HEPİMİZİN bildiği gibi yavru vatanda çok önemli bir seçim oldu. Bu seçim belki de Kıbrıs tarihindeki en önemli siyasî sonucu belirlemiştir. Nedir bu siyasî sonuç? Önce kâğıt üzerindeki olacakları tartışalım: Kıbrıs bundan sonra koalisyon hükûmetleri ile yoluna devam edecektir. 15 Şubat 2004’e kadar koalisyonun kurulmaması hâlinde tekrar seçime gidilebilir. Yeni seçim tarihi de Nisan gibi görünmektedir. Eğer hükûmet kurulabilirse şu anki görüntüye göre CTP+DBH+DP koalisyon ortakları olacaktır.
Bir de esas işin en önemli bölümüne bakalım, siyasî gelişmelere ve bu seçimlerin siyasî sonuçlarına: Ülkemizdeki basının çoğunluk olarak kanaati bu seçimlerin galibi statükocu olarak gösterdikleri Türkiye Cumhuriyeti’dir. Aslında burda hedef gösterdikleri kesim çok açık değildir. Daha önce AKP hükûmetinin AB politikalarını öven basın kuruluşları, gene AKP hükûmetinin Kıbrıs konusundaki tavrını destekliyordu. Durum böyle olunca, şu bahsettikleri STATÜKOCU Türkiye Cumhuriyeti de kimdir?
Demokrasi ile yönetilen Türkiye Cumhuriyeti’nin seçimle başa gelen AKP hükûmeti bizi yönetmiyorsa bizi kim yönetmektedir? Eğer AKP bizi yönetiyorsa neden basın AKP’yi statükoculukla suçlamak yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni suçlamayı tercih ediyor? Yoksa AB yanlısı politikalarından taviz vermeyen hükûmet ve basın kuruluşları aslında farklı bir hedefi mi işaret etmektedirler? Bu noktada içten içe AB parlamenterleri tarafından, demo krasinin ve AB kriterlerinin uygulanmayışının adresini şerefli ordumuz ve Atatürk’ün felsefesi olarak gösteren bu dış kaynaklara şimdi de basın kuruluşlarımız mı eklenmektedir?
Herkesin çok dikkat etmesi gerektiğine inandığımız bir hususu belirtmek istiyorum. Ege sularında 12 mil tartışmasının hâlâ Yunanistan tarafından süregelmesi ve Türkiye sınırlarının nerdeyse içine kadar girmiş Yunan adaları, ülkemizin kabiliyet alanını daralttığı gibi, AB hayâliyle şimdi de Kıbrıs’ın Yunan adası olması istenmektedir. Kıbrıs’ın Yunan adası olması demek ülkemizin kabiliyet alanının iyice yok olması demektir. Bugün güney Kıbrıs, kara para aklama merkezliğinin yanı sıra dünyadaki bir çok teröristin gerek para nakliyesi, gerekse insan nakliyesinde kilit konumdadır.
Bir takım aydınlar Kıbrıs ekonomisinin Türkiye’ye olan yükünün ağırlığından yakındıkları gibi, Güney Kıbrıs’ın güçlü ekonomisinin Türk tarafını da refaha kavuşturacağını düşünmektedirler. Teorik olarak kulağa hoş gelen bu inanış pratikte gerçekten mümkün müdür? Pratikte mümkün olmamasının en büyük engeli Annan plânıdır. Annan plânına göre kısa vadede Türk tarafı topraklarının büyük bir çoğunluğunu koruyor görünse de uzun vadede koruyamayacağı ortadadır.
Güney Kıbrıslılar, toprak alımını kâğıt üzerinde başaramadıkları takdirde, ekonomik olarak zaman içerisinde başaracaklardır. Türkiye’den giden yardımlarla ve hemen hemen Türk Kıbrıslının % 70’i memur olarak Türkiye’den direk maaş alarak geçimlerini tayin ettiren vatandaşlarımız, zaman içerisinde topraklarını Güney Kıbrıslılara satacaklardır. Uzun vadeye baktığımız zaman, eşit iş olanaklarına kâğıt üzerinde sahip görünseler de, ancak gene pratikte Yunan patronlarının kendi işçisini kayırması ile zaman içerisinde işsizliğe mahkûm edileceklerdir. Bunun sonucunda da Kıbrıs Türkü asimile olup göçe zorlanacaktır. Bireysel olarak Kıbrıs Türkü yok edileceği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ege’de kaybettiği kontrolüne, bir de Akdeniz eklenecektir.
Yukarıda saydığım bu ihtimaller nedense hiç konuşulmaz hattâ varlığı bile göz ardı edilir. Bunun sebebi AB’ye olan güven ya da vizyondan uzak hiyanet içindeki siyasîlerle beraber bazı basın kuruluşlarıdır. AB’ye 1950’lerden beri girmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti aydınları, siyasîleri nasıl olur da AB’ye bu kadar itimat etmektedirler? Madem AB’ye dahil olacağız, o zaman Kıbrıs’ın bir an önce güneye katılması veya Annan plânının harekete geçirilmesi neden bu kadar elzemdir? AB’ci kesim en fazla 10 ilâ 15 yıl içinde AB’ye gireceğimizi iddia ediyorlar. O zaman bu acele nedir? Kıbrıs meselesi AB’ye girmiş güçlü bir Türkiye ile daha iyi müzakere edilir konumda olacağına göre, Türkiye’nin ya da yavru vatanın bu kısa zaman dilimi içerisinde ne gibi bir kaybı olabilir?
Durum böyleyken biz herkese şu soruyu sormak istiyoruz: AMACINIZ KIBRIS’I SATIP TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN GÜCÜNÜ YOK EDİP DAHA SONRA KURMAYI ARZU ETTİĞİNİZ KÜRDİSTAN’I AB NORMLARI İÇERİSİNDE HAYATA GETİRMEK MİDİR? Değilse, bu çıkardığınız yaygaranın amacı nedir? Neyi paylaşamıyorsunuz? Neyin hesabı içerisindesiniz? Açıklayın!
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Annan plânını harekete geçirmek için Kıbrıs’ı pazarlık hâline getirmeye hiç mi hiç ihtiyacı yoktur! Esas acelesi olan Güney Kıbrıs’tır. AB’ye üyeliği resmen 2004’ün Mayıs ayında başlayacak olan Güney Kıbrıs’ın tek başına, Kuzey Kıbrıs’ı topraklarına katmadan girmesi, uzun vadede AB içerisinde hem siyasî hem de ekonomik olarak problem yaşayacağı anlamına gelmektedir. Madalyanın bu yüzüne hiç bakmayan aydınlar ve siyasîler ya da bakıp görmezden gelenler hangi ülkenin menfaatlerini savunduklarını net bir şekilde açıklamalıdırlar!
Bize  göre  Kuzey  Kıbrıs’taki  Annan  plânı  kisvesi  altında  başlatılan  oyunlar,  seçimlerin  sonuçları  ile  hüsrana  uğramıştır.  Bu  kadar  tehdit  ve  rüşvet  altında  dahi  dışardaki  ve  içerideki  hainler  plânlarını  başaramamışlardır.  Ancak  bundan  sonrası  çok  daha  önemlidir.  Bu  kesimin  yapacağı  ilk  hareket  Denktaş’ı  müzakerelerde  saf  dışı  bırakıp  yerine  teslimiyetçi  bir  siyasîyi  masaya  oturtmak  olacaktır.  Önümüzde  çok  kritik  bir  altı  ay  söz  konusudur.  Bu  altı  ayda  ince  siyasetten  hem  Türkiye  Cumhuriyeti,  hem  de  Kuzey  Kıbrıs  Türk  Cumhuriyeti  ödün  vermeden  çıkabilirlerse,  Kıbrıs’ın  Yunan  adası  olmasına  büyük  bir  çelme  takılmış  olur!
                      


                                    

