Ana Sayfa 1998-2012 Tan olayı

Tan olayı

4 Aralık 1945 günü üniversite öğrencisi olup da o gün yapılan bir mitinge katılan, hâlen hayatta olan ve bu mitinge katıldığını söyleyen, matbaanın tahribinde oradaydım, görgü tanığıyım, diyen ender kişilerden biriyim. Okuduğum kadarı ile benim dışımda Tan Olayı’na iştirak ettiğini söyleyen kişiler, okuyuş sırama göre, Orhan Birgit, Ali İhsan Göğüş, Süleyman Demirel ve İlhan Selçuk. Bunlardan üçüncüsünü bu yıl okudum. Süleyman Demirel’in beyanına inanmakla birlikte pek aklım yatmadı1.

Bundan altı yıl kadar önce “Bir Cumhuriyet Çocuğu olarak Hatıralarım ve Fikirlerim 1927-1999” adlı bir kitap yayınlamıştım2. O kitabımın 357. sayfasının başlığı “Komünistler Kahrolsun!”dur ve 378. sayfada son bulur, 21 sayfadır. Kitap, lâftan lâfa atlama kurguludur, tıpkı hayattaki gerçek konuşmalar gibi, yani, ana konu ele alınırken o konu ile uzaktan yakından ilişkili, ilintili olaylar da araya sokuşturulur. Kitabımın bu bölümünün ana teması Tan Olayı’dır ve “Komünistler Kahrolsun!” sloganı da o gün kullanılan esas slogandır. Benim sesim bu sloganı tekrarlamaktan kısılmıştı. Bu sloganı daha sonra içimden çok kez tekrarladım. Ama yaşım ilerledikçe ve okudukça sloganı daha yerli yerinde kullandım ve başka türlü, daha rafine söylemeğe, hattâ hiç kullanmamaya gayret ettim ve ediyorum. Zaten bu beddua da tuttu ve Komünizm kahroldu gitti…

CNN’in Can Dündar ekibi bana nasıl ulaştı, bilmiyorum. Benimle temasa geçen efendiden bir genç, Barış Duran, bana Orkun üzerinden ulaştığını söyledi, ayrıntılarını sormadım o da anlatmadı, önemli de değildi zaten… Kitaptaki fikirlerimi okuyup öğrenmiş olan Barış Duran bana sorular yöneltti, ben de yanıtladım. Bazı sorular yönlendirici idi, hata yapmamaya gayret ettim. Yaşımın ve okumuş olmanın verdiği sorumluluk duygusu altında elimden geldiğince tarafsız olmağa ve gerçeği yansıtmaya çalıştım. 04.12.2004 tarihinde yayınlanan ve Can Dündar tarafından sunulan programda3 yine Tancıları koruyan ve biz mitingçileri ve bizi yönlendirenleri yeren bir hava vardı. Oldukça uzun olan söyleşiden kısa fragmanlar alınmıştı ve benim esas mesajım anlaşılmıyordu. Ama yine de kurgu fena sayılmazdı.

CNN’deki programda da Irkçı ve Turancı bir gençlik formasyonum olduğunu ifade ettim. Bildiğim kadarı ile Irkçı-Turancı formasyondan gelip de Tan Olayı’na karıştığını söyleyen ve yazan benden başka kişi yok. Belki bir kısmı hayatta değil (ben 79’un içindeyim)4 belki bir kısmı da olaya öylesine karışmıştı. Bu niteliğim nedeni ile ve matbaanın tahribini bizzat görmüş ve kısmen yaşamış bir kişi olarak bu husustaki fikir ve izlenimlerimi kısaca anlatmak istiyorum.

Önce o zamanın siyasî havasını anlatayım. Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmemek basiret ve becerisini göstermiş olmasına rağmen hep savaş atmosferi ve stresi içinde. Zaten yoksul olan Türkiye, daha da yoksulluk çekiyor5. Bakırköy Hatboyu’ndaki evimizin önünden zaman zaman geceleri sabaha kadar askerî birlikler ve hayvanların çektiği toplar ve yük vagonları dolusu askerler v e bindirilmiş toplar geçerdi. Bazen gündüz de askerlerin geçmesi saatler sürerdi, trafik zaten yoktu. Babam yıllarca Şark Cephesi’nde karşıda Ruslar ve gerilerinde Ermeni çeteleri ile savaşmış bir kişi olarak Osmanlı’nın Ruslardan çektiğinin idraki içinde idi. Diğer Türkler için de aynı durum söz konusu idi. Anneannemin kötü ruhlu insanlar için tekrarladığı “Moskof Gâvuru” devamlı bir tehlike idi ve SSCB’nin yıkılması ile şimdilik önemini yitirdi.

Türk’ün kafasında haklı olarak tarihten belgeli bir “Rus Tedirginliği” vardı. Rusların komünizmi kendi emperyalist amaçları uğruna kullandıkları da her normal akıllı Türk için bir gerçekti. Bunu bütün dünya da böyle biliyordu. İşte bu sabıkalı Rusya savaş talii kendine döner dönmez gizli emellerini hemen meydana çıkardı, Mart 1945’te Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Parktı’nı tek yanlı feshedeceğini bildirdi ve ardından da doğu topraklarımızdan taleplerde bulundu. Türkiye ve Türkler için çok zor bir durum. Dişine tırnağına kadar hem de Amerikan ve İngiliz modern silâhları ile donatılmış bol insan kaynaklı bir Rusya ve yorgun, bitkin, yoksul ve toparlanmaya uğraşan bir Türkiye!

Bu koşullar içinde Türk komünistleri de ellerinden geldiği kadar Türkiye’yi SSCB maskeli Rusya’nın uydusu veya düpedüz Rus toprağı yapmak için uğraşıyorlar. Bunların yayın organları da var. Başta Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel çiftinin yönetimindeki Tan gazetesi. Bu gazete Türkiye’nin SSCB ile iyi ilişkiler kurmasını savunuyor ve komünizm propagandasını yapıyor6.

Bugün sarışın Rus turistler Akdeniz otellerimizin gözde müşterileri. Hattâ Antalya’da çalışan Rusların çocuk sayısı elliyi bulduğu için Ruslar orada okul bile açtılar. Türk müteahhitler Rusya’da çok iş yapıyorlar. Koç’un ortak olduğu Ramstorlar hiper market zinciri Moskova’nın her köşesinde bulunuyor. Şunu demek istiyorum. Bugünün Türk’ü için Rus ve Rusya ve bugünün Rus’u için Türk ve Türkiye bundan altmış yıl önceki anlamı taşımıyor. Onun içindir ki bugünün yılda 6000 $ gelirli ve Rus tehlikesinin söz edilmediği ortamın üniversite öğrencisi, o zamanın 150 $ gelirli ve vatanını kızıl Rus emperyalizmine karşı korumak tarihî ve millî refleksi olan beni ve benim gibileri anlayamaz. Bugünün bu yazıyı okuyan gençleri, gözü kan bürümüş bir Rusya’nın, sizinle olan dostluk ve saldırmazlığı tek taraflı ortadan kaldırıyorum, yani, artık dostluk(!?) yok, size saldıracağım ve siz hele önceden Kars, Ardahan’ı filân bana verin, dediğini ve Tan gazetesinin de bu esnada Rus yardakçılığı yaptığını düşünsünler. Eminim o esnada hapishanede bulunan Nazım Hikmet, Ruslar gelecek diye zevkten dört köşe idi… Yazının sonunda yineleyeceğim. Bu durumda gençliğin tepki göstermesi sağlıklı bir tepkidir. Sağlıksız olan ise tepkisizliktir, yani köleliğe teslim olmak…

Siyasî ortam bu. Ben 4 Aralık 1945 günü sabah saat 09-10 sularında Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi cümle kapısına geldiğimde üniversite öğrencilerinin miting için hazırlanmakta olduğunu gördüm. Irkçı-Turancı formasyonum nedeniyle olayın geri planını az çok biliyordum. Özellikle Tan gazetesi ve Zekeriya-Sabiha Sertel çifti hakkında yeteri kadar bilgim vardı, komünist olarak ün yapmışlardı. Mitingin konusu komünistleri ve komünizmi tel’in etmekti. Ve miting ilk zamanında izlenimime göre yüzde yüz üniversiteli ağırlıklı idi. Tan matbaasının önüne gelindiğinde halktan da katılanlar vardı artık. Benim bulunduğum kısım matbaanın önüne geldiğinde bir kısım öğrenciler ve halktan kişiler Tan binasının içine girmişlerdi ve tahrip ediyorlardı, yerler kâğıt doluydu. O zaman gazete idarehanesi demek masa, iskemle, kâğıt, kalem ve değerli mal olarak köhne daktilo makinaları demekti. Tan da zaten modern bir tesis değildi. Ben rotatifin bulunduğu bölüme girdiğimde insan boyunu aşan kompleks henüz tahrip olunmamıştı. Rotatifin bulunduğu kısım kalabalık değildi ve zaten dar olan mekân fazla insan alamazdı. Tahrip için baş vurulan yöntem klâsik vandalizm idi. Anımsadığıma göre öğrenciler ve öğrenci sandıklarım matbaanın yangın söndürme tesisinin kazmaları ile rotatife vurmağa başladılar. Benim hayatımda ilk defa mütevazı bir örneğini gördüğüm rotatif7 pek kazma ile kırılacak bir konstrüksiyon değildi. Onun üzerine pek de öğrenciye benzemeyen kişiler, kurşun harflerin (hurufatın) dönen silindirlerin (onlar galiba başka bir tabir kullandılar ama silindirleri imha ettiler) arasına atılarak rotatifin bozulmasını, tahribini ileri sürdüler ve öğrencileri yönlendirdiler. Öğrenciler, üzerinde çeşitli yerlerde elektrik düğmeleri ve şalterler olan rotatifin nasıl çalışacağını bilmiyorlardı. Ben o zaman içimden, bu fikri verenler öğrenci olamaz diye, düşündüm. Bu inceliği ancak bu işin kompetanları bilebilirdi. Yetiştirilme tarzım vandalizme uygun olmadığından hiçbir şeyi tahrip etmedim. Yerlerde yürümeyi zorlaştıracak kadar parçalanmış kâğıt ve galiba sökülmüş baskı kâğıtları, bobin parçaları, basılmamış uzun rulolar vardı. Birisi, bu kâğıtlar tutuşursa yanarız, dedi ve bu benim korkudan kendimi can havli ile sokağa atmamı sağladı.

Yazıma devam etmeden önce burada iki hususu düzeltmek isterim. Bunlardan birincisi, AnaBritannica cilt 29 sayfa 196’da da sözü edilen Tan’ın “yağmalanması” yakıştırmasıdır. Bu değerlendirme yanlıştır. Tan Olayı bir 6/7 Eylül olayı değildir. O zamanın öğrencilerini de kendimi de ve şimdiki öğrencileri de “yağmacılık”tan tenzih ederim. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin en gelişmiş mekânlarında bir miktar densiz daima çıkmaktadır. Tan Olayı “sağ hareket” diye onun sol tarafından “yağmacılık”la itham edilmesi en hafif deyim ile yakışıksız bir yakıştırmadır8. Kaldı ki, Tan gazetesi idarehanesi ve matbaası yağmalanacak bir market değildir, hattâ bir köy bakkalı bile değildir. Bir de matbaanın balyozlarla tahrip olunduğuna ben şahit olmadım, en azından benim içerde bulunduğum sürede. Anımsadığım kadarı ile rotatifin yakınında bir yerde bir duvarda asılı iki-üç kazma kullanıldı. Yol boyunca üniversitelilerin elinde sopa bile yoktu. Ben görmedim. Balyoz da Beyazıt’tan Sirkeciye kadar taşınacak camcı çekici değildir!

Ben matbaayı terk ettiğimde ön kısım Karaköy yönünde idi. ABC ve Berrak kitapevlerinin, Görüşler, Yeni Dünya ve La Turquie’nin tahribini doğru dürüst hatırlamıyorum. Belki anlatılanları yaşadım sanıyorum. Ancak Tünel’deki Rus Konsolosluğu önündeki olayı, yani atlı polislerle karşılaşmamızı iyi hatırlıyorum. Hele bana çok kızgın bakan ama çiğnemeyen ağzı köpüklü iri atı ve sırtıma beni yaralamayacak kadar vuran suvarisini hiç unutmuyorum. Evet, biz öğrenciler Rus Konsolosluğu’na da girmek istedik ve özellikle atlı polislerce durdurulduk. İşi tadında bırakmamız uyarısında bulunuldu. Lâftan anlamamamız üzerine polisler sertleşti, hatırladığım kadarı ile kırbaç ve kılıç kabzaları ile (cop galiba o zamanlar kullanılmıyordu?!) ve atları üzerimize sürerek bizi püskürttüler. Hattâ bir ara bizi dar bir sokakta iki taraftan gelerek sıkıştırdılar ama sokağı tam tıkamayarak da kaçmamızı sağladılar, biraz hırpalayarak tabiî… Zaten Beyazıt’tan Beyoğlu’na kadar “komünistler kahrolsun!” diye bağırarak yürümekten yorulmuştuk…

Öğrencilerin bu hareketi– dünyanın hiçbir yerinde önlenemeyen bu kapsamdaki olaylardaki vandalizm versiyonu hariç – yerinde bir ulusal tepkidir. Bu suretle komünizm azgınlığı bir süre sinmiştir, sonra yine azmak üzere… Türkiye Türkleri iki akımdan çok çekti. Biri komünizm diğeri de şeriat düzeni peşindeki irtica! Birincisi şu anda sinik, çok daha tehlikeli olan ikincisi ise kararlı ve sistematik olarak sürdürülüyor.

Not: Aralık ayında Noel kutlaması yapacak olan Katolik ve Protestan inançlı kardeş Türklerin Noel ’ini kutlar ve Türk üst kimliği’nin hepimizin müşterek en büyük değeri olmasının devamını dilerim.

DİPNOTLARI

1- Yatmadı, çünkü o saatte Taksim Gümüşsuyu’nda İTÜ’de derste olması gereken Süleyman Demirel’in Beyazıt’ta ne işi vardı? Aynı husus Turgut Özal için de geçerli.

2- Bu kitap www.celadet.net web sayfasında okunabilir.

3- Bu program da www.celadet.net ‘te izlenebilir.

4- O tarihte Hukuk, İktisat Fakültesi son sınıf öğrencileri şu anda 82-83, Tıp Fakültesi öğrencilerinin de 84-85 yaşlarında olması gerekir. Ben o zaman İktisat birinci sınıfında idim.

5- Ben Pertevniyal Lisesi’nde öğrenci iken yemekhanede iki dilim siyah ve kıtık ekmek için birkaç arkadaş kıyasıya dövüştüğümüzü hatırlıyorum.

6- Bugün hâlâ komünizm sempatizanı olan bazı yazarlar, yüzleri kızarmadan bu insanları liberal düşünceli ve demokrat olarak tanıtmaya çalışıyor. Eğer Serteller liberal ve demokratik düşünceli sayılıyorsa Abdullah Öcalan da aynı katagoriye sokulabilir. Sadece Serteller’in ve o sırada hapisteki Nazım Hikmet’in eline fırsat geçmedi, o kadar…

7- Büyük dev rotatifleri o zamanlar filmlerden önce gösterilen dünya haberlerinde görmüştüm.

8- Solun yüzü kızarmayan kesiminin yorumuna göre müttefeik ABD bahriyelilerinin denize atılması ve ABD elçisinin arabasının yakılması övünülecek bir hamasettir.

 

Orkun'dan Seçmeler