Ana Sayfa 1998-2012 Kısa Kısa Takıldıklarımız: “Kızıl Danny”nin Türkiye Teftişi

Kısa Kısa Takıldıklarımız: “Kızıl Danny”nin Türkiye Teftişi

İnsan hakları dayatmaları, hapishanelerin teftiş edilmesi, alınan mahkeme kararlarının yok sayılıp kimin serbest bırakılıp bırakılmayacağı, idam edilip edilmeyeceği konusunda talimatlar vermek, azınlık ırkçılığını körüklemek, yol göstermek, Türkiye’nin geleceği üzerinde öneriler ileri sürmek, bu fikirlerini gerçekleştirmek için ekonomik reçeteler sunmak, istekler yerine getirilmezse veya karşı fikir ileri sürülürse AB sopasını gösterip tehdit etme alışkanlığından Batılı devletlerin kendilerini hâlâ kurtaramadıklarını anlamaktayız.

Bu kriterlere göre kısa kısa takıldıklarımızı sıralamaya başlayalım:

AB-Türkiye Karma Parlâmento Komisyonu (KPK) Eşbakanı (1968’lerin Kızıl Danny lâkaplı öğrenci lideri) Daniel Cohn Bendit ülkemizi şereflendirdiler ve buyurdular:

“-Güneydoğu sorununu çözün.

Kürt grup adına masaya, bölgedeki belediye başkanları, meselâ Diyarbakır Belediye başkanı ile oturabilirsiniz. Arabulucu olarak İrlanda barış sürecinde etkili rol oynayan Avrupa komisyonu üyesi Chirs Pattern veya Papa çağrılabilir. 312. madde kaldırılmalıdır.

Öcalan asılırsa Türkiye AB’ne giremez…”

Bu ifadeleri sıralayan zat-ı muhteremin 1994 yılından beri hapiste bulunan Leylâ Zana ile resmî görüşme talebine önce “-Görüştürmeyiz” çıkışını yapanların daha sonra zevahiri kurtarmak için “-resmî statü ile değil, kişisel olarak görüşebilir” diyerek izin vermesiyle bu görüşme ve hapishane teftişi de tamamlanmıştır.

Alaycı bir ifade ile “-hangi statü ile görüştüğümü ben bile anlayamadım” diyen küstaha karşı bizi bu zillete mahkûm edenleri önce Türk milletine sonra Allah’a havale ediyoruz.

•••

Müteakiben Terör Mağdurları Derneği yetkilileri ile ayıp olmasın diye yaptığı görüşmede, dağarcığında konuşacak haklı bir şeyi olmayan bu küstah; tartışmanın alevlenmesi, şehit ailelerinin temsilcilerinin “-Eğer Türkiye APO gibi bir terörist sayesinde AB’ne girecekse hiç girmesin daha iyi” demeleri üzerine; “Burada keselim” diyerek görüşmesini bitirmiştir.

Aynı şekilde geçtiğimiz Mart ayı içerisinde, Avrupa Komisyonu Türkiye temsilci yardımcısı Neil Leonard’ın Türkiye’de yaptığı ziyaretlere, özellikle insan hakları örgütlerine, bölücü yandaşlarıyla temaslarına dayanamayan Başbakan Ecevit’in haklı isyan ve tepkisine ayıp olmasın diye, Terör Mağdurları Derneği’n ni de ziyaret ederek şehit yakınları ile yaptığı görüşme de tansiyonu yükseltmiş, şehit yakınlarımızın haklı tepkilerine yol açmıştı.

Bu kasıtlı, sistematik ziyaretler ülkemizi yolgeçen hanına çevirmektedir. Bir taraftan nifak tohumları saçılmakta, diğer taraftan da tepkilerimiz ölçülmektedir. Bazen gerip, bazen boş bırakmak suretiyle bu gidiş gelişlerin kanıksatılıp, fikirlerinin benimsetilmesi, oldu bittiye getirip isteklerinin kabul ettirilmesi amacı güdülmektedir.

•••

Balkanlar-Kafkaslar-Orta Doğu üçgeninde yer alan Türkiyemiz bu bölgede prese edilmek istenmesine rağmen cazibe merkezi olmaya devam etmektedir. Ve bu bölgelerdeki gelişmeler bizi ilgilendirmektedir.

NATO’nun Yugoslavya operasyonu üzerinden bir yıl geçmiştir. Bölgede hâlâ bir belirsizlik hâkimdir. Balkanlardaki kimlik arayışı devam etmektedir. Kosova’da Arnavutlara yönelik Sırp saldırı ve şiddeti şimdilik durdurulmuş, ancak Kosova’daki şiddet sona ermemiştir. Tansiyonu yüksek tutmak için Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK)’nun devamı niteliğindeki bir örgüt, Sırbistan’ın güneyine saldırılar düzenlemektedir. Bu tempo devam ederse bahar ve yaz aylarında sıcak çatışma olabilir.

Makedonya’daki Arnavut ve Makedon nüfus arasındaki gerginlik de bu sıcak gelişmeden etkilenecektir. Yeni bir ayrılıkçı şiddet dalgasına yol açmasından, olayların Karadağ ve Sancak’a da sıçramasından endişe edilmekte, birtakım olumsuz gelişmeler yaşanmaktadır.

Balkan ülkelerindeki azınlıkların medya grupları; olumsuz genellemeler, ön yargılara dayalı yorumlar, nefreti körükleyen, şövenist, milliyetçi ifadeler kullanmaktadır. Bu yaklaşım bölgedeki sorunu, Balkan ülkelerinin belirlemesini engellemeye yönelik bir tavır almıştır. AB fiilen devrededir ve Balkan ülkelerinde tek kurtarıcı hüviyetine bürünmek, Balkan ülkelerinin kendi problemlerini kendilerinin çözmesini engellemek gayretlerini kamufle etmeye çalışmaktadır.

Özellikle Kosova Türklerine karşı Tito döneminde bile yapılmayan baskılar başlamıştır. “Kosova’da Türk de var” demiştik. Tekrar ediyoruz, Kosova’da Türk de var ve biz Anavatan Türklüğü olarak evlâdı fatihan torunu Kosova Türklerine yapılanları ibretle ve üzüntüyle izliyoruz.

Sırp saldırılarının sona ermesinden sonra gelişen olaylar, Barış gücünün şemsiyesi altında yaşayan bazı fanatik Kosovalı Arnavutların son zamanlarda Türk varlığına yönelik tutum ve saldırılarını, okullardaki eğitimlerini engellemelerini, geçmişteki nankörlük ve ihanetlerini hatırlayarak ibretle izliyoruz.

Türk’e ihanetin bedelini geçmişte olduğu gibi ödeyeceklerini biliyoruz. Kosova ve özellikle Mamuşa’daki Türk varlığına yapılacak her türlü girişimin takipçisi olmaya devam edeceğiz.

•••

Kafkaslarda Çeçenistan’daki katliam ve mezalimin Bakü-Ceyhan petrol boru hattını (Hazar Petrol hattı) gündemden düşürmede, devreden çıkartmada, alt yapı oluşturmak için yaratıldığını biliyoruz.

Son gelişmelerde Türkiye’nin millî politikası haline gelen “Hazar Petrol Hattına” birtakım akçalı ilişkiler sayesinde Mavi Akım projesiyle de çelme takılmasını ve kardeş Türkmen gazının tamamı Hazar üzerinden Türk pazarına çıkartmak istenirken, bu çelmeleme sayesinde gazın tamamının Rus’lara M3 ü 45.-$ dan satılıp aynı gazın Rusya’dan ortalama 110.-$ dan almamızın rantabilitesini de anlamaya çalışıyoruz.

•••

Türkiye’ye gelip bir hafta boyunca Güneydoğuyu, İstanbul’u, Ankara’yı gönlünce gezen ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Harold Koh’un 72 sayfalık Türkiye insan hakları raporu ile Irak özel temsilcisi Frank Ricciardone’nin çalışmaları maalesef meyvalarını vermeye başladı.

Güneydoğumuzda kurulmasına müsaade edilmeyeceği defaatle beyan edilen Kürt devleti meselesi; çalınan minareye kılıf hazırlanması zeminine taşınmaktadır.

Bu çerçevede ABD’nin yakındoğu işlerinden sorumlu Dış İşleri Bakan yardımcısı Edward Walker ve geçiş dönemi özel koordinatörü Frank Ricciardone, Nisan ayı içerisindeki Ankara ziyaretinde; Bağdat yönetimine muhalif tüm grupların ABD plânında malî olarak desteklenmesi ve gerekirse Kuzey Irak’da silâhlandırılması aşamalarına geçileceğini de açıkça ifade etmişlerdi. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduklarını sık sıkbeyan ederek, Kürt grupları KDP ve KYB’yi birleştirme çabalarını sürdürürlerken (bölgedeki Türkmen varlığını bu grupların insafına terketmeye de özenle gayret ediyorlar); Waşington’da bulunan Amerikan üniversitesinde “Kürt Kimliği Arayışları” adlı konferanstaki konuşmalarında da bu görüşlerine yer verip; “-Biz Kürtleri içinde yaşadıkları devletin vatandaşı görüyoruz” deyip ABD’nin Kürt politikası olmadığını savunmuşlardır.

Bölgedeki gelişmelere ait gerçekleri sıralarsak bu savunmanın inandırıcı olmaktan uzak bir aldatmaca olduğunu görürüz.

1- ABD’nin bütün inkârına rağmen bir Türk politikası vardır. 1968’den beri bu politika işlemektedir; bu sadece Kuzey Irak’la sınırlı değil “Türkiye’deki Kürt’ler ve hakları” ile de ilgilidir.

2- Buna karşılık Türkiyemizin ne tutarlı bir Kuzey Irak ve Türkmen politikası ne de bir Kürt kimliği politikası olduğunu söyleyebiliyoruz. Devekuşu politikası diye isimlendirilen bir politikadan bahsedebiliriz ancak.

3- Waşington ve Londra’nın cesaretlendirmesi ve desteği ile Kuzey Irak’da bağımsız bir Kürt devleti oluştuğunu ve bu oluşumun içinde Türkmen varlığına yer verilmediğini görüyoruz.

4- Bu kendini göstermeye başlayan bağımsız Kürt oluşumu ağırlıklı olarak Mesut Barzanî ile liderliğindeki KDP kontrolünde olup, dağılma sürecine giren PKK güçlerinin de siyasî kimlik kazanıp bu oluşuma destek vermesi amaçlanıyor.

5- Türkiye siyasîden askerî düzeye kadar her alanda KDP ile çok yakın işbirliği içinde.

Bu gerçekler ortada iken hangi toprak bütünlüğüne, hangi geleceğe, hangi söze inanalım.

Bizim söze değil icraata ihtiyacımız var. Herşeye rağmen bu bölgede biz varız ve bizim dediğimizin olacağını, olması gerektiğini, Türk varlığının yok sayılamayacağını kararlılıkla ifade etmeliyiz.

•••

Bizi endişeye sevk eden bütün olumsuz gelişmelere, emrivakilere rağmen umudumuz tamdır. Türk milleti en kötü anlarında dahi etrafında oluşturulan ihanet çemberini kırmasını bilmiştir. Yine kıracaktır.

Türk milleti oynanan oyunların farkında olup, aktörlerini tanımaktadır. Tanımakta güçlük çektiklerini de mimlemekte, yüzlerindeki sahtekâr ifadeli maskeyi de sıyırıp tanımaya çalışmaktadır.

Türkiye hiçbir şeye mahkûm değildir, mahkûm da edilemez. Türkiye cazibe merkezidir; cazibe merkezi olmaya devam edecektir. Bunu idrak etmekten âciz olanları da yola getirecektir.

Kimse ham hayâl peşinde koşmasın, birtakım yanlışlara dalmasın. Güçlü, cihan hâkimiyetine soyunmuş Türkiye bu gücünü dosta düşmana ispat edecek, dünya varoldukça Türkiye Cumhuriyeti dimdik ayakta duracaktır.

Sağır kulakların duyması için tekrar haykırıyoruz.

DİL BİR, BAYRAK BİR, MİLLET BİR, VATAN BİR’DİR. CİHAN DURDUKÇA, TÜRK VATANI BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR!..
 

Orkun'dan Seçmeler

Payitaht Gence’ye

EBÛ’L- HAYRÂT-I