Ana Sayfa 1998-2012 Türkiye’nin Irak politikası

Türkiye’nin Irak politikası

1926 Ankara Antlaşması, iç işlerine karışmama, daha önce Sevr’de çizilen ve BM. tarafından onaylanan sınırların güvencesi ve iki devlet arasında teamüllere uygun ilişkiler ön plânda tutularak imzalanır. Türkiye’yi tarihî, siyasî, coğrafî bakımlardan yakından ilgilendiren konular üzerinde durulmaz.

1921 yılından önce, tarihin hiçbir döneminde Irak devleti diye bir devlet olmamış, kurulmamış. Osmanlı Devleti’ni İngilizlerle iş birliği yaparak arkadan vuran kişi 21 Ağustos 1921 yılında, yapay bir devlet olan “IRAK”a kral olarak getirilir. Arkasından da yalnız Türklerin (Türkmenlerin) hayır dediği referanduma gidilir, tahta oturtulur.

Bütün veriler ve belgeler, yeni kurulan ve eski Osmanlının üç vilâyetini kapsayan Irak’ın sınırları içersinde kalan nüfusun % 14-15’inin Türkler, %16-17’sinin, Kürtler ve %65’inin de Araplardan oluştuğunu göstermektedir. % 1-2 arasında da Asürî, Keldanî bulunmaktadır.

Türkler (Türkmenler), hiçbir güvence altına alınmadan, antlaşmada adları yazılmadan bu yapay Krallık içersinde 1926 tarihinden itibaren bırakılmışlar, âdeta terk edilmişlerdir.

Kürtlerin güvencesi bugün nasıl ki ABD, ise o zaman da iş birliği, güç birliği yaptıkları İngilizler idi.

1926 yılından sonra:

– Doğal kaynaklar satılmış, vazgeçilmiş (500.000 İngiliz lirası)

– Güneydoğumuzun coğrafî bir uzantısı olan Irak’ın “Kuzey’i” ESKİ MUSUL VİLÂYETİ, ilerde ne olacağı tam hesaplanmadan İngilizlere kalmış, Türkiye O günkü şartlar sonucu Misâk-ı Millî sınırlarında olan bu toprakları bırakmak zorunda kalmıştır.

Irak’ta 1944 yıllarından sonra gâh İngilizlerin, gâh Rusların tahriki ile bağımsızlık isteyen Kürtler, zaman zaman isyan etmiş ve bu isyanlarının bir sonucu olarak da 1959 Kerkük katliamı yapılmıştır. Ne yazık ki, Türkiye’nin Irak politikası diye bir politikası olmadığından, (ki o zaman Irak’la ne amaç güttüğü, ne işe yaradığı, yarayacağı bilinmeyen Bağdat Paktı vardı) isabetli, millî çıkarlarımız doğrultusunda, ilerisi hesaplanmadan değerlendirilmemiştir.

1959, Kerkük katliamı, Irak Hükûmeti, Türkiye Devleti ve Türkmenler için çok önemli bir dönüm noktası idi, bu iyi değerlendirilmedi, bu, bir Kürt devletinin temellerinin atılması ve çevresini sınaması ve Kerkük’e hâkimiyet denemesi, bir yerde duyurulması anlamına geliyordu, üzerinde ciddî olarak durulmadı, hele Türkiye bu katliamı hiç ciddîye almadı.

Irak o yıllardan sonra siyasî Kürt isteklerinin baskısı altına girecek, süreç bugünlere geldiğinde, Kürt kimliği ile bir kişi Irak’ta Cumhurbaşkanı olacaktır.

17 milyon Arap, 3 milyon Türk’e karşı 4 milyon Kürd’ün bu gerçeği ile bugün karşı karşıyayız.

Yapay olarak kurulan Irak devleti dağılmış, yıllar sonra da olsa, bütün Avrupa ülkeleri, başta İsrail DESTEKLİ Kürtlerin çalışmaları, isyanları ve ABD’nin WİLSON PRENSİPLERİ doğrultusunda ve Türkiye’nin bu konudaki duyarsızlığı ve günü birlik istikrarsız politikası, nazarı itibara alınarak, Irak’ta federal bir yapıyla birlikte, Kürtçe, Arapça resmî dil olarak kabul edilmiştir.

Sünnî bir kısım Arapların direnişinin önemli seb eplerinden birisi de Kürtlerin devlete fiilen ortak olmalarından gelmektedir. Nitekim hükûmet kurulduktan ve Talabanî cumhurreisi tayin edildikten sonra, direnişçi eylemlerinin bir kat daha arttığını görmekteyiz.

Türkiye bu durumu, bu vaziyeti çok ciddî olarak düşünmelidir, politikasını eğer varsa, sonuçlarını görerek, yanlış olduğunu değerlendirip, yeniden millî çıkarlarımız, birliğimiz, bütünlüğümüzü göz önünde tutarak gözden geçirmelidir, yoksa yok olduğu kanaatindeyiz. TÜRKMENLERİ ön plânda tutarak AB ve ABD’den bağımsız, millî bir politika ortaya konulmalıdır, uygulanmalıdır.

Bu aşamadan sonra Sayın Başbakanın ve Sayın Dışişleri Bakanımızın Türkmenler büyük tahribata uğradıktan sonra, gidin bundan sonra kendi ayaklarınız üstünde durun, demelerini, bunu, Kürtler bu kadar yetki ve Kerkük’e talip olduktan sonra tavsiye etmeleri ve seçim sonuçlarından onları suçlu tutmalarını anlamak mümkün değil.

Türkmenlere gelince, 1959 katliamından sonra ileriyi görüp, derlenip örgütlenip, tam anlamı ile toparlanamadıkları bir gerçektir. Her şeyi Türkiye’den beklediler, Türkiye’yi dinlediler, Türkiye ne derse o doğrudur, ona inandılar, bir gün gelecek şanlı ordu KIBRIS’a gittiği gibi Kerkük’e gelir umudu içersinde yaşadılar. Bugün de hâlâ o inanç ve umut içersindedirler. Halbuki Türkiye’nin gerçeği bu, değişik siyasî partilerin yönetiminde bir Türkiye. Hele bugün AB ve ABD’nin isteği doğrultusunda siyasal kürtçülüğün isteklerine, yanı başımızda düne kadar kırmızı çizgilerimiz olan Kürt Federe devletine ışık yakan, her türlü yardımdan kaçınmayan bir iktidar var.

Telafer’de katliam oluyor, her gün ABD kuvvetleri eşliğinde çoğunluğu peşmergelerden oluşan, ulusal Irak kuvvetleri, Telafer’in sivil yerleşim yerlerini yıkarken, yakarken, insanlarını evlerinden zorla çıkarırken, hareket eden her canlıya ateş ederken, İncirlik üssünden kalkan uçaklarla bombalanırken, yaralılarını tedavi edip şehitlerini gömemezken, 4.5.2005 tarihinde Erbil’de patlayan bombadan sonra Dışişleri Bakanı’nın, hemen Barzanî’ye üzüntülerini bildirmesi, yaralı peşmergeleri yeni açılan Erbil havaalanına özel uçak gönderip, Ankara’da tedavi ettirmesinin yorumunu okuyuculara bırakıyorum. Yanı başında kendi ırkından, soyundan her gün onlarca insanın ölüyor, ses seda yok, çünkü ABD öyle istiyor, onları öldüren, saldıran Kürtlere yardım et, destekle ve ondan sonra da benim politikam var de. İsmet Paşa’nın dediği gibi “Hadi canım, sen de”.

Türkmenler bir an önce bir lider etrafında toparlanmak zorundadırlar. Yakında seçim var, sayımı ısrarla çalışarak, çatışarak yapmaları gerekmektedir. Anayasa konusu var, çok ciddî olarak bu konuda da hazırlıklı olmalıdırlar. Her ne olursa olsun onların gözü, kulağı yine şanlı ordudadır, Mehmetçik’tedir ve yüce Türk milletinin kutsal bildikleri ordusundadır. Telafer’de evi yıkılan, çocukları enkaz altında kalan annenin çırpınışları, “Türk Ordusu neredesin? Gel beni kurtar bu zalimlerin elinden!” Diye haykırışlarını içim kan ağlayarak dinledim. Irak seçimlerinden 4-5 gün önce Telafer ilk olarak bombalanıyordu. Sayın GÜL birkaç gün sonra, bir demeç vererek sahip çıktı, arkasından da Kızılay yardımı yetişti Telafer’e, halkın coşkusu, Türkiye bize yetişti sevinci, bir caddeyi Abdullah Gül Caddesi olarak ilân etmelerine vesile oldu. İşte o caddede, perişan halkın Abdullah, Abdullah, nerdesin, Türkiye nerdesin, feryatlarını ağlayarak seyrettim.

TÜRKMENLERİN POLİTİKASI VAR MI? VARSA NEDİR?

Kimseyi eleştirmeden her Türkmen ben ne istiyorum diye düşünmeli, isteğim varsa ben bu isteğimi gerçekleştirmek için ne yaptım, bundan sonra ne yapmalıyım, demelidir.

Kimisi kalemi, kimisi maddî gücü, kimisi siyasî alanda, kimisi de sahada çalışır, ben neredeyim, düşünülmesi gereken önemli, hayatî bir konudur bu soru, bütün Türkmenler için.

Geçen zaman içersinde ben ve benim gibi sahanın gölgesinde kalem erbabı, isteğin gerçekleşmesi uğruna, ortaya koyduğumuz ilke, Türkmeneli topraklarına ve yaşayanlarına, “başkalarına ne hak ve hukuk veriliyorsa onlara da verilmeli” doğrultusunda idi. Bugün de aynı düşüncedeyiz, çalışmalarımız değişmeden sürecektir.

Ben 20 yıl zindanda yattım, falan kişi idam edildi, ne için sorulduğunda, çalışmalarının ve isteğinin ne olduğunu anlatamadan, tek kelime olarak: “Türk olduğum için” diye ifade edilmekte.

Peki, hakkı elde etmek için ne yapmalı, bak Talabanî veya Barzanî biz bu günlere “Peşmerge” sayesinde geldik, Peşmerge olduğumuz için haklarımızın önemli kısmını elde ettik, amaca varıncaya kadar da etmeye devam edeceğiz diyorlar.

Türkmenler önlerine yol, amaç ve neticeye varmak için eylem plânı koymamışlar, hâlâ de koymuyorlar, koyamadılar.

Onlar dört parçaya ayrılmış Kürdistan’dan bahis ederek, bu parçaları tek bayrak altında birleştirmek için peşmerge olmuşlar (fedaî), Türkmenler hâlâ Irak’ın bütünlüğünü masa başında, efendice ve de demokrasinin “D” si olmayan işgal edilen bir ülkede, ABD’nin isteği, Türkiye’nin emir komuta zinciri içinde, 1990 yılından beri parçalanmış olan bu toprakları birleştirmeye çalışıyorlar. Olmayan duaya âmin diyerek. Savunmasız, direnişsiz, akıncısız, senin ecdadının kanı ve teri ile sulanan toprağında gözü olan “peşmerge” karşısında.

1. Körfez savaşından sonra Türkmenler İKİ’ye bölünerek bir savaşa başladılar, önlerine gizli amaçlar içeren bir YOL haritası konuldu, pembe hülyalarda gezen, uzağı görmeyen, Türk millî çıkarlarının ne olduğunu idrak edemeyen komutanlar ve Erkânıharpler, adı seçim olan tayin ile bilmedikleri tanımadıkları sahaya sevk edildi. Yol, Türkiye’yi Sevr’e götüren yol idi. Komutanlar ceketli kravatlı ve de uyumlu.

Ve 1990 yılından 2003’ün 10 Nisan gününe kadar yöneticiler ve yönlendirenler halka her şeyin mükemmel, kendilerinin de her konuya hâkim olduklarını Dış İşleri Bakanımızın buyurdukları gibi “vaziyeti ve durumu yakından takip ettiklerini” söylediler, demeçler verdiler, bir baktılar ki Kerkük yağmalanıyor, Kürtler her tarafı kontrol altına almış ve milleti koruyan, koruyacak olan 2000 AKINCI’dan eser yok, kırmızı çizgilerimiz gibi o da yok olmuş ve Kerkük Kürtlerin kontrolü altına girmiş. Kerkük nâçar, Türkmen perişan ama komutanlar muzaffer!

Plân nerde, program nerde, onlar da kırmızı çizgilerimiz gibi başlarına çuval geçirilerek yok oldular.

2000 akıncımız var diyenleri milletin karşısına hiç sıkılmadan çıkıp tekrar beni komutan tayin edin diyenleri ve bunu isteyenleri, tarif etmek mümkün değil.

Yine yanlış yönlendirme ile ayni zihniyetli kadro geçmişten ders almadan, halkına ve yüce Türk Milletine karşı sorumluluğu idrak etmeden veya onları umursamadan, bile bile sayım yapılmadan seçime halkı soktu, netice utanç verici, ama komutanlar yine muzaffer ve bütün suç halkta, halkında. Her tarafa ateş yağıyor, hilenin, oynanan oyunun haddi hesabı yok, sen Kerkük’te dahi gerekli hazırlığı yapmadan, tarih önünde hem kendini, hem toplumunu ve de en önemlisi de toprağını kayıp et, bilerek ettir, ecdadının yattığı toprağına ortak bul ve bu ortaklığı da hoş görüp, mazeretler ileri sürerek kabul et, ondan sonra da benim politikam var, o da IRAK’ın BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUMAKTIR de, ya Türkmenlerin bütünlüğü, birliği, siyasî gelecekleri ne olacak? Ankara’dan ve Kerkük’ten yükselen seslere, Türkmenleri temsil eden onlardır, bizleriz diyenlere bir çift sözümüz olacak: Türkmenlerin, Kerkük’ün, Telafer’in ve Erbil’de bazı merkezlerin KDP’ye devredilmesine ne buyurulur, son duruma ne dersiniz?

Seçim sonuçları sahada olan siyasî kuruluşların alenen bir hezimetidir, sorgulanması gerekli, Telafer’den yükselen feryat sesleri bunun açık bir göstergesidir, Hanekin ve Kızlarbat halkı Türkmeneli TV’de, ilk olarak sizleri görmekteyiz (22.05.2005), bugüne kadar hiçbir kuruluş buraya gelmedi, bizlere kimse birşey anlatmadı, biz Türk’üz, ne olursa olsun Türk olarak kalacağız ve bunu bir Türkmen hanımının ifade etmesi çok anlamlıdır. Peki eğer bir Türkmen politikası olsaydı, bu yörelere şimdiye kadar gidilmez miydi? Seçim ve diğer etkinlikler için niye alt yapı hazırlanmadı? Hazırlanmazdı, çünkü Kerkük’te bile 2000 akıncının yerinde yeller eserken Hanekin’de, Telafer’de sen halkını ve SEÇİM SANDIKLARINI nasıl koruyacaksın? Kerkük’te bunu sağlayabildin mi?

Telafer yanıyor, birkaç ay sonra seçim veya sayım yapılırsa, Türkmenlerin lehine sonuç almak zordur, Kerkük’te Kürtler iyiden iyiye şehre ve çevresine hâkim olmaya çalışırlarken, Türkmenler başaramadıkları KURULTAY’ı başarmaya çalışıyorlar.

Temenni edelim ki, “22.05.2005 akşam saatlerinde Korya ve Büyükpazar’da, Kürt Binbaşı Abdulla Asker’in halka saldırıları, dövmeleri, dükkânları tahrip etmeleri bir katliama dönüşmesin.

Türkmenler bugüne kadar millî çıkarları doğrultusunda, TÜRK KİMLİĞİNİ ilk plânda tutarak, plân, program ve hedef saptamalıdırlar, bundan sonra, tez elden Telafer’den Bedre’ye kadar ORTAKLIK KABUL ETMEDEN, Türkmeneli toprağını korumak için, Anavatan Türkiye’nin Türk millî çıkarları ön plânda tutularak, var güçleri ile, o parti bu parti demeden birleşip çalışmaya bir an önce başlamalıdır. Savaş kayıp edildi AMA TÜRK MİLLETİ YENİLMEDİ, TÜRKMENLER AYAKTADIR, AYAKTA DURMAYA, KANLARININ SON DAMLASINA KADAR DEVAM EDECEKLERDİR, ETMEK ZORUNDADIRLAR.

 

Orkun'dan Seçmeler