Yunanistan’la Türkiye arasında gerçekten Ege adalarıyla Kıta Sahanlığı vs. mevzularında yıllardır devam edegelen ve müzminleşen “kronikleşen” problemler var mıdır?(1) Olduğu iddia edilen konular ciddî bir “analiz”ci sıfatıyla incelendiğinde; herhangi “patalojik” özellikli bir problemin olmadığı hayretle gözlenmektedir.(2) Esasında her iki ülke arasında samimî bir dostluğun gelişmesi zarurî olduğu hâlde; periyodik de olsa; zaman zaman Türkiye ile Yunanistan arasında sür’atle geniş kapsamlı bir savaşın olabileceği “senaryo”ları sergilenmektedir. Çünkü yıllardır devam edegelen (1922) Anadolu (Mikroasia) “katastrofu”nun ızdıraplarına ve milyonların “diyaspora”sına rağmen; Yunanistan’ın genelinde hâlen “Megali Ellada-Büyük Yunanistan” iddiaları terennüm edilmektedir.(3)
EGE SORUNUNUN MAHİYETİ
Ege’de 1923 Lozan Antlaşması’nın sağladığı denge, 1970’li yılların başlarına kadar iki tarafı daha hoşnut etmiş gibi göründü. Ancak bu tarihten sonra, Ege ile ilgili görüş ayrılıkları, bu denize ilişkin olarak iki devlet arasında ciddî çıkar çatışmasını ortaya çıkarttı.(4) Ege sorunları hızla çeşitlenip büyüyerek, birbiriyle bağlantılı bir sorunlar yumağı oluşturdu. Sorunun özü, şurada düğümlenmektedir: “Yunanlılar Ege’yi bir Yunan denizi olarak görmektedir”. Türklere göre ise, Ege’nin kaynaklarında Türkiye’nin de elbette hakça bir payı olmalıdır.(5)
DOĞU EGE ADALARININ ASKERDEN ARINDIRILMIŞ STATÜSÜ
Yunanistan, bağımsızlığını kazanmasından evvel, hepsi Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde olan Ege adalarının bir bölümü bu devlete bırakılmıştı.(6) 1829 Edirne Antlaşması ve 1830 Londra Protokolü ile, Batı Ege Adaları diye anılan Eğriboz Adası, Kuzey Sporatlar ve Kiklad Takımadaları’ndan oluşan bir grup ada, Yunanistan’ın egemenliğine geçmiştir. Ege’deki diğer adalar, yani Girit ve Doğu Ege adaları ise; Osmanlı Devleti’nde kalmıştır. Girit, 1898’de fiilen Osmanlı Devleti’nden ayrılmış, ancak Balkan Savaşı’na kadar resmen Osmanlı Devleti’nden kopartılamamıştır. 1911-1912 Trablusgarp Savaşı sırasında da bu adalar üzerindeki hâkimiyetini sürdürmüştür. Bu arada, 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında öteki Doğu Ege adaları, yani Taşoz, Midilli, Sakız, Psara, Nikerya, Limni, Semadirek, Gökçeada ve öteki adalar Osmanlı Devleti’nin zayıfladığından yararlanan Yunanistan tarafından işgal edilmiştir.(7)
Balkan Savaşı sonunda imzalanan 1913 Londra Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Girit’in geleceğini Balkan devletlerinin kararına bırakmış, öteki Ege adalarının geleceğini de altı Avrupa devletinin (İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan ve İtalya) belirlemesini kabul etmiştir. Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında imzalanan 14 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşması ile taraflar, 1913 Londra Antlaşması hükümlerini kabul etmişlerdir. Bundan sonra 1914 Şubatı’nda Londra’da toplanan altı Avrupalı devlet, Meis adası dışındaki Oniki Adayı karar almaksızın üstü kapalı biçimde İtalya’ya, İmroz ve Bozcaada dışındaki Doğu Ege adalarını da Yunanistan’ın zilyetliğine sırakmayı kararlaştırmıştır. Bu kararlarını 13 Şubat 1914’te Yunanistan’a ve 14 Şubat’ta da Osmanlı Devleti’ne bildiren Altılar, Yunanistan’a bırakılan adalarla ilgili olarak askerden arındırılma şartını da getirerek, bunu iki devlete şu biçimde duyurmuşlardır:(8)
“Altı Devlet, ayrıca zilyetliğe sahip olacağı adaların tahkim edilmeyeceği ve bahrî ya da askerî amaçla kullanılmayacağı konusunda Altı Devlet’e ve Türkiye’ye Yunanistan tarafından tatmin edici güvenceler verilme sine… karar verilmiştir.”
Yunanistan da Altılar’a gönderdiği 21 Şubat 1914 tarihli yanıtında bu şartları kabul ettiğini duyurmuştur. Birinci Dünya Savaşı başlayınca, Doğu Ege Adaları ile ilgili bu düzenleme daha ileri bir hukukî düzenlemeye bağlanamadı. Ancak Kurtuluş Savaşı’nın ardından 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile yukardaki Doğu Ege Adaları düzenlemesi, genel biçimde hukukî etkiyi doldurmak üzere tekrarlanmıştır.
Lozan Antlaşması’nın 12. maddesinde 13 Şubat 1914 tarihli “Altı Büyük Devlet Tebligatı”, İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adaları ile İtalya’ya bırakılan Oniki Ada dışında kalan Doğu Ege Adaları için teyit edilmiştir. Antlaşmanın 13. maddesi ile bu silâhsızlandırmanın nasıl yapılacağı açıklanmıştır. Yine aynı tarihte imzalanan Lozan Boğazlar Sözleşmesi de, 4. ve 6. maddeleri ile Boğaz-önü adaları diye anılan Limni, Semadirek, İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adaları’nın askersizleştirilmiş statüsünü ayrıca özel olarak belirterek, bu statünün şartlarını açıklamıştır.(9)
Türkiye, Boğazları askersizleştiren ve Boğazlar’dan geçişi Milletler Cemiyeti denetimine bırakan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin günün şartlarına uyarlanmasını belirterek, 1936’da Montreux’de bir Boğazlar Konferansı toplanmasını ve yeni bir Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasını sağlamıştır. Bu konferansın toplanmasının ve sözleşmenin imzalanmasının temel amacı, sözleşmenin başlangıç bölümünde de açıkça belirtildiği gibi, Türkiye’nin güvenlik gereksinmelerinin karşılanmasıydı. Sözleşme, bu amaçla, Türkiye’ye Boğazlar bölgesini yeniden silâhlandırma yetkisini veriyordu. Yunan egemenliği altında adalar için bir statü değişikliğinden ise söz edilmemekteydi.(10)
YUNANİSTAN; “DEMİLİTARİZASYON”A RAĞMEN, ADALARIN TAMAMINI SİLÂHLANDIRMAKTADIR
İkinci Dünya Savaşı sonunda, yenik İtalya ile Müttefik devletler arasında 10 Şubat 1947 tarihinde imzalanan Paris Barış Antlaşması, İtalya’nın egemenliği altındaki Oniki Adayı Yunanistan’ın egemenliğine bırakıyordu. Ancak Paris Antlaşması, ayrıca 14. maddesiyle, bu adaların askerden arındırılmış statüsünün devam edeceğini de belirterek, ek XIII/D maddesinde askersizleştirmenin tanımını da yapıyordu.(11)
1960’lı yıllara kadar Yunanistan’ın Doğu Ege Adalarının askerden arındırılmış statüsüne uyduğu ve bu konuda Türkiye ile bu devlet arasında bir sorun çıkmadığı görülmektedir. Ancak, 1960’lı yıllarda bu devletin Doğu Ege Adaları’nın antlaşmalarla belirlenmiş statüsünü değiştirmek ve fiilî durum yaratmak için sistemli bir çaba göstermeye başladığı bir vakıadır.(12)
Türkiye, bu durumu ilk olarak 1964’te Yunanistan’ın dikkatine sunarak, 24 Haziran 1964’te bu devlete bir nota vermiş; Rodos ile İstanköy’de yapıldığı saptanan tahkimata antlaşmalara uyularak son verilmesini istemiştir. Yunanistan ise, 1 Temmuz 1964’te verdiği yanıtta anlaşmalara uyduğunu ve söz konusu adalarda tahkimat yapmadığını bildirmiştir. Daha sonra, Türkiye’nin 1969 Nisan’ında Limni’deki silâhlanma faaliyetleriyle ilgili olarak verdiği notaya ise, Yunanistan’ın ilk kez Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin kendisine Boğaz-önü Adalarını silâhlandırma hakkı verdiğini öne sürerek yanıt vermesi dikkat çekmiştir.(13)
Yukarıda belirtilen tarihî gerçekler, Yunanistan’ın egemenliğindeki Doğu Ege Adaları’nın askerden arındırılmış statüsünü (demilitarizasion) hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde ortaya koymasına karşın, Yunanistan hukuka aykırı silâhlandırma çabalarını haklı çıkartabilmek için, bazı zorlama yorumlara başvurmayı denemektedir. Bu konudaki başlıca Yunan iddialarına ve Türkiye’nin bunlar karşısındaki hukukî tutumuna kısaca değinilecektir.(14)
Lozan ve Paris Barış Antlaşmaları’nın imzalanmasından bu yana “koşulların değiştiği” ve bu antlaşmaların getirdiği koşulların geçersiz sayılması gerektiği, Yunanistan’ın iddiaları arasında yer almaktadır. Yunanistan’a göre, artık Türkiye ve Yunanistan BM ve NATO üyesi olduklarından bu hükümlerin uygulanması gerekmez. Oysa Türkiye’nin de belirttiği gibi, “koşullar değişmiştir” (rebus sic stantibus) kuralının uygulanması için gereken köklü bir değişiklik gerçekleşmiş değildir. Ortak Güvenlik Sistemi’ne üye olmamız, adaların silâhlandırılmasını gerektirmez. Kaldı ki, Yunanistan, NATO’ya girerken bu ittifakı kuran antlaşmanın 8. maddesiyle, Türkiye’ye karşı üstlendiği yükümlülüklerin devam edeceğini de kabul etmiştir.(15)
Yunanistan ayrıca, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin Lozan Barış Antlaşması’nı ortadan kaldırdığını, Montreux’de adaların askerden arındırılmasıyla ilgili bir hüküm bulunmadığını ve bu yüzden de Lozan Boğazlar Sözleşmesi’yle askersizleştirilen Limni ve Semadirek’in bu statülerinin sona erdiğini öne sürmektedir. Oysa, Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını ortadan kaldırmak için yapılmıştır ve buna aykırı olarak yorumlanması doğru olmaz. Dahası Montreux, Boğazlar bölgesi ve Türk adaları dışında bir yerin statüsünü değiştirmemiştir. Kaldı ki, Montreux, Limni ve Semadirek adaları ile ilgili ayrı bir yoruma elverse bile, Lozan Barış Antlaşması’nın bu adaların askerden arındırılmasıyla ilgili 12. maddesi yürürlüktedir.(16)
Yunanistan’a göre; Türk Dışişleri Bakanı T. Rüştü Aras’ın 1936’da Montreux Sözleşmesi’ni TBMM’ye sunarken yaptığı konuşma ve Türk Hükûmetinin talimatıyla Türkiye’nin Atina Büyükelçisi aracılığıyla Yunan Hükûmetine yolladığı mektup, bu devletin Boğaz-önü Adalarını silâhlandırabileceğini göstermektedir. Oysa, Türkiye’nin belirttiği gibi, Aras’ın konuşması ve öteki belgeler, dönemin siyasal koşulları çerçevesinde yapılmış iyi niyet açıklamaları olmaktan öteye yorumlanamazlar. Bunlar resmî bir yoruma dayanak oluştursalar bile, hüküm ifade etmeleri için sözleşmeye taraf bütün devletlerin bu yoruma katılmaları gerekir. Böyle bir durum sözkonusu olmadığı gibi; Türkiye’nin resmî tutumu da bu yorumu destekler nitelikte değildir. Ayrıca Yunanistan da, çeşitli Türk notalarına verdiği yanıtlarda bu yoruma uymayan ifadeler kullanmış ve bu adaların askerden arındırılmış statüsüne saygı duyacağını açıklamıştır.(17)
Yunanistan ayrıca, Türkiye’nin Gökçeada ve Bozcaada’yı silâhlandırmasını, kendisinin de Limni ve Semadirek’i silâhlandırmasına dayanak yapmak istemektedir. Oysa, 1914 tebligatında ve Lozan Antlaşması’nda Gökçeada ve Bozcaada’nın askersizleştirme kapsamına alınmadığı görülür. Kaldı ki, Montreux Sözleşmesi ile askerleştirmenin kabulü, yalnızca Türkiye’nin güvenliği lehine olmuştur.(18)
Yunanistan’ın iddialarından biri de Oniki Ada ile ilgilidir. Buna göre; bu devlet 1914 Paris Antlaşması’nda bu adalarla ilgili bir askersizleştirme statüsü getirildiğini, ancak bu antlaşmaya Türkiye taraf olmadığı için, bu konuda Yunanistan’a muhatap olamayacağını öne sürmektedir.(19)
Ayrıca Yunanistan’a göre, Paris Antlaşması’yla getirilen statüye rağmen; İtalya 1951’den başlayarak silâhlanmış olduğuna göre, bu antlaşmada Oniki Ada’nın askersizleştirilmesiyle ilgili olarak yer alan maddenin de düşmesi gerekir. Oysa, Paris Barış Antlaşması, nesnel bakış açılı bir statü oluşturduğundan taraf olmasa bile herkes için geçerlidir. Ayrıca, bu antlaşmadaki yenik devletlerle ilgili silâhsızlandırma hükümleri bu devletleri cezalandırma ve denetleme amacına yöneliktir. Oysa aynı antlaşmayla Yunanistan’a bırakılan Oniki Ada’nın askerden arındırılması, Türkiye’nin güvenlik gereksimini karşılamak için düşünülmüştür.(20)
Yunanistan ayrıca, Türkiye’nin kurduğu Ege Ordusu’nun bölgesinde konuşlandırdığı amfibi kuvvetlerin Ege adaları için tehdit oluşturduğunu ve 1974’den beri Yunanistan’ı tehdit eden Türkiye’ye karşı MB Antlaşması’nın 51. maddesinde meşru savunma hakkına dayanarak adaları silâhlandırdığını öne sürmüştür. Oysa Ege Ordusu, Türkiye’nin, karşısındaki silâhlanma faaliyeti başladıktan çok sonra kurduğu bir eğitim ordusudur. Bu nedenle adaların silâhlandırılmasını meşru savunma gerekçesine dayandırmak mümkün değildir. Her şeyden önce meşru savunma hakkı kavramı, silâhlı saldırı karşısında kalan bir devletin aynı yöntemlerle kendisini korumasını belirtmektedir.(21)
(Bu konuya önümüzdeki sayıda devam edeceğiz.)
DİPNOTLARI
1. Yrd. Doç. Dr. Zerrin Balkaç; Yine Yunanistan ve Yine Kıta Sahanlığı Meselesi, Türk Diplomatik gazetesi, Aralık 1997, İstanbul, s.5.
2. Mir’at Erdöl; Küçük Kitap (Türk-Yunan Dostluğu), 1994, İzmir, s. 165.
3. Ahmet Aydınlı; Yunanlı General Ne Demek İstiyor? Türkiye gazetesi, 21 Ocak 1988. İstanbul, s.2.
4. Şükrü S. Gürel; Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri (1821-1993), Ankara, s.66.
5. Yrd. Doç. Dr. Zerrin Balkaç; a.g.g., s.5.
6. Bu konuda bkz.: Hüseyin Pazarcı, Doğu Ege Adalarının Askerden Arındırılmış Statüsü, “Determined by the Lausanne and Paris Treaties Changed” Turkish Review Quarterly Digest (Winter 1985-86), s. 29-46.; A. Gündüz, Limni Adasının Hukuki Statüsü Üzerinde Türk-Yunan Uyuşmazlığı, İstanbul 1985,; N. Ronzitti, “Demilitarization and Neutralization in the Mediterranean, “Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni (1985), s.2. 101-116.
7. Ş.S. Gürel; a.g.e., s. 68.
8. Ahmet Aydınlı; a.g.g., s. 2.
9. Ş.S. Gürel, a.g.e., s. 69.
10. Ahmet Aydınlı; Yunanistan Lozan Antlaşmasını Çiğniyor, Zaman gazetesi, 8 Ocak 1988. İstanbul, s.2.
11. Doç. Dr. Hülya Baykal; Yunanistan’ın Türkiye’ye Yönelik Makro Hedefleri ve Stratejisi, Türk Diplomatik gazetesi, Haziran 1997, İstanbul, s.15.
12. Doç. Dr. Hülya Baykal; a.g.m., (ss. 15-18).
13. Em. Korgg. Hüseyin Işık; Türkiye ve Komşularımız, Stratejik Etüdler Bülteni, Ağustos 1990. Genelkurmay Basımevi, Ankara, s.8.
14. Özdemir Kalpakçıoğlu; Yunandan Dost Olmaz, 1994, İstanbul, s.75.
15. Doç. Dr. Hülya Baykal; Yunan Sorumlularının Türkiye’ye Karşı Tahrikleri, Türk Diplomatik gazetesi, Ocak-Şubat 1997, s.9.
16. Özdemir Kalpakçıoğlu; a.g.e., s.74.
17. Özdemir Kalpakçıoğlu; a.g.e., s.75.
18. Bu konuda bkz.: Hüseyin Pazarcı, La Delimitation du plateau Continental et les iles, Ankara, 1982; H. Pazarcı, “Kıta Sahanlığı Kavramı ve Ege Sahanlığı Sorunu”, Ankara/1984.
19. Ege’de Deniz Sorunları Semineri, Ankara, 1986, D.E. Karl, “Islands and the Delimitation of the Continental Shelf, A. Framework for Analysis, American Journal of International Law (1977), ss. 642-673.
20. Yrd. Doç. Dr. Zerrin Balkaç; a.g.g., s. 7.
21. Em. Korg. Hüseyin Işık; Türkiye ve Komşularımız, Stratejik Etüdler Bülteni, Ağustos 1990, Genelkurmay Basımevi, Ankara, s.8.