Ana Sayfa 1998-2012 Tabiatın amortismanı

Tabiatın amortismanı

Bütün ticaret ve sanayi isletmelerinin az veya çok bir sermayesi vardır. Dünyamız da bir işletmedir. Ekonomi hayatındaki işletmelerle kıyaslanamayacak ölçüde büyük, devasa bir isletme… Yeryüzü işletmesinin de bir sermayesi vardır. Bu sermayeye tabiat diyebiliriz. Kimileri doğa diyorlar.

Ekonomideki işletmelerde bulunan sabit sermaye zaman içerisinde yıpranır. Bu sebeple kanunların öngördüğü oranlarda amortisman uygulanır. Ayrılan amortisman, sâbit kıymetin değerine ulaştığında, muhasebe tekniklerine göre kayıttan düşülür veya iz bırakacak şekilde sembolik bir değerle bilânçoda yer alır. Kullanılmayacak hâle geldiğinde yenisi satın alınır.

SERMAYEDEN YİYORUZ

Kârından değil de sermayesinden harcayan işletme sâhibi, bir müddet sonra iflas eder. İnsanoğlu, tabiatın ürününü değil, sermayesini yemeye başlamıştır. O halde, geniş kapsamlı bir iflas tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Tabiatın sermayesinin başlıca unsurları: toprak, su, orman ve iklim… olarak belirlenebilir. İklim şartları, coğrafya ile ilgili olmakla birlikte, su ve orman gibi tabiat varlıklarından doğrudan etkilenir. Tabiatın sermayesini oluşturan unsurlar zaman içerisinde yıpranır. Asıl yıpranma, azalma ve kullanılamaz hâle gelme olumsuzlukları, insan eliyle, insanların tabiatı hor kullanmaları sebebiyle meydana geliyor. Tabiat sermayesi kullanılamaz hâle geldiğinde yerine yenisini koyamayız. Tabiatın amortismanının oranı ve miktarı belli değildir. Boyutları bilinmeyen o amortismanı insanoğlu ödeyecek.

Nasıl mı?

İhtiyaçlarını karşılayacak her türlü tüketim maddelerinin üretiminde meydana gelen maliyet artışlarını üstlenerek…

Toprak, tabiatın sermayesidir. Zaman içerisinde aşınıyor ve verimi azalıyor. Ayrıca erozyon sebebiyle toprak kaybediyoruz. Her sene tarım alanlarından 25.000.000.000 t on toprak, erozyon sebebiyle yok oluyor. Yok olan toprağın yüzölçümü 60.000.000 hektar. Bu alan, orta büyüklükte bir ülke toprağıdır. 60.000.000 hektarlık tarım alanından, en verimsiz şartlarda bile 10.000.000 insanın tarıma dayalı gıda ihtiyacı karşılanabilir.

En değerli diğer tabiat sermayemiz ormanlardır. Orman alanlarımız giderek daralıyor. 1950 yılında, bütün yurt genelinde 43.000.000 hektar ormanımız varken, günümüzde bu rakam 18.000.000 hektara düşmüştür. 8.000.000 orman köylümüz var. Orman köylülerimiz sermayeden harcadıkları için millî gelir açısından en geride olan dilimi oluşturuyor. Tabiatın diğer sermaye unsurlarını; toprağı ve suyu da sermayeden harcayarak tükettiğimizde, insanlarımızın tamamı fakirleşecek.

Diğer taraftan, dünya nüfusu hızla artıyor. Artan nüfus, daha fazla gıda ihtiyacını gündeme getiriyor. Verimi azalan topraklardan daha fazla ürün elde etmek için, ya yeni alanlar tarıma açılacak veya hektar başına verimi artırmak için yeni yöntemler uygulanacak. Her bölgede tarıma açılacak yeni alanlar bulunmayabiliyor. Verimi artırmak için yeni teknolojiler geliştirmek veya bir takım katkı maddeleri kullanmak gerek. Onların bir mâliyeti var. O mâliyet, elde edilen ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını yükseltiyor. Yükselen fiyat, insanoğlunun ödediği amortismandır.

Su ürünlerini düşünelim: Dünya üzerindeki akarsuların, göl ve denizlerin sağladığı gıda miktarında önemli düşüşler yaşanıyor. 1950-1980 yılları arasında dünya balık rekoltesi her yıl yüzde 4 oranında artmıştı. Sonraki 10 sene içerisinde düşüşler yaşandı. Düşüş yıllarında, artan nüfus da göz önünde bulundurulursa, kişi başına balık tüketiminde her yıl yüzde 10 azalma olur. Azalma fiyatlara en az % 15 zam olarak yansır. Uzmanların söylediklerine göre; akarsu, göl ve denizlerin verimi yılda 100.000.000 tondan daha fazla su ürünü elde edilmesine uygun hale getirilmezse, kişi başına düşen su ürünlerinin tüketiminde de azalmalar devam edecek, günün birinde sıfır noktasına düşecektir.

Diğer besin maddelerinde sıfır noktasına inilmese bile belli ölçüde azalmalar, yetersizlikler söz konusudur. Bu düşüncenin hareket noktası, geçerliliğini kaybetmiş Malthus teorisi değildir.

Ne diyordu Thomas Robert Malthus?

İnsanlar ve ihtiyaçları; 2-4-6-8-16-32-64 … gibi geometrik dizi halinde artıyor. İhtiyaç maddelerinin üretimi ise, 1-2-3-4-5 … gibi aritmetik dizi halinde artıyor. O halde günün birinde insanlık, açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

Malthus bu sözü ne zaman söyledi? 1790’lı yıllarda…

O günden bu yana, dünyanın bazı bölgelerinde insanlar açlıktan ölmediler değil, öldüler. Fakat bu gerçek, Malthus’ün teorisinin doğruluğunu ortaya koyan ve bütün dünyayı saran global ve büyük bir tehlike boyutlarında yaşanmadı. Araştırıldığında görülür ki, insanların ölümüne yol açan gıda yetersizliği, yalnızca nüfus artışı sebebine bağlı değildir. Tabiatın hor kullanılması, dağıtımın iyi yapılmaması ve üretimin fazla olduğu bölgelerde tüketimin savurganca yapılması… gibi etkenler ön plandadır.

TABİATI HOR

KULLANIYORUZ

Açlık tehlikesini daha büyük boyutlara ulaştıracak olumsuzluklar (önlem alınmaması hâlinde) gelişebilir. Çevre kirliliği, tarım üretimini ciddî ölçülerde etkiliyor. Kullanılamaz hâle gelen tarım alanları sebebiyle elde edilemeyen ürün, başka arazilerde elde edilen ürünlerin satış fiyatına yansıyor. İşte artan o maliyet, tabiatın amortismanı olarak biz insanlar tarafından ödeniyor.

Tabiatın amortismanı, yalnızca tarım ürünlerinin satış fiyatlarına yansıyanlardan ibaret değil. Orman alanlarının azalması ile yaşanacak kuraklıklar ve su kıtlığı, insan hayatını doğrudan doğruya tehdit eden ölümcül tehlikelerdir. Bu tehlikelerin sonuçları rakamlarla ölçülemiyor.

Pek çoğumuzun dikkatini çekmemiştir. 1950-1980 yılları arasında dünyamız gayri safi millî hasıla (GSMH) büyümesinde parlak bir dönem yaşadı. 1980’li yıllardan sonra bir iki ülke kapsam dışında bırakılırsa, dünyanın GSMH toplamında kayda değer bir artış gözlenmemiştir. Bu dönem içinde dünya nüfusu artmaya devam ettiğine göre, dünyamız göreceli olarak fakirleşiyor demektir.

NASA*, 1985 yılında yayınladığı raporda, Türkiye’nin 55 yıl sonra çöl olacağını açıklamıştı. Süre 2040 yılında dolacak. İyimser bir tahminle 3000 yılına kadar vaktimiz var diyelim. O tarihe kadar hiçbirimiz hayatta olmayacağız ki… avuntusuyla rahat hareket edebilir miyiz? Buna hakkımız var mı?

Bir taraftan ekonominin dayandığı sistemler yıpranıyor. Diğer taraftan insanlarımız, kendi hayatını zorlaştırıyor. Yaşayabilmek için sürdürülebilir tabiî kaynakları dengeleyecek bir millî ekonomi sistemine ihtiyacımız var.

Bunun için yapılması gerekenler bellidir: Önce dünyamızı standart olduğu dönemlerdeki dengesine kavuşturmak, sonra da dengeyi bozacak her türlü hareketten özenle kaçınmak.

Bu mümkün mü?

Mümkün tabii ki. Fakat, zaman ve para ister. Bir o kadar da fedakârlık… Neticede istenen ortam geç ve pahalı olsa da sağlanır.

Global ekonominin sağlıklı yürümediğini ve yeniden yapılanmaya gidilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyan pek çok olay yaşıyoruz. Artık işin farkına varmış olmalıyız.

DİPNOTU

*- NASA: Merkezi ABD’nin Washington şehrinde bulunan Millî Havacılık ve Uzay Dairesi isimli, bağımsız resmî kuruluş. Kuruluşun bir ünitesi, atmosfer içi ve dışı uzay araştırmalarını yürütmekte ve elde edilen bulguların insan hayatına etkilerini belirlemektedir.

 

Orkun'dan Seçmeler