3 Ekim 2005 târihinde imzalanan Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB)’nin içeriği resmen açıklanmadı. Ulaşılabilen tercümeler, sorumluluğu olmayan kişiler tarafından hazırlanmış metinlerdir. Dolayısıyla üzerinde yapılacak değerlendirmelerle sağlıklı bir sonuca ulaşmak zordur. Buna rağmen, başka bir imkân bulunmadığından, bu belgelerden yararlanmak mecburiyeti vardır. Belgenin resmen açıklanmayışının sebebi ‘gizlilik’ ise anlamak zor. İhmal ise sorumlusuna puan kaybettirir.
MÇB, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB)’ne giriş şartlarını açıklayan bir metin değildir. Yalnızca müzakerelerin hangi kurallar çerçevesinde yapılacağını belirlemektedir. Yine de bize önemli ip uçları veriyor.
2.maddedeki iki cümle AB’nin amacını açıkça ortaya koyuyor: 1- Müzâkereler, ucu açık bir süreç olup, sonucu önceden garanti edilemez. Doğrudur. Sonuç önceden garanti edilirse, müzakereye gerek kalmazdı. Türkiye’den önce AB’ne üye olan 10 ülke ile imzalanan metinde, ayrıca; ‘Müzakere kavramının tabiî anlamı gereği’ cümlesi vardır. (Bu inceliğin Türkiye’den esirgenmiş olmasının bir anlamı olsa gerek.) 2- Kopenhag kriterlerinin tam değerlendirmesi, AB’nin hazmetme kapasitesi de göz önüne alınarak, eğer Türkiye’nin tam üyelik yükümlülüklerini tamamen üstlenecek konumda olmadığını ortaya koyarsa, Türkiye’nin mümkün olan en güçlü bağ ile Avrupa yapılarına bağlanması sağlanmalıdır. (Cümlenin anlamı açıktır: Günün birinde AB, ‘Parçalara ayrılmamış bir Türkiye’yi hazmedemiyorum. Onun için tam üyelik veremem. Ya hazmedeceğim şekilde parçalara bölünün veya, imtiyazlı ortaklık adı altında ikinci sınıf üyeliğe râzı olursunuz.’ demek hakkını saklı tutuyor.)
3.maddede; …müzakerelerin askıya alınabileceği, uyarısı yapıldıktan sonra, tekr ar başlaması için karşılanması gereken şartlara yönelik tekliflerde bulunulabilir. Deniliyor. (Bugüne kadar AB, verdiğimiz tâvizleri dipsiz varile atmıştı. Yeni tâvizler de aynı yere konulacak ve varil asla dolmayacak.)
Diğer taraftan Kopenhag Kriterleri; sınırları belli olmayan, yerine getirilip getirilmediği daima tartışmalara açık bulunan hükümler ihtiva etmektedir. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, azınlıkların korunması, iyi komşuluk ilişkileri, Kıbrıs meselesinde kapsamlı (?!) bir uzlaşma… gibi.
Bu ifâdeler; Yunanistan’ın her isteğini yap, Kıbrıs üzerindeki bütün haklarından vazgeçmek suretiyle kapsamlı bir uzlaşmayı kabul et… Anlamına gelmiyor mu? Azınlıkların korunması ne ola ? Devlet kurma hakkı verilmesi söz konusu mu ? Bu sorulara cevap istemek hakkımız var mı? Yoksa, hangi demokrasiden söz ediliyor ?
11. madde gereğince Türkiye’nin AB üyeliğine kabul edilmeden önce imzaladığı milletlerarası anlaşmalar, topluluk müktesebatına aykırı ise iptal edilecektir. (Edilebilecek mi ? Edildiğinde (AB’nin katkısı olmayacağına göre) sonuçlarına katlanılabilecek miyiz ?)
12. madde ‘Kişilerin serbest dolaşımının nihai olarak sağlanması ile ilgili karar alma sürecinde, her bir üye devlete maksimum ölçüde rol tanımalıdır.’ Diyor. (Anlaşılıyor ki sadece işçilere değil, tüccar ve sanayiciye de serbest dolaşım hakkı verilmeyecektir.)
Yukarıdakilerle birlikte bir kısmı eskiden de bilinen diğer şartlar şöyle özetlenebilir:
*Müzakereler 2014 yılı ve sonrası dönem için geçerli olacak. (Bu en erken târihtir. 2023’e kadar uzayabilir.)
*Türkiye AB’ne bir istisnayla birlikte dâhil olacaktır. (O istisnanın ne olduğu bilinmiyor.)
*Müzakereler, üye ülkeler ve diğer aday ülkeler tarafından yönetilecektir. (Kıbrıs Rum kesiminin de dâhil olacağı müzakerelerden nasıl bir sonuç çıkacağını kestirmek için kâhin olmaya gerek yoktur.)
*Kısmî müzakerelerin olumlu sonuçları, genel bir anlaşma olmadan hüküm ifade etmeyecektir. Bu konudaki kararlar komisyonun oy birliği ile alınacaktır. Konu başlıklarına yeni ölçütler (şartlar) eklenebilecektir. Müzakereler uzadıkça yeni ölçütler konulacaktır. (Bu madde için de dipsiz varil hükümleri geçerli olacak.)
GENEL DEĞERLENDİRME
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan ve günümüzde de devam eden süreçte oluşan batı ile ilgili görüşler üç ana grupta toplanabilir. 1- Batılı ne yapıyorsa aynen yapmak. 2- Batılının bütün değerlerini reddetmek. 3- Batının iyi taraflarını almak, bize uymayan özelliklerine kapımızı kapatmak. Her bir görüşü benimseyenlerin kendilerine göre ayrı gerekçeleri var.
Üç görüşten birinin tercihi konusunda millî mutabakata varılamadı. Görüşlerin üçü de değişik kesimler tarafından benimsenip uygulandı. Bu sebeple ne tam anlamıyla batılı olabildik, ne de kendimiz olarak kalabildik. Tercihler, yalnızca tercih sâhiplerini etkilemekle kalmadı, sonuçlarına milletçe katlandık. Eğri otursak bile doğru konuşmak gerekirse, yararlandığımız durumlar da olmadı değil.
İlk çağlardan bu yana, insanlar gibi milletler de Robenson hayatı yaşayamıyorlar. Millet olarak uzun yıllar, disiplinli rejimlerin çizdiği sınırlar içerisinde içe kapalı bir hayatımız oldu. İçeride de temel hak ve hürriyetlerin kısıtlandığı dönemler yaşandı. Bunlar, insanlarımızın serbest iradeleriyle benimsenen tercihler değildi. İşbaşındaki siyâsî kadroların uygun gördüğü yönetim biçimi idi. Millet-Devlet ilişkilerinin sağlıklı zeminlere oturtulamamasının sebebi bu olsa gerek.
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Topluluğu (AT) ve Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerimizde de aynı sıkıntılar yaşanıyor. Yönetimdekiler, milletimizin eğilimlerini belirlemek yoluna (Anayasamızın âmir hükmüne rağmen) gitmediler, gitmiyorlar.
Görüş ayrılıkları devam ediyor. Basın aracılığı ile kamuoyuna yansıyan görüşler iki grupta toplanabilir: 1- AB’ne girildiğinde milletlerarası değerler ortak paydasında buluşulacağı, hürriyetlerin daha geniş alanda ve anlamda uygulanacağı fikrini savunanlarla, bu saatten sonra dönüşün imkânsız olduğunu iddia edenler. 2- Millî egemenlik haklarımızın ve bütün millî değerlerimizin zedeleneceği ve hatta yok olacağı tezine dayanarak AB’ne her şart altında karşı çıkanlar.
Elbette meselenin gri tonları da var.
10 Aralık 1991 tarihli Maastricht Anlaşması’ndan sonra AB, milletlerarası bütünleşmeyi amaç olarak kabul eden bir kuruluş hâline gelmiştir. Yalnız ekonomi ile ilgili değil, siyâsî, sosyal, kültürel, adlî, askerî… bütünleşmeler da söz konusudur. Bütünleşmelerin, millî bağımsızlığımızı olumsuz yönde etkilememesi imkânsızdır. Etkilenmenin sınırı bizim elimizdedir. Bu imkân şahsiyetli dış politikalarla kullanılabilir.
SONUÇ:
MÇB’nin imzalanması sancılı oldu. Müzâkerelerin daha da sancılı olacağı tahmin ediliyor. Uyum Kanunları’nın uygulanmasında da sıkıntılar yaşanacak. Bunlar, gerçek zorluklardır. Zorlukları aştığımız takdirde, kazanımlarımızın ne olacağı ve ne zaman gerçekleşeceği bilinmemektedir.
AB; geleceğimizi, kültürel kodlarımızı göz önünde bulundurmaksızın şekillendirmek istiyor. Değişin ! Diyor.
Değişecek miyiz ? Ne kadar değişeceğiz ve bu değişikliklerden kim daha fazla yararlanacak?
En doğru kararı Türk milleti verebilir.



