol ile karşı karşıyayız.
Unutmayalım, CHP’li Ecevit’in, milliyetçileri en büyük düşman gördüğü iktidar yılları var… Ecevit 1974-77 ve daha sonra binlerce ülkücü gencin, memur, öğretmen ve işçinin mağduriyetine, ölümüne, sürülmesine, tecziyesine, meslekten atılmasına sebep olmuştur. Bu acıları unutup Ecevit’e daha fazla destek olmak, yani unutkanlık, değişimden daha büyük tehlikedir.
•••
Türk milliyetçiliğinin iç ve dış düşmanları, MHP’nin iki yıllık koalisyon ortaklığını ve devlet koruyuculuğunu hazmedememektedirler; basınları, medyaları ile milliyetçi bakanları yıpratmaya, leke atmaya çalışmaktadırlar; yolsuzluğa çanak tutmuş ve bulaşmış iki parti en münasip zamanda yalnız bırakılmalı; milliyetçiler, kendi iradeleri ile Ecevit ağırlıklı bu ortak hükûmete son vermelidirler. Çünkü, ezelî düşmanlar aleyhte yayına başladı. Onlar ‘düşürdük” deyip, “suçlama”dan en uygun zaman kollanmalıdır.
Türkiye’nin çıkarına olan her hareket ve tasarrufu milliyetçiler destekler. Ama, Sn. Derviş’in eski arkadaşları bir taraftan “Bravo Derviş” deyip, öbür taraftan MHP düşmanlığı yaparlarsa, onu da kötü hesaplarına âlet ettikleri anlaşılır. Hele bu solcu yazarların: “10 milyar dolar ek kaynak Derviş’e uluslararası kuruluşlar ve G7 ülkeleri nezdinde duyulan güvenin bir sonucudur.” deyip, Türkiye’nin dünya üzerindeki gerçek güç ve saygınlığını unuturlarsa, korkarız. 1. Dünya Harbi’nde Almanların “Enverland” dediği ülkemiz bir anda “Dervishland” olabilir…



