Daha çocuk yaşlarda, belki de hiç tahmin etmediği bir sırada, 12 yaşlarındayken tahta çıkan bu Türk hükümdarı, 21 yaşına kadar sarayda piştikten ve bir sürü entrikaya şahit olduktan sonra, gerçek mânâda sultanlığını 1623’te ilân etti.
Padişah I. Ahmed ile Kösem Sultan’ın oğlu olan bu Osmanlı hanı, Türk ve dünya tarihinde oldukça sert bir hükümdar şeklinde tanınır. Başa geçtiği çağ göz önüne alınırsa, öyle davranması da gerekiyordu. Osmanlı Devleti’nin duraklama devrine girdiği, artık savaş kaybetmenin, iç huzursuzlukların, salgın hastalıkların, yolsuzlukların ve hırsızlıkların yükselmeye başladığı bir sırada, onu Osmanlı tahtında görüyoruz. Bütün bu olumsuzlukların önüne geçmek amacıyla bir takım katı tedbirler alma yoluna gitmiştir ki; hem o zamanın şartlarında, hem de günümüzde değerlendirildiğinde artık pek çok kişi ona hak vermektedir.
IV. Murad döneminde iki kere askerî ayaklanma olduğunu, bizzat padişahın karşısında yeniçeri lerin sadrazamın başını vurdukları bilinmektedir. Dolayısıyla o, vahşetin her türlüsünü gördü. Eniştesi Topal Recep Paşa’nın, Sadrazam Hafız Ahmed Paşa’nın öldürülmesinde rol oynaması ve onun yeniçeriler vasıtasıyla devletin yönetiminde söz sahibi olmaya kalkışması, Sultan Murad’ı çileden çıkarmıştır. Oguz neslinin bu gururlu padişahı, Recep Paşa’yı yanına çağırarak, meşhur “abdest al bre kâfir” cümlesini söyledikten sonra, hemen boğdurarak, devletle oyun oynanmayacağını ispat etti. Annesinin dalaverelerinden de o kadar bunalmıştı ki, onu dahi öldürttü. Yine yaptığı ilk işlerden birisi, ağabeyi Genç Osman’ın ölümüne yol açanlardan intikam almak oldu.
Osmanlı padişahları içinde en kuvvetli ve gözü peklerden birisiydi. Ok atmadan tutun, güreş ve atçılığa kadar her türlü sporda üstün bir yeteneğe sahipti. Özellikle Evliya Çelebî onun kuvvet ve kudretine şahit olmuş, bunları da eserinde anlatmıştır. Savaşlarda askerleriyle beraber olur, onlarla aynı şartları paylaşırdı. O, ayrıca ilme ve fenne de önem vermiştir. Matbaacılığa yönelik ilk teşebbüslerin onun zamanında başladığı iddia edildiği gibi, ünlü Hezârfen Ahmed Çelebi de onun çağında yaşamış ve gösterisini Sultan Murad Han’a yapmıştır. Kâbe-i Muazzama’da ciddî tamiratlar gerçekleştiren bu Osmanlı padişahının Muradî mahlâsıyla şiirler yazdığı da söyleniyor.
1633 ve 1634’lerde halkın içerisinde bulunduğu vurdumduymazlık, boş vermişlik ve buna bağlı olarak da ortaya çıkan tütün ve içki alışkanlığı gibi kötü eğilimleri yasaklayan bir kanun koydu. Aslında tütün ve içkiyi men etmesinin de sosyal birtakım sebepleri vardır. İçki ve tütünün tüketildiği kahvehanelerde bir noktada dedikodular yapılıyordu. Buralar fitne yuvasıydı. İstanbul’da çıkan büyük bir yangın da, kahvehanelerden birisinden başlamıştı.
Kurmuş olduğu haber alma teşkilâtı vasıtasıyla halk arasında uygunsuzluk ve zorbalık yapanları tespit ettirdi ve bunları en şiddetli biçimde cezalandırdı. Bu çapulcuların temizliği sırasında elbette birtakım masum insanların da canı acımıştır. Ama devletin bekası için kurunun yanında yaş da yanar demek lâzım. Kaynakların anlattığına göre, özellikle geceleri sokaklarda tebdil-i kıyafetle geziyordu. Bu yüzden birtakım yazarlar onu deli gibi tanıtıyorlarsa da, bu bir haksızlıktır. Çünkü o devri düşünecek olursak, son derece isabetli kararlar verdiği anlaşılacaktır.
  IV.  Murad  zamanı  İran  ve  Bağdat  seferleriyle  meşhurdur.  Osmanlı  Devleti’nin  iç  karışıklıkları  esnasında,  İran  şahı  Bağdat’ı  ele  geçirmiş;  ordu  komutanları  da  bu  işte  yetersiz  kalınca,  bizzat  askerin  idaresini  kendisi  üstlenmişti.  1635’te  Revan  üzerine  yürüdü  ve  1638’de  Bağdat’ı  aldı.  1639’daki  Kasr-ı  Şirin  Andlaşması’yla  âdeta  bugünkü  Türk-İran  sınırı  çizildi.  Bağdat’ın  fethinden  dönüşünden  sonra  rahatsızlanarak,  tıpkı  çok  genç  yaşta  tahta  çıktığı  gibi,  yine  erken  yaşlarda  vefat  etti  (1640).
                      


                                    

